Bir dondurma ustasının, iş hayatında kendisine verilen desteğin on, yüz, bin katını alıp harcayan yüzlerce, binlerce iş insanı olduğunu; daha da önemlisi bir kısmının bu desteğin milyonda birini dahi geri “ödemediğini”, ne kendisini ne de içinde bulunduğu organizasyonu geliştirmek için çaba gösterdiğini bilmediğini anlatıyor Murat Yeşildere…

cooking

Michelin Rehberini ve birkaç yıl önce kapılarını kapatan meşhur El Bulli restoranı ile efsane şefi Ferran Adria’yı duyanlar, tanıyanlar vardır. Bana kısmet olmadı, ama sevdiğim Brezilyalı bir meslektaşım El Bulli’yi kapanmadan dünya gözü ile deneyimlemişti. Yediği içtiği onun olsun, ben sizle gördüklerini paylaşacağım. Enfes bir yemeğin ardından yaptığı her işe ruhunu koyan “şeflerin şefi” Ferran Adria zamanının büyük kısmını geçirdiği mutfağından dışarı çıkarak, masaları dolaşmayı da ihmal etmiyormuş. İşinin neredeyse tamamını yardımcılarına delege ederek, restoranlarına dahi uğramayan meslektaşları (Örneğin, Gordon Ramsey veya Jamie Oliver) ile karşılaştırıldığında son derece büyük fark yaratan bir özellik. Kelimelerle anlatılması imkansız, mükemmel bir yemeğin ardından Brezilyalı meslektaşımın masasına gelen Ferran Adria “Anlatın bakalım Brezilyalılar, yemeklerimi beğendiniz mi?” diye soracak oluyor; yemeklerin yarattığı tarif edilemez keyif üzerine, bir de “kişisel muamele” görmek, Brezilyalılar için de fazlaca alışık olunan bir şey olmadığından sanırım, meslektaşım “Pekiyi ama niye yapıyorsun, nasıl başarıyorsun bunu?” diye cevap verebiliyor. Bu kez şaşırma sırası Ferran Adria’ya geçiyor ve boş gözlerle meslektaşıma bakıyor. Sonra o da, soruya soruyla karşılık veriyor;

-Yemeklerimi beğendiniz mi?
-Soru mu bu, kelimelerle anlatılamaz tattığımız lezzetler ve hizmetten aldığımız tatmin.
-Öyleyse önümüzdeki ay sizi tekrar ağırlayabilirim.
-Önümüzdeki ay mı, pek emin değilim, zaten biz gelecek olsak sen bizi kabul etmezsin. (Çünkü El Bulli her yıl internet üzerinden birkaç milyon kişi arasından kura ile müşterilerini seçiyor.)
-Seneye gelirsiniz o zaman.
-Ta Sao Paolo’dan, Barselona’nın yarım saat kuzeyine de her sene gelinmez ki…
-İki sene sonra, belki?
-Sanmıyorum.
-O zaman beş sene sonra?
-Beş sene sonra, belki olabilir, yani inşallah, haydi hayırlısı…

Ferran söz düellosunu kesiyor: “Beş senede bir buraya geliyorsunuz, sonra da bana nasıl, niye böyle bir keyfi size yaşattığımı soruyorsunuz? Başka şansım var mı? Beş senede bir restoranıma gelen bir müşteriyi mutlu etmek için bana verdiğiniz tek fırsatı elimden geldiğince en iyi şekilde kullanmak zorundayım. Başka türlüsünü yapsam şaşırmanız lazım!”

Ferran Adria’nın bu çarpıcı hikayesini dün Gökhan Şahin ile tanışınca tekrar hatırladım. Gökhan Şahin kim? Bu sorunun yanıtını 24 saat öncesine kadar ben de bilmiyordum, ama şimdi unutacağımı sanmıyorum. Pazar günü Kahve Dünyası’nın Robert Koleji’ndeki sanat festivali için kurduğu standa bir bardak kahve içmek için yaklaşırken de başıma bunların geleceğinin farkında değildim. Kahveleri içtikten sonra, basit bir sepete top atma oyununu ailecek oynadık ve eşim ile kızım benden daha başarılı olarak (Şaşıran var mı?) iki top dondurma kazandı. Hikaye buraya kadar normal ilerliyor, değil mi? Kızımın tercihi ile iki top çikolatalı dondurma istedikten sonra ise standın arkasında duran güler yüzlü bir genç, bembeyaz kıyafeti ile yanımıza geldi. “Dondurmanın içeriğini iyi bilmek lazım” dedi. Sonrasında ise herhalde yaklaşık bir saat sohbet ettik. 27 yaşındaki Sivaslı genç, Kahve Dünyası’na beş yıl önce katılmış, kendi kendisini geliştirmiş, azmetmiş, çalışmış, denemiş; sonuç olarak da Dondurma Ustası olmaya hak kazanmış. Geçen yıl Kasım ayında Kahve Dünyası onu Italian Culinary Institute for Foreigners (ICIF)’da iki aylık bir eğitime yollamış. “Lisan biliyor musun?” dedim. “Yok, bilmiyordum, ama orada yedi dil bilen Rus bir çevirmen vardı, iletişimi onun yardımıyla çözdük” dedi. Ama azmetmiş, şimdi İtalyanca öğreniyor, dondurmanın kökleri İtalya’da olduğu için, mesleğinde daha da uzmanlaşabilmek için İtalyanca öğrenmeyi tercih etmiş. “Gerçi İngilizce de şart, galiba” dedi. “Bu enerji ile öğrenirsin sen, aman üzerine git” dedim. Gökhan Şahin, iki aylık programın sonunda 28 ülkeden gelen katılımcılar arasında yapılan yarışmayı da kazanmış ve Türkiye’ye alanında çok değerli bir sertifika ve ödül ile dönmüş. “Sertifika ve ödülü şirket merkezine bıraktım” dedi Gökhan, “Onların sayesinde kazanılmış bir başarı; bana inandılar, destek oldular.”

Halbuki bilmiyordu ki, iş hayatında kendisine verilen desteğin on, yüz, bin katını alıp, harcayan yüzlerce, binlerce iş insanı olduğunu; daha da önemlisi bir kısmının bu desteğin milyonda birini dahi geri “ödemediğini”, ne kendisini ne de içinde bulunduğu organizasyonu geliştirmek için çaba gösterdiğini…

Gökhan Şahin mütevaziliği ile, hâlâ göz göz gelmeden kendisini anlatabiliyordu; sadece dondurmayı, “eserini” konuşurken, kendini tutamıyordu, heyecanla, yeni lezzetleri, farklı kombinasyonları, damak zevkini bizimle paylaşıyordu. Ben de duramadım, Ferran Adria’ya şaşkınlıkla soran meslektaşım gibi “Niye çıktın tezgahın arkasından, niye yanımıza geldin de anlattın bunları?” diye soracak oldum. “Dondurmanın içeriğini iyi bilmek lazım, herkese anlatmak lazım, çocuklarımız yiyor bunu” diye tekrar etti. Dondurma ustası olarak, üzerine vazife olmasa da belki profesyonel hayata bir satış görevlisi olarak başlamış olmanın da verdiği heyecan ile yaklaşmıştı bize. Amacının bir top daha dondurma satmak olmadığı belliydi; ama amacı her ne olursa olsun, kendi hikayesi ile kalbimizi kazandı; hatta daha da fazlası hikayesi ile ilham verdi, belki size de ilham verir.

Mutlaka, ilk fırsatta Gökhan Usta’nın enfes dondurmasından tadın (Bence çikolatadan başlayın!) ama daha da önemlisi acaba onun gibi gözünün içi parlayan, enerjisi dışarı taşan, yerinde duramayan çalışma arkadaşları, profesyonelleri takımlarımızda görmek için ne yapmalıyız, sorusunun cevabını bulmaya çalışın. Gerek şeflerin şefi Ferran Adria’nın söyledikleri, gerekse de Sivaslı dondurma ustası Gökhan Şahin’in yaptıkları bizim alışık olduğumuz birçok hizmet ve müşteri odaklılık prensibinin dışında gözüküyor. İkisinin de yaptıkları, CRM olarak tanımlanan, “Sık gelen müşteriye daha iyi hizmet, az gelene de tencerenin dibi” şeklinde yaklaşılan ve bunu marifet sayan birçok profesyonelin, uzmanın söylediklerinin de taban tabana tersi.

Zihnimizden geçirelim, acaba ben de, siz de aynı CRM tuzağına, kitaplarda yazdığı, danışmanlar tavsiye ettiği için düşüyor muyuz? Eğer öyleyse organizasyonun dinamiklerini, hedeflerini, yetkinliklerini yeniden tanımlamak şart; ancak ondan sonra Gökhan Şahinlerin sayısını artırmak mümkün olabilecek.

Kariyer Dergi Haziran Sayısı
muratyesildere

 

 

 

 

Yazar: Egon Zehnder International Yönetici Ortağı Murat Yeşildere