Kartvizitinde böyle yazıyor Recep Gürgen’in. Mesleğine aşık bir antika saat tamir ustası olan Recep Gürgen, 46 senedir tamiri mümkün olmayan saati arıyor.  1960 senesinde saatçiliğe dayısının yanında çırak olarak başlayan Recep Gürgen 46 yıldır saatlere hayat veriyor. Şimdiye kadar tamir edemediği saat olmayan Gürgen, en çok “Bu saat tamir olmazmış” sözünü duymayı seviyor. Saatçiliğin dünü bugününü ve Recep Usta’nın çıraklıktan günümüze kadar uzanan hayat hikayesini yüzlerce saatin tıkırtısı arasında konuştuk.  

“Çırakken 2 sene boyunca saate dokunamadım”
Adapazarı’nda ailesiyle birlikte yaşayan Recep Gürgen’in dayısı İstanbul’da saatçilik yapmaktaymış. Saatçiliğe onun yanında başlayan Recep Gürgen, “Bir şekilde anneme ve babama dayımın yanında çalışmak istediğimi söylemiş olmalıyım” diyor ve dayısının kendisini babasından isteyişini şöyle anlatıyor.

“Benim çocukluğumda meslekler sınırlıydı. O zamanlar terzilik, berberlik, kuyumculuk, eczacı kalfalığı vardı ve mesleklerin gelişimi hep aileden gelirdi. Benim şansım dayımın saatçi olmasıydı. Ben de saatleri çok seviyordum, dayımın dükkanına gittiğim zaman önce pencereden içeri dayımın çalışmasına bakardım. Bir gün dayım geldi ve babamdan beni çırak olmam için istedi. Bu benim için büyük bir mutluluk ve büyük bir başlangıçtı. Adapazarı’ndan İstanbul’a çırak geldim. Böylece 1960 yılında dayımın Sirkeci’deki dükkanında çırak olarak işe başlamış oldum.”

Eskiden çıraklığın şimdikinden çok farklı olduğunu söyleyen Gürgen, getir götür işlerinin zamanının çok azını aldığını, o zamanlarda çıraklara eğitilecek insan gözüyle bakıldığını söylüyor. İlk başlarda sadece gözlem yapmasına izin verilen Gürgen, saate ilk kez dokunmanın heyecanını 2 sene sonra yaşayabilmiş. “Dayımla dayı yeğen ilişkimiz dükkanın dışında başlardı. Dükkanın içerisinde usta çırak ilişkimiz vardı. O zamanlar çıraklara çalışan bir insan gözüyle değil öğretilecek, eğitilecek bir insan gözüyle bakılıyordu. Bütün gözlerin üzerinizde olduğunu hissediyordunuz. Sizden sadece işe odaklanmanızı ve öğrenmek için çaba sarf etmenizi bekliyorlardı. Başlangıçta sadece gözlem yapıyordum. Yaklaşık 2 sene boyunca işe dokunamadım. Bir şeye dokunmak isterken izin verilmiyordu. Bu da sizi daha hassas olmaya sürüklüyor. Saate dokunacağım anı heyecanla bekliyordum. Saatin ilk kez kapağını açmak, saat terminolojisini, parça isimlerini öğrenmek benim için çok heyecanlıydı.”


“Hiçbir saat atılacak kadar kıymetsiz değildir. Her saat bir dönemi, bir aileyi, bir evi, bir tercihi yansıtır. Saati kullanmayacaksanız bile, o saatin size hatırlatacağı bir şeyler mutlaka vardır.”

 

“Bay Mayer’le çok farklı bir dünyaya girdim”1960’tan 1964’e kadar dayısının yanında çalışan Recep Gürgen, 2 sene ayrı bir yerde kendi adına çalışmış. Daha sonra bir dostunun teşvikiyle ünlü saatçi Wolfgang Mayer’le tanışmış. Önceleri bir hayal olan bu heyecanlı süreci Gürgen şöyle anlatıyor: “Bay Mayer’in dedesi Abdülhamit’e saatçi gelmiş. Yani Mayer ailesi saray saatçiliği geleneğini bilen son nesildi. Benim Aksaray’da kendi dükkanım vardı. Yine bugünkü gibi tamir edilemez denilen saatleri sabahlara kadar tamir etmeye uğraşır ve tamir ederdim. Fakat işlerim dükkana gelen işlerle sınırlıydı, duvar saati, kol saati, masa saati gibi şeyler gelirdi. O dönemlerde bir dostum Mayer’e müracaat etmemi söyledi. 1966 yılında müracaat ettim. Bay Mayer beni öncelikle sorguya çekti, ellerimi uzatmamı istedi, titreyip titremediğine ve avuçlarımın terleyip terlemediğine baktı. Bu ikisi gerçekten saatçilikte çok önemlidir. Tüm bunlardan sonra adresimi aldı.” Daha sonra Recep Gürgen için heyecanlı bir bekleyiş başlamış ve bir zaman sonra mektupla Mayer’in daveti ulaşmış. Mayer, Recep Gürgen’e 1 ay deneme süresi vermiş ve bu süre sonunda sigorta yapacağını söylemiş fakat bu sadece 3 gün sürmüş, “Hiç unutmam bir Çarşamba günü işe başlamıştım ve 3 gün sonra sigorta yaptırmak için evraklarımı istedi. Yani 1 aylık süreyi 3 günde geçtim.” Bunu gururla ifade eden saat ustası “Hayatınız boyunca verdiğiniz çabanın kaybolup gideceğini sanmayın. Bir şekilde bir yerde farkedilir, görülür ve ondan sonra daha önemli bir safhaya geçersiniz” diyor.

Gürgen, o zamana kadar sadece saatin zamanı gösterdiğini bildiğini, orada zanaattan öte her saatin ayrı bir sanatı, dönemi yansıttığını öğrendiğini söylüyor ve ekliyor: “Mayer’e işe başlayışım beni çok farklı bir dünyaya götürdü, 5 sene kadar Mayer’in atölyesinde çalıştım ve daha sonra atölyenin şefi oldum.”

“Topkapı Sarayı’nda atölye kurduk”

Mayer’in Topkapı Sarayı saatlerinin kitabını hazırladığı dönemde onunla birlikte saat bölümü hazırlayan Recep Gürgen, Topkapı Sarayı’nın saatlerinin tamirine daha sonra kendisi devam etmiş. Gürgen, Dolmabahçe Sarayı’nda da sarayın saat bölümü sanat tarihçisi Şule Gürbüz ile çalışmış. Şule Gürbüz’ün daha sonra kendi yanında çalıştığını ve şu anda onun da saatçi olduğunu söylüyor ve devam ediyor: “Topkapı Sarayı’nda bir atölye kurmuştuk ama Dolmabahçe’de yoktu. Topkapı sarayındaki saatler vitrin içerisinde ve orası bir müze halinde ama Dolmabahçe Sarayı hala yerleşim alanını muhafaza diyor. Topkapı Sarayı’nın saatlerinin bakımını yaptıktan sonra tekrar kurup çalıştırmaya imkanınız yok çünkü sadece teşhir amaçlı kullanılıyor. Ama Dolmabahçe’nin yaşanan bir saray olması dolayısıyla önce gezi güzergahındaki saatleri tamir ettim. Ama atölye olmadığı için zorluk çekiyordum. Sonra sanat tarihçisi olan Şule Gürbüz ile 1997’de çalışmaya başladık. Saatleri çok daha hızlı yapmaya başladık ve bir atölye kurduk.

“İnsanların saate bakışı değişti”
Eskiden insanların saate bakışıyla bugünkünün çok farklı olduğunu belirten saat ustası, o zamanları şöyle anlatıyor: “O zamanlar saatinizin bozulması büyük bir problemdi. Dükkana girenlerin ceketinin önünü iliklediğini fark ediyordunuz. Bir ustaya gittikleri için toparlanıp içeri girerlerdi. Usta da onları o şekilde karşılardı. Günümüzde gerçek ustalarla karşılaşmak çok zor.” Saatlerdeki kalitenin şu anda çok düşük olduğunu söyleyen Gürgen, bunun insanlardaki zevkin değişiminden de kaynaklandığını belirtiyor. “İşyerlerinde olabilir ama bir evin salonunda falanca ticaret yazan plastik bir saatin asılı olmasını düşünemiyorum. Bizim dönemimizde resmi dairelerde, okullarda, ciddi müesseselerde kendini yansıtan bir saat olurdu. Bir bankada ya da hastanede duvardaki saatin başka bir markanın ya da firmanın adını taşıması çok anlamsızdı. Çünkü o zaman mimarlar projelerine saat de koyuyordu ve o saat oranın en önemli objesi ve bütünleyicisi oluyordu.” Sadece kapalı mekanlarda değil şehir saatlerinde de durumun farklı olmadığını belirtiyor Recep Gürgen: “Eskiden birçok şehirde saatler vardı ve bu saatler o şehrin sembolüydü. Günümüzde reklam amaçlı basit saatler koyuluyor, reklam bir süre sonra kalkıyor ve saat de çalışmıyor” diyor. Kule saatleri de yapan Gürgen, birçok şehirde eski kule saatlerini tamir etmiş.


  “Bir zamanlar saatinizin bozulması büyük bir problemdi. Dükkana girenlerin ceketinin önünü iliklediğini fark ediyordunuz. Bir ustaya gittikleri için toparlanıp içeri girerlerdi. Usta da onları o şekilde karşılardı. Günümüzde gerçek ustalarla karşılaşmak çok zor.”


“Saatçilik mesleği ticarileşti”

Günümüzde bozuk bir saati tamir edilemez diye gönderenlerin sayısının çok olduğunu söyleyen Recep Gürgen bir zamanlar buna kimsenin cesaret edemediğini belirtiyor. “Tamiri imkansız saat yoktur” sözünü biraz da meslektaşlarını dükkana çekmek için söylediğini şöyle açıklıyor: “Benim meslektaşlarım kolaycılığa kaçıyordu. Ben bu sözümle onları kışkırttığımı düşünüyorum. İş yok demeleri, boş boş oturmaları beni mesleğim adına rahatsız ediyordu. Ben bunu hiçbir zaman yapmadım ve yapamadım. Çünkü ben ustalarımın işleri olmadığı zaman yapılmış bir saati sökerek yeniden yaptıklarını biliyorum. Kapının önünde boş oturan, gereksiz muhabbetler eden insan esnaf değildir. Esnaflık sosyal bir sınıftır. Sanatçılar nasıl göz önündeyse esnaf da öyledir. Ben bu sözü söyleyerek bu arkadaşlarımı dükkanın içerisine çekmeye çalıştım.” Saat tamircilerinin günümüzde çok kolay tamir edilebilecek saatleri dahi geri çevirip yeni saat satmaya yöneldiklerini söyleyen Gürgen, “Tabii ki yeni bir saat satılabilir ama saat bir makine değildir, onun bir hatırası vardır. Saatin atılmamasını ve mutlaka yapılmasını sağlamak lazım. Bu nedenle böyle bir söz söyledim ve hala da tamiri imkansız saati bulamadım” diyor.

“Saat müzesinde ısrarcı oldum”
Dolmabahçe Sarayı’nın gezi güzergahındaki saatleri tamir eden Recep Gürgen sarayın arka odalarında da saatler olduğunu ve onları tamir ettikten sonra aynı yere koymanın bir anlamı olmadığını söylüyor. Bu durumda o saatlerden bir müze kurmak ihtiyacının doğduğunu belirten Gürgen bunda ısrarcı olduğunu vurguluyor ve ekliyor “Bunun için bize saray içersinde bir mekan verdiler. Sarayın içerisinde önceden olmayan ama artık var olan saat müzesini kurduk. Şu anda 63 saatten oluşmuş bir müzemiz var.”


“Bizim dönemimizde resmi dairelerde, okullarda, ciddi müesseselerde kendini yansıtan bir saat olurdu. Bir bankada ya da hastane de duvardaki saatin başka bir markanın ya da firmanın adını taşıması çok anlamsızdı. Çünkü o zaman mimarlar projelerine saat de koyuyordu ve o saat oranın en önemli objesi ve bütünleyicisi oluyordu.”

“Boş zamanımda da mesleğimi yapıyorum”
Haftada 1 gün mutlaka saraya giden Recep Gürgen için saatler bitmiyor çünkü diğer kasır ve köşklerin saatlerinin de tamiri var. Ömrümün çoğu zamanını mesleğine harcadığını ifade eden Recep Gürgen bu durumdan çok mutlu. “Boş zamanımda da mesleğimi yapıyorum. Günümün en az 16 saatini çalışarak geçiriyorum. Bu 400-500 senelik köklü bir iş. Bunun gelişimini bilmeniz gerekiyor. Zaman içerisindeki değişiklerle saatleri tanımak istiyorsunuz. Benim en çok zevk aldığım şey ‘Bu saat tamir olmazmış’ sözünü duyup ondan sonra ‘Tamir oldu’ demek.

“Hiçbir saat atılacak kadar kıymetsiz değildir”
Recep Gürgen hayatı yaşarken aklımızın gücünü kullanmamız gerektiğini ve hayatta çok gözlemci olmak gerektiğini söylüyor. Hiçbir saatin atılacak kadar kıymetsiz olmadığına inanan saat ustası, “Saati kullanmayacaksanız bile, o saatin size hatırlatacağı bir şeyler mutlaka vardır. Her saat bir dönemi, bir aileyi, bir evi, bir tercihi yansıtır. Eviniz ne kadar modern olursa olsun saatin kendi yeri vardır. Benim sevdiğim saatler bir şekilde yaşamış ve bir kenara atılmış olan saatler” diyor.