yuralTürkiye’de çocuk edebiyatının en önemli isimlerinden olan Yalvaç Ural, bir ömür birlikte geçirdiği çocuklara neşeli ve öğretici kitaplar yayınlamaya devam ediyor. Ural yeni nesil çocuklarda çok büyük değişiklikler olsa da iletişiminin kopmayacağını biliyor, çocuklar da Harry Potter kitapları olsa da Yalvaç Abi’lerini unutmuyor.
Çocukluğumun banka dergileri, Şeker Çocuk, Vakıf Çocuk, Uçan Balon… Sonra TRT’de yayınlanan Az Gittik Uz Gittik filmi… Bir sonraki kuşak için elbette Miço Dergisi… Kısacası kaç kuşağın çocukluğunda yer etmiştir Yalvaç Ural, bir başka deyişle çocukların Yalvaç Abi’si…
Daha telefonla konuşurken sesindeki sıcaklığını hissettiğiniz Yalvaç Ural, karşılaştığınızda da aynı sıcaklıkla karşılıyor sizi. Nişantaşı’ndaki Yalvaç Abi Kitabevi’nde buluştuğumuz Ural, hemen başlıyor anlatmaya hem kendi çocukluğunu hem yazarlık macerasını… Memur bir ailenin çocuğu olarak 1945 yılında dünyaya gelen Ural, köy köy kasaba kasaba gezerek geçirir ortaöğrenimini. Burada yazarlığı için çok önemli anılar biriktirir. Öğretmen olan annesinin, ailesindeki sanat düşkünlüğünün de etkisiyle geldiği Kabataş Lisesi’nde önceleri müzikle ilgilenir, sonra gazetecilikle buluşur. 1969’da geldiği Bab-ı Ali’de Varlık, Güney, Yelken gibi dergilerde yazıları yayınlanır. 1978’de Milliyet’e geçişiyle ise yayıncılık alanındaki başarılarını arttırır. Başta da söylediğimiz gibi döneminde 400 bin adet basılan Başak Çocuk,170 bin adet basılan Emlak Çocuk, Vakıf Çocuk, Uçan Balon gibi dergileri yayınlar. Ama bunların yanı sıra daha da bilmediğimiz yanıyla Ural, TRT’ye dizi projeleri yapar, bu diziler İsveç, Danimarka gibi ülkelere satılır. Bugün Doğan Egmont olarak hayatını sürdüren yapı olan Milliyet Yayınları’nın AD Kitap, Doğan Kitap gibi süreçlerden geçerek Disney’in ortaklığıyla devam ettiği dönemde yöneticiliğini yapar. Onun yönetimi sırasında D&R ilk iki mağazasını açar. Bunun yanı sıra YAYSAT’ın büyüyü gelişmesinde yine yönetici kimliğiyle yer alır.
Dünden bugüne 51 dergi yayınlayan Yalvaç Ural’ın birçok ödülü de bulunuyor. Bugün çocuklarla olan bağını ara vermeden sürdüren Ural’da çok renkli kitaplar eşliğinde yazarlığını dinledik ve ona “Şimdiki Çocukları” sorduk.
Çocuklarla aranızdaki bağ çok kuvvetli, siz kendi çocukluğunuzdan en çok neleri hatırlıyorsunuz? Yazarlığınızda sizi besleyen neler oluyor? 
Annem öğretmen babamsa Toprak Mahsulleri Ofisi’nde eksper müdürdü. İkisinin de memur olması dolayısıyla çocukluğum hep şehir değiştirerek geçti. Sadece ortaöğrenimim yedi ayrı okulda geçti. Bir Sarıkamış’taydık, bir Karapınar’da, Artova’da, Ereğli’de… Ailemizde sepetli motosikletin çok büyük yeri vardır, hatta babamın Sarıkamış’ta makam arabası da yine bu sepetli motosikletlerdi. Ben babamın arkasına binerdim, kız kardeşimle annem de sepetli bölüme otururdu. Kimi zaman annem başka bir yere tayin olurdu, köye giderdi. Babam onu gider motosikletle alırdı. Beni çok etkileyen, yazarlığımın alt yapısını oluşturan küçük kasabalarda geçti hayatımız. Ve tabi bununla birlikte benim hiç çok uzun süreli arkadaşlarım olmadı. Hep yeni tanıdığım sevdiğim insanlar ve bir iki yıl sonra tayin olup kaybettiğim insanlarla geçti çocukluğum. Bu yüzden de ayrılıkları çok iyi bilirim ve kazanılıp, sevilip sürdürülemeyen arkadaşlık duyguları çok yoğundur benim içimde.
Çocukluğunuzdan bu yana yazılar yazar mıydınız? Aileniz bu konuda sizi nasıl destekledi? 
Benim bu konuda çok ilginç bir ailem var, ilk olarak nenem Çelebi ailesindendi, Konyalı bir aile ve annemin babası Mevlana türbesinde dedelerden biriymiş. Annemin büyük dayısı Veled Çelebi İzbudak da Mevlana’nın Mesnevi’sini ilk Türkçe’ye çeviren kişidir. Nenemle kardeş çocuklarıdır. Çok bilgili alim, şair bir adam. Annem de onlardan etkilenmiş olacak ki, hâlâ sakladığım büyük bir şiir defteri var ve içinde benim bile tanımadığım büyük şairlerin şiirleri var. Öyle şık ve müthiş güzel bir el yazısıyla yazılmış bir defter ki… Çok ilginçtir ki yine bizim ailede yemeğe oturulduğunda herkes bir şiir okurdu. Biri başlar sonra başka biri başlardı. Ailede hemen herkes bir şiiri ezbere bilirdi. Böyle bir alt yapıyla büyüdüm. Bu arada çok önemli bir şey daha var ki, benim anneannem Pertev Naili Boratav kadar geniş bir masal dağarcığına sahipti. İnanılmazdı masallardı. Hayatımın en büyük pişmanlıklardan biri nenemin masallarını kaydetmemiş olmaktır. Onlar beni çok beslemiş sonradan fark ediyorum.
Çocuk kitapları yazmaya nasıl karar verdiniz? Neden edebiyatın başka bir türü değil de çocuk kitaplarını seçtiniz? 
Bir Gök Dolusu Güvercin adında bir hikaye kitabı yazdım. O hikaye kitabının sağlam hikayelerden oluştuğunu şimdi daha iyi anlıyorum. O kitaptaki hikayeler benim çocukluk dönemime aitti. Kültür Bakanlığı tarafından basılan kitap, içinde çocukluk anılarım olduğu için çocuk dizisi içinde çıktı. Bu arada babam liseden sonra müzikle uğraşmamı istemediği için beni bir tekstil fabrikasına göndermişti. O dönemde yazdığım kitapta Uzunköprü’deki çocukluk anılarımı yazdım. O kitap İstanbul Uluslararası Çocuk Kitapları Festivali’nde birincilik ödülü aldı. Oysa ben 1969’dan bu yana yetişkin şiirleri yazıyordum ama onlar hiçbir zaman ön plana çıkmadı. Nerede çocuk varsa oraya gidiyordum. Bir gün Aziz Nesin’e Sincap kitabımı verdim o da bana bir kitap imzaladı. “Yalvaç Ural benim büyümeyen çocukluğumun şairidir” diye yazdı içine. Bunun ardından, 1986’da Dünya çocuk edebiyatına yapılan katkılardan dolayı verilen Polonya Uluslararası Gülümseme Nişanı ve Şövalyelik Ödülü’nü adım. Bunun üzerine Yaşar Kemal benimle ilgili bir yazı yazdı. “Türkiye’de çocuk edebiyatı yok demeye dilim varmıyor ama böyle bir edebiyatın başında Yalvaç Ural var” dedi. Bu iki adamın yazdığı yazı beni çocuk edebiyatının içine tamamen soktu. Omuzuma sorumlulukları yükledi.
Çocuklarla olan iletişiminizde en dikkat ettiğiniz, en hassas durduğunuz konular nedir? 
Çocuğa her zaman bir arkadaşım gibi baktım, çocuklar beni onun için sever. Ben bunu iddia ederim, Türkiye’de benim kadar sevilen bir çocuk yazarı yoktur. Çünkü çocuklar benim arkadaşımdır. Çocuklar ben kaç yaşına gelmiş olursam olayım bana hâlâ “Abi” der ya da Yalvaç der, Yalvaç Ural demez çünkü yabancı olacağını düşünür. Hiçbir zaman onları aldatmamışımdır. Çok az bana kızgın okur vardır, o da mektubu yayınlanmamıştır da bana mektup ulaşmadığı için ona yüz vermemişim gibi düşünmüştür. Ancak bununla birlikte okur ve vefa sözcüğünü elinde taşıyan tek kitle çocuklardır. Yetişkin okurlarınızı moda başka bir yazarla kaybedebilirsiniz ama Harry Potter bile benim çocuklarla ilişkimi bozamaz. Bir gün Remzi Kitapevi’nde kuyruğa girmiş bir çocuk geldi, “Yalvaç abi bak burası benim yerim, Harry Potter serisinin yenisi gelmiş benim gidip onu almam lazım. Sen benim yerimi tut tamam mı?” dedi. Ben de onun yerini tutarım, “burası Okan’ın yeri” derim. İmza günlerinde 16 yıl önce imzaladığım kitabını tekrar getirip imzalamamı isteyen koca adamlar oldu. Bu başka bir mutluluk. Bir çocuğun dedesini, anneannesini sevmesi gibi bir şey.  Hiçbir dergi Miço’da olduğu gibi bir günde 29 bin mektup almaz. Milliyet’te çuvallarla çekilmiş fotoğraflar var. O yüzden başka bir sevdadır, ilk aşk gibidir…
Tabi ki teknoloji en belirgin fark ama asla değişmeyen ne var çocuklarda ya da en çok ne değişti? 
Çocuklarda değişmeyen tek şey özveri ve vefa duygusu. Çocuk nankörlük etmez, çocukta sadece yalancıklar vardır hayatında. O da baskı kuran ailelerin çocuklarında. Okula gitmek istemez, “başım ağrıyor” der. En büyük özellikleri patavatsız olacak kadar doğru sözüdürler. Komşu “Annen evde mi?” diye sorar ama öğretildiği için “yokmuş” der. Öte yandan çok nadir çocuk, hayvanlara karşı acımasızdır, o da aileden gelir. Kuşa ekmek verir, kediye yemek verir, kötü davranış varsa da ev kaynaklıdır. Ama bütün bunların dışında maalesef şu anda çocuklar yaşamdan ve doğadan uzaklar. Bunlarla ilgili yaptığımız anketler var ve doğayla ilgili bilgileri olmadığını görüyoruz çocukların. Hayvanların isimlerini ve onların yavrularını bilmeyen bir nesil var. Ya da patatesin ağaçtan toplandığını sananlar… Ama buna karşılık 22 cips markasını ezbere sayan, Justin Bieber’in şarkısını ezbere bilen, popüler kültürle beslenen, moda eksenli hayatı özleyen, tüketime alıştırılmış yabancılaşmanın içine giden bir çocuk türü var. Ancak kırsala gidersen kendi kültürümüzle ilgili birilerine rastlayabilirsin. Anneler ve babalar gönüllü bir şekilde bu yabancılaşmayı körüklüyorlar. Sanki hepimiz günün birinde buraları terk edeceğiz de Amerika’ya yerleşecekmişiz gibi…
Türkiye’de çocuk edebiyatıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Başta Ezop’lar ve Fabl’lara özenerek ilerledi çocuk edebiyatı. Ben La Fontaine Fabl’larının anti pedagojik yanını içeren bir kitap yazdım, adı La Fontaine Orman Mahkemesi’nde. Orada La Fontaine’i hayvan mahkemesinde yargılattım. Fabl ve masallar dönemi çok basit ve çocuk dünyasından uzak kitaplar olarak kalıyor. Orhan Veli’nin, Nazım Hikmet’in çocuk edebiyatı üzerine özgün olarak çalışmasını çok isterdim. Edebiyatımızda bizim çocuklarımızı alıp gökyüzüne ulaştıracak, klasikleşmiş bir eser yok henüz.
Yeni kahramanları nasıl buluyorsunuz? 
Yeniçağın çocuklarının gelecekte hüzünlenecek bir yanları olacak. Çünkü bu çocukların yaşamları popüler kültürle doldurulmuş ölü kahramanlar mezarlığı olacak. Bir karakter çıkıyor, sonra onun çarşafı, anahtarlığı, duvar kağıdı, yastık kılıfı gibi her türlü materyali çıkıyor. Sonra çocuk iki yıl geçmeden o kahraman öldürülüyor ve yeni kahramanlar geliyor. Popüler kahramanlar mezarlığı oluyor. İki tane ülke iyi teneke oyuncaklarla çocuklarını büyüttü. Bunlar Japonya ve Almanya. Savaştan sonra ülkelerini dünya otomotiv sanayinin devi yaptılar. O yüzden çocuğun neyle oynadığı, neyi yediği, kiminle konuştuğu, ne okuduğu çok önemli.
Son projelerinizi anlatır mısınız? 
Yapı Kredi Yayınları’yla ilk yıl için 20 kitap anlaşması yaptık, 16’sı basıldı. Bunun yanı sıra 30 kadar yayınlanmayı bekleyen kitabım var. Bugüne kadar 100’e yakın kitabım var 20 – 25’i yurt dışında da basıldı. Fırsat bulursam az orkestrası kurmayı düşünüyorum. Son dönemde caz klarnet çalıyorum. Quartet gibi olacak. Son iki kitabımın resimlerini ben yaptım. Okullara, söyleşilere, gidiyorum, üniversitelerde öğretmenlere dil ile ilgili görüşlerimi anlatıyorum. Kısacası çocuklardan kopmak istemiyorum