Oyunculuğa karşı feci bir tutkusu var Hakan Yılmaz’ın. Oyunculuktan bahsederken o kadar net görebiliyorsunuz ki bunu, sesi heyecanlanıyor, gözleri farklı parlıyor. Ama o diğer oyuncuların aksine sahne tozunu yutma kavramına inanmıyor. Oyunculuğa olan tutkuyu, daha çok kendini gösterebilme hevesine bağlıyor. 

Yalancı Romantik dizisinin setinde iki sahne çekimi arasında ancak konuşabildik Hakan Yılmaz’la. Yarım saate göre çok şeyden bahsettik. Çok da keyifli bir sohbet oldu. Ben hiç uzatmadan direk ona bırakmak istiyorum sözü…
Gerçek anlamda oyunculuğa ilk ne zaman ve nasıl başladınız?
Sahneye ilk çıkışım ilkokul 1. sınıfta oldu. Açık havada 600 öğrencinin karşısında 15 dakikalık Cimri piyesinde oynadım. İnsanların karşısına ilk o şekilde çıktım. Bu benim için çok önemli. Çünkü görsel sanatlar konusunda bir şey yapabildiğimi kendime kanıtladığım ilk olaydı. İki üç kere daha bu tür piyeslerde oynadım. Daha sonra folklor oynadım. Yani gene sahne üzerindeydim. 17 yaşında çocuk tiyatrosuna başladım. Yıllarca Milli Eğitim’in de desteğiyle okullarda çocuk tiyatrosu yaptık. Akademik olarak bu işin eğitimini alamadım, çünkü kazanamadım. Ya beni yeteneksiz buldular ya da şanssız zamanlarıma denk geldi. O sınavlara bir sürü kişi katılıyor. Aralarından 10-15 kişi alıyorlar. Gözden kaçmış da olabilirim. Birçok yetenekli insan akademi okuyamıyor. Bu eğitim sistemimizin bir açığıdır, ben bunu böyle görüyorum. Ama asıl sahne duruşu eğitimini Tevfik Gelenbe Tiyatrosu’nda aldım. Kendimi geliştirerek bugünlere geldim. Yani aslında oyunculuk ilkokuldan başladı, dansla devam etti. Hani derler ya sahne tozunu bir kere kaptın mı diye. Yok, o öyle bir şey değil. Egosantrik bir meslek bu. Demek ki benim de kendimi gösterebilme hevesim varmış ki; oyunculuk benim tek yaptığım meslek. Umarım ömür boyu da yaparım.
 
Kariyerinizi şekillendiren önemli köşe taşlarınız var mı?
Ben askerdeyken de 15 ay tiyatro yaptım. Askerde seçmelere katıldım ve beni Side jandarma kampına gönderdiler. Hem fotoğrafçılık hem de tiyatro yaptım. Hem Artiz Mektebi’ni oynuyorduk hem de ufak skeçler yapıyorduk. Bu arada Antalya’yı çok sevdim ve askerden sonra İstanbul’a döndüm. Musa Karanfil diye oyuncu bir arkadaşım vardı. Onunla birlikte Salı Pazarı adında bir TV programı yaptık. Tam evde oturduk, programı izleyeceğiz. Körfez Savaşı çıktı. Program güm oldu ve hiçbir zaman da yayınlanmadı. Irak diye bir şey kalmadı, bizim program da. O zaman 22 yaşındaydım. Dedik, “Biz İstanbul’da bir şey yapamayacağız. Antalya’ya gidelim, hem tiyatro yaparız, hem de mesleğimizle ilgili aktivitelere katılırız.” Çünkü Antalya’da o dönem tatil köylerinde animatörlük oldukça revaçtaydı. Biz de gittik, bir gece kulübünde çıktık. Böyle şey olur mu dediler, ama cidden saçma şeyler yapıyorduk. Nitekim kovulduk. Artık İstanbul’a gelmek üzereyiz. Cebimizde 5 kuruşumuz yok. Bir gün Antalya Kaleiçi’nde dolanırken küçük bir stand gördük: Özdemir Erdoğan’ın konser standı. Başında da bir çocuk, bilet satıyor. Çocuk bizim Musa’nın liseden arkadaşı çıktı. Ne yapıyorsun ne ediyorsun derken biz de anlattık durumu. Bizim Çizgi Tiyatrosu var dedi, Antalya’da çok meşhurdur, hem animasyon hem de çocuk tiyatrosu yapıyor. Başında Nusret Demir vardı. Gittim görüştüm ve Antalya’da iki yıl kaldım. İki yıl orada çocuk tiyatrosu ve animasyon yaptık. Daha sonra Nusret Demir’le birlikte televizyon için programlar da yaptık. Televizyon seyircisiyle gerçek anlamda ilk tanışmam Ayrılsak da Beraberiz’le oldu. 600-650 bölüm çektik. Ben resmen orada büyüdüm. Eski bölümlerine bakıyorum da genç delikanlıymışım. Oradaki Teoman karakteriyle seyircinin gönlünde taht kurduğuma inanıyorum. O karakteri çok sevdiler. Ayrılsak da Beraberiz ile artık televizyon dünyasında tanınmaya başladım. Ondan sonra başka diziler de yaptık. Arada reklam filmleri çektim. Artan zamanlarımda tiyatro yaptım.
 
Komedide başarılı olmak için ne gerekir?
Doğal olmak. Rol yaptığınızı seyirci anlamamalı. Orada izlediği insanın gerçek olduğuna inanmalı. Bizim jargonumuzda biri rol yapamıyorsa ona rol kesmek denir, rol kesmezsen seyirci seni sever. Şimdi Avrupa yakasında Osman rolündeyim. Yolda yürürken “Abi silah var mı?” diyorlar. İnanmış insanlar buna bir kere. Dramalarda insanları ortak bir şeye ağlatmak çok kolay. Çünkü insanlar ortak konulara ağlayabilirler. Birisi öldüğü, birisinin başına bir iş geldiği zaman mesela. Ama komedi çok ayrı. Herkes her şeye gülmez. Herkesin kendine özgü bir mizah anlayışı vardır. Ben yaptığım işlerde herkesi güldürebilen bir mizah anlayışı olduğuna inanıyorum. Herkesi aynı anda güldürmeyi başarmalı. O nedenle bence komedi en zoru.
 
Komedi yapan çoğu insan genelde komedi yapmaya devam ediyor. Seyirci sürekli güldüğü bir kişiyi bir dramada görünce ilk başta zor kabulleniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Evet sakil geliyor. Bu bizi güldürüyordu diyorlar. Mesela Uy Başıma Gelenler diye bir dizi yaptım. O sitcom değildi. Zaman zaman orada hüzünlü bir adam oldum ve bunun da altından başarıyla kalktığıma inanıyorum. Komediyi zaten çok başarılı yapıyorsanız dramayı hayli hayli yaparsınız. Mesela Perran Kutman, Şener Şen gibi oyuncular yıllarca komedi filmlerinde oynadılar, ama aynı zamanda onlar çok iyi drama oyuncuları da.
 
Bir oyuncu olarak meslekteki hedefleriniz neler?
Keşke her sene bir sinema filminde oynasam ve sinema kariyeri yapsam. Daha önceden 2-3 filmde oynadım ama çok iyi bir senaryoyla bir sinema kariyeri yapmak isterim. Daha da olacak tabii, her ne kadar seneler geçmiş olsa da daha yolun başındayım. Şimdi bunu oynuyorum 10 sene sonra 2-3 çocuklu bir baba rolünde oynayacağım belki. Sonra yaşlanıp dedeyi oynayacağım. Şu anki durumuma bakıp çok şükrediyorum. Çünkü birçok oyuncunun olmak isteyip de olamadığı bir yerdeyim ben. Belki de fırsatları iyi değerlendiriyorum ya da kariyer planlamamı yaparken iyi düşünüyorum. Her işe atlamıyorum. 800 bölüme yakın dizi çevirdim. 800 ayrı senaryo okudum. O nedenle artık bayağı bir ön bilgim var. Bir işin iyi mi kötü mü olduğuna karar verebiliyorum.
 
Komedi Dükkanı’nda Tolga Çevik’le sık sık gördük sizi. Seyircinin karşısında doğaçlama oynamak nasıl bir şey?
Televizyonda 3-4 bölüm oynadık, ama aslında turne yaptık. Herkes oynadıklarımızın önceden yazılı olduğunu sanıyor. Ama aslında hiç değil. Ben ilk gittiğimde çok tedirgin oldum. Çünkü dedim “Eee Tolga ne yapacağız?” Yönetmenimiz Fırat anlattı: “İşte uçak var. Sen kaptan olacaksın. Tolga da hostes olacak.”. “Eee” dedim “Tekst mekst yok mu?” Tamam, doğaçlama bir şey yapacağız da, hani iki saat sahnede kalacağız. İnsanlara ne anlatacağız? “Abi sen çık” dediler “halledersin”. Sadece bir hikaye var, genel konuyu anlatıyor. Tekst olmadığı için aslında çok saçma bir iş. Ama şunu da söyleyebilirim ki bu zamana kadar yaptığım en keyifli sahne işi. Tolga’yla da çok güzel paslaşıyoruz. Birbirimize saygı da gösteriyoruz. Ben bunu söyleyeceğim sen şunu söyleyeceksin diye bir şey yok aramızda. Her şey o kadar doğal gelişiyor ki… 2000-2500 kişinin önünde de bu şekilde oynamak gerçekten zor. Sahnede zaten biz eğleniyoruz, bizim eğlenmemize de aşağıdaki seyirci eğleniyor. Arada zaten kayıyoruz, kopuyoruz, gülüyoruz. Ama gene de teatral anlamda bir sahne düzenimiz var onu hiç bırakmıyoruz.
 
Avrupa Yakası için pek çok oyuncunun altın devrini yaşadığı dizi olarak bahsediliyor. Avrupa Yakası sizin oyunculuk yaşamınızı nasıl etkiledi?
Avrupa Yakası benim kariyerimi PR olarak oldukça iyi etkiledi. Çünkü çok izlenen bir dizi. Dizide arkadan geçen biri hakkında bile konuşulabiliyor. “Ne güzel oynadı” diye. O anlamda bana yararı çok oldu. Aynı zamanda çok güzel bir iş ve çok severek oynuyorum. Gülse o kadar güzel bir tip yarattı ve ona o kadar güzel açmazlar verdi ki… Onun üzerine benim sadece o Osman ceketini giyip oynamam kaldı.
 
Osman Avrupa Yakası’na göre biraz daha gerçek kalmıyor mu?
En gerçek karakterim ben. Diğer arkadaşlar komik, komik ve komik. Ben diğerlerinin yaptığı hareketlerin yanında dümdüz yürüyen bir adam olarak kalıyorum. Ama aslında ben daha çok komik duruma düşüyorum bu durumlar yüzünden. Sağımda Burhan solumda Makbule var mesela. Onlar tam komedi yapıyorlar. Onlara göre ben biraz ağır abi kalıyorum ama aslında ben daha komik duruma düştüğüme inanıyorum.
 
Dizi tekliflerini değerlendirirken öncelikli baktığınız şeyler nelerdir?
Benim için oyuncu kadrosu çok önemli. Karşımda partner’im kim olacak, öncelikle ona bakıyorum. Ama asıl önemli olan senaryo. Dünyanın en iyi oyuncusunu getirin. Senaryo kötüyse, hiçbir şey yapamaz. Hikayenin çok iyi olması lazım. Maddi açıdan da yapım firması tabii. Yani her şeyin iyi olması lazım çünkü seyirci çok acımasız, anında kanalı değiştirebiliyor ve bütün emekleriniz bir anda çöp olabiliyor.  Kardeşim Serkan Yılmaz benimle çalışıyor, o da televizyoncu. Benim bu işteki en büyük destekçim. Onla birlikte hikayelere bakıyoruz. Birlikte karar veriyoruz.
 
Yerli yabancı diğer dizileri takip ediyor musunuz?
Yabancı dizileri takip etmeye çalışıyorum. Lost’u çok seviyorum. Prison Break ve 24’ü de izliyorum. Yerli dizi zaten takip edemiyorum. Vaktim yok. Kendi oynadığım diziyi bile televizyondan izleyemiyorum. DVD’sini veriyorlar. Ancak öyle izleyebiliyorum. Daha çok film izliyorum. Çok iyi bir arşivim var. Her hafta 1-2 film izliyorum. Filmlerin çoğunlukla kamera arkası görüntülerini izlemeyi çok seviyorum. Belki oralardan oyunculukla ilgili bir şeyler öğrenebilirim diye bakıyorum. Biz dizileri de filmleri de çok rahatsız izliyoruz. Normal bir insan gibi izleyemiyoruz. Çok daha başka taraflara takılıyoruz.
 
Sizi genellikle erkek kadın ilişkilerini konu alan dizilerde gördük. Evliliklerde kadın erkek ilişkilerini çözmüşsünüzdür…
Aslında hala çözemedim ama benim şöyle bir düşüncem var. Türkiye’de ben evliliğin yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Türkiye’de iki kişi evlenmiyor. İki kişinin arkasında 30 kişilik diğer ekipler var. Yani deniliyor ki “Sen onu aldın ama aslında bizi de aldın.” Yani biz evlendik değil bizler evlendik oluyor. Bizde örf ve adetler çok önemli. Mesela işte nişan alış verişleri, damada terlik alma gibi. Bunlar bana saçma geliyor. Bu benim tamamiyle şahsi fikrim. Tabii ki büyükleri kırmamak adına bunları yapmak zorunda kalıyorsun. Ama bazen çiftleri geren ve olumsuz etkileyen şeyler olabiliyor. Ataerkil bir toplumuz. Bu ne demek? Erkeğin dediği olur. “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” diye saçma bir atasözümüz var bizim. Kadınları daha ezik duruma düşürüyor bu tarz şeyler. Ezik duruma düşen kadın evlenince, ayakları yere basıyorsa ve biraz da ekonomik özgürlüğü varsa kadınla erkek arasında çatışma başlıyor. Erkek “Ben ataerkil toplumum, benim dediğim olması lazım” diyor. Kadın da “Ne ataerkili benim ayaklarım yere basıyor artık” diyor. Tartışmalar başlıyor bu sefer aileler devreye giriyor. O yüzden saygı yitiriliyor. Aşk tabii ki önemli ama ilk başta saygı önemli. Eğer ikili ilişkilerde veya evlilikte saygı yitirilirse top atsanız bir şey olmaz. Yüz göz olup saygı bittiği zaman hiçbir şey olmuyor. Saygı oldu mu zaten sevgi de gelir. Saygı bitti mi sevgi de bitmiş demektir.
 
Yalancı Romantik ve Avrupa Yakası’nda birden oynuyorsunuz. Kendinize vakit ayırabiliyor musunuz?
İki diziye birden yetişmek için günleri böldük. Haftanın ilk üç günü Avrupa Yakası, sonraki üç günü Yalancı Romantik. Bir tek Pazar günü bana kalıyor. O gün de kızımı alıyorum. Ya da bazen sete getiriyorum onu. Onunla vakit geçirmeye çalışıyorum.
 
Size göre nasıl bir babasınız?
Bana göre ben çok iyi bir babayım. Umarım kızım da aynı şeyi düşünür. İyi baba olmak çocuğuna şunu bunu almak filan değil. Bunların hepsi boş şeyler. Hayatınızın sonuna kadar çocuğunuza verebileceğiniz en önemli şey, sevgi. Eğer sevginizi çok iyi verebilirseniz çocuğunuza, o zaman dünyanın en iyi annesi ve babası olursunuz. Fakir de olsanız, zengin de olsanız çocuğa sevgi vereceksiniz.
 
Hayatta ve mesleğinizde muhakkak yapmalıyım dediğiniz şeyler var mı?
Oyunculuk adına istediğim birçok şeyi yaptığımı düşünüyorum. Daha da yapacağım birçok şey de var aslında. Zamanla önüme sunulacak, yapacağım ya da yapmayacağım, ama şunu biliyorum, hayatımın sonuna kadar bu işi yapacağım. Hayatta en çok yapmak istediğim şey ise kızımı da alıp bir dünya seyahati yapmak isterim. İsterim ki ben ölmeden benimle birtakım yerleri görsün. Bu benim büyük bir hayalim. Çocuğumla birlikte dünyayı dolaşmak.
 
KISA KISA

En son okuduğunuz kitap, en çok sevdiğiniz kitap?

Hitler Kavgam, Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları
 
En son gördüğünüz film, en çok sevdiğiniz film?
Kartal Gözü, Peter Sellers- Party ve tam bir Star Wars fanıyım.
 
En sevdiğiniz yemek?
Kuru fasulye, pilav.
 
En çok gittiğiniz restoran?
Cadde Cafe