Türkiye’de birçok kişinin sevgiyle adından söz ettiği Arzum Onan oyunculuğu ve anneliğinin yanına bir de heykel sanatçılığını ekledi. Sergi açmaya hazırlanan Onan, kolektif bir sanat olan oyunculuğu sevdiğini söylüyor ancak ekliyor: “Oysa heykel sadece benim”

Güzelliği ve dinginliği ile ekrandan yansıması huzur veren ender isimlerdendir Arzum Onan… Çok ekranlarda gözükmese de her zaman ilgiyle takip edilir. Şimdi ise sessiz sedasız heykel sergisi açacağı haberlerini alıyoruz.

1993 yılında katıldığı ve birinci olduğu Türkiye Güzellik Yarışması’yla tanıştığımız Onan, ardından aynı yıl Avrupa Güzeli de seçildi ve güzelliğini iki kez taçlandırdı. Önce modellikten oyunculuğa geçiş yaptı, ardından 1996 yılında oyuncu Mehmet Aslantuğ ile evlendi. 1996 yılında Yeni Bir Yıldız, 1997 yılında Sıcak Saatler, 2002 yılında Zeybek Ateşi, 2004 yılında Sahra ve 2006 yılında Sessiz Fırtına gibi televizyon dizilerinde rol aldı. 2010 yılında Mehmet Aslantuğ’un yazıp yönettiği Aşkın İkinci Yarısı filminde eşiyle birlikte başrolü paylaştı. Tüm bunların yanı sıra, Arzum Onan dokuz yıldır heykel yapıyor. İrfan Korkmazlar ile başladığı çalışmalarına demlendirdiği süreçler hariç yoğun şekilde devam ettiğini söyleyen Onan, heykelin bireysel bir sanat olmasını ise çok sevdiğini söylüyor. Arzum Onan’la bu ay oyunculuk ve heykel sevgisini konuştuk.

 

Uzun bir dönemdir Türkiye’nin çok sevdiği ve takip ettiği isimlerden birisiniz. Önce modellikten oyunculuğa geçiş yaptınız, şimdi ise heykel sergisi açacağınız haberlerinizi alıyoruz. Türkiye tarafından tanındığınız güzellik yarışmasıyla başlarsak, o günden bugüne kariyer adımlarınızı nasıl attınız? Kariyer kavramına bakış açınız ilk günden itibaren nasıl oldu?

Geleceğime etki etmesi muhtemel hiçbir şeyi önceden planlamadım. Mimar olabilmeyi çok istemiştim; ama şartlar gereği olamadı. Belki de ısrarlı davranmadım. Dolayısıyla kariyer kavramına bakışım; planlı, programlı ya da hedef koyan birileri için karmaşık durabilir. Daha ziyade duygularımla hareket ettiğimi, sezgisel davrandığımı söyleyebilirim. Hırslarım tabii ki var ama hep daha iyisini yapabilmeye dair, elimden geldiğince…

40 yaşındayım ve şunu öğrendim; ne kadar planlarsan planla, bazen hayat seni olması gerektiği yere götürebiliyor. Orada mutlu olup olmamak da insanın elinde. Bundan kaderci olduğum sonucu çıksın istemem; ama hayat biraz da böyle akıyor işte… Bizden, hırslarımızdan ve planlamalarımızdan bağımsız…
Oyunculukta da çok sakin ilerlediniz aslında, oyunculukla ilgili duygularınız ya da bakış açınız neler? Proje seçimlerinizi nasıl yaptınız?

Oyunculuğu seviyorum. Başka karakterlere aracılık etmek, o duygulara olabildiğince dokunabilmek ayrıcalıklı bir uğraş. Ancak en az onun kadar önemli bir şey var ki; o da hikaye ve karakterlerin derinliği… Hiçbir karakteri

hikayeden bağımsız düşünemezsiniz. Dolayısıyla dikey tatlar barındıran hikayeler ve karakterler, hiç değilse belli bir zaman sonra seçimlerimde ya da

kararlarımda önemli bir kriter oluyor.

1993 yılından bugüne baktığınızda genel olarak dizi ve sinema dünyasında nelerin değiştiğini görüyorsunuz?

Diziler için konuşursak, son derece hızlı ve çabuk tüketilen bir üretim alanı olarak, gittikçe irtifa kaybettiğini düşünüyorum. Tabi daha çok öykülerin niteliği ve yaratılan karakterler adına… Sektörün büyümüş, görece iş imkanları yaratmış olması önemli elbette; ama tamamlanamamış birçok işe baktığınızda, rekabetin yaslandığı seviyeye üzülüyorum. Bugün gelinen nokta da yazılan hikayelerin daha çok izlenmesi için seçilen yöntem demin söylediğim dikey tatlardan son derece uzak. Sinema dünyası için de genel olarak konuşursak dizi sektöründen çok da farklı olduğunu düşünmüyorum. Milyonlarla buluşan işlerin izlenme oranıyla, çok daha emek verilen, incelikli işlerin izlenme oranı arasında ciddi farklar görüyoruz.

 

Heykelle tanışmanız nasıl oldu? İlk çalışmalarınıza ne zaman başladınız?

Dokuz yıl önce İrfan Korkmazlar ile çalışmaya başladım. Demlendirdiğim süreler hariç yoğun bir heykel hayatım oldu diyebilirim. Geçmişe dönüp

bu dokuz yılın uzunca bir süre olduğunu görünce artık bir sergi açma vakti geldi diye düşündüm! Şaka bir yana çevrem bu kadar desteklemese bir sergi için hâlâ o kadar hazır hissetmiyorum kendimi…

 

Serginin hazırlıkları ne kadar zamandır sürüyor? İçerisinde ne tür ve kaç yılda hazırladığınız çalışmalar var?

Sergi açmakla ilgili bir planım olmadığından üretmeye başladığım andan itibaren bu sergiye hazırlanıyor buldum kendimi, haliyle… Çünkü bu serginin bir teması yok, en başından beri yaptığım işler de var ve gelenler aynı zamanda ilk günden bugüne gelişime tanıklık edecekler. Sergi, Arte İstanbul Sanat Galerisi’nde 19 Kasım’dan 25 Aralık’a kadar devam edecek.

 

Heykel size oyunculuk ya da modelliğin dışında neler hissettiriyor? Çalışmalarınızda en çok hangi konulara ve nasıl odaklanıyorsunuz?

Heykel son derece bireysel bir sanat. Onu düşünürken de yaratırken de sadece siz varsınız. Heykeli ve tüm plastik sanatları, kolektif çalışmalardan ayıran yegâne durum bu bence. Oyunculukta tek başınıza değilsiniz. Size o karakteri sunan bir senarist, can verdiren bir yönetmen ve oyun arkadaşlarınız var. Tabii bir de kamera arkasındaki onlarca çalışan. Onun için başarı da paylaşılır başarısızlık da… Oysa heykel, sadece benim!

 

Önceki röportajlarınızda üniversiteye gidemediğinizi açıklamıştınız. Yetenek ve eğitim arasındaki bağ sizce nedir?

Eğitim tabii ki önemli. Size bir sürü şey katabilir, birçok pencere açabilir. Ama siz o pencereden bakmayı bilmiyorsanız eğitim denen sistemin içi boşalır. Yeteneğin olmadığı bir eğitimin hiçbir anlamı olmadığını düşünüyorum. Akademilerde birebir eğitimin, usta – çırak ilişkisinde saklı meziyetin korunması gerektiğine inanıyorum.

 

Türkiye’de “ünlü” olmak, hırs ya da ego gibi kavramlarla sizi yan yana çok oturtamıyoruz aslında. Eşi de Türkiye’nin önemli oyuncularından biri olan Mehmet Aslantuğ iken; bunu sağlayabilmek için hayata bakış açınızı nasıl oluşturdunuz?

Bunun için herhangi bir şey oluşturmadım, bu benim karakterimle ilgili bir durum bence. Başta da söylediğim gibi hırsları olan biri değilim. Hırsın hayatıma girdiği tek yer, yaptığım işi iyi yapmak üzerine kurulu olur ancak. Kaldı ki günümüzde değil evlilikleri sağlıklı yürütmek, arkadaşlıkları bile incelikli olarak devam ettirmek emek istiyor. Bizimse göz önünde olarak bu evliliği yürütme konusunda, yaşadığımızın çok da kolay olduğunu

söyleyemeyeceğim.

 

Oyunculukla ilgili gelecek dönemde projeleriniz olacak mı? Bu konuda özellikle hayata geçirmek istediğiniz projeler var mı?

Orta vadede herhangi bir proje yok. Ama istediğim zaman kendi atölyemizde, tasarladığımız projelerin içinde olabilirim. Şu anda sadece sergimle ilgileniyorum.

 

Çalışmalarınızın dışında nasıl vakit geçiriyorsunuz? Özel hayat ve iş dengesini nasıl sağlıyorsunuz?

Oyunculukta çalışma saatleri konusunda özgür olamıyoruz tabii. Uzun zamandır sadece heykelle uğraştığım için zamanımı kendim belirliyorum ve bunun konforunu yaşıyorum açıkçası. Zaten oğlum Can’ın varlığı zamanımın büyük bir

bölümünü alıyor. O istediği sürece onunla bir şeyler yapmak, zaman geçirmek her zaman önceliğim olmuştur.

 

Kısa kısa…

En çok tercih ettiğiniz mekan:
Duruma, arkadaşlara ve psikolojiye göre değişir. Karar veremiyorum

En sevdiğiniz şehir:
Rağmen İstanbul

En sevdiğiniz müzik/müzisyen:
Sınırlamak çok zor ama ilk akla gelen, Chris Botti

En sevdiğiniz oyuncu/yönetmen: Roman Polanski, Martin Scorsese, Bernardo Bertolucci ilk aklıma gelenler.

Jack Nicholson, Gary Oldman, Javier Bardem, Meryl Streep, Philip Seymour Hoffman aynı şekilde…

En çok takip ettiğiniz yazar: Amin Maalouf