Değişimi hayatın bir parçası olarak gören Demir Demirkan, hepimizin pek çok dönemeçlerden geçtiğini, tepelerden ve yokuşlardan inip çıktığını, ancak bu değişime her zaman adapte olunması gerektiğini vurguluyor.

demir demirkanHem yorumuyla hem de yapımcılığıyla müzik dünyasının önemli isimlerinden olan Demir Demirkan, son albümü “Tam Ölmek De Değil” ile beş yıl sonra tekrar dinleyicilerinin karşısında. Albümü incelemeye başladığımda gözüme ilk çarpan durumun kapak görselindeki sadelik olduğunu söylemeliyim. Kendisine bu durumu aktardığımda ise beni içtenlikle onaylıyor ve bu albümde poz vermek istemediğini belirtiyor. Kapağın, müziğin sadeliğini ve derinliğini çok iyi yansıttığını vurgulayan Demirkan, basitlik ve sadelikte derinliği sağlamanın çok zor olduğunu ve bu çalışmayla başarıyı yakaladıklarının mutluluğunu aktarıyor. Stüdyosunda bizi sıcak bir şekilde ağırlayan Demir Demirkan, “Söz ve müzik anlamında ne kadar sadeleşip, derinleşip kendini ne kadar karşıya geçirebilirsen ustalığa giden yolda bir adım atmış oluyorsun” diyor ve müzik yolculuğunda yaşadıklarını bizimle paylaşıyor.

Yeni albümünüzün daha olgun bir albüm olduğunu söylemişsiniz. Diğerleriyle kıyasladığınızda ne gibi farklar görüyorsunuz?

Evet, doğru. Son albümden bu yana beş yıl oluyor. Haliyle insanlar beş yılda çok değişiyor. Özellikle 35’den 42’ye kadar geçen o dönem, olgunluk dönemi herhalde. Yaşarken öyle hissetmiyordum fakat geriye dönüp baktığımda öyleymiş diye düşünüyorum. Bence yorumumda, şarkıcılığımda büyük fark var. İnsan kendini ne kadar kabul ederse o kadar rahat ifade edebiliyor. Teknik ve şahsi sınırlarını öğreniyor. Dolayısıyla onları sahiplenip yapabildiklerim bunlar deyip hepsini yoğurmaya başladığında senin dokun daha çok meydana çıkmaya başlıyor. Son albümde özellikle bu durum epey ön planda. 15 senedir müzik sektöründesiniz… 2000 yılında ilk albümüm çıktı. Yorumculuk tarafına bakıldığında öyle ama bestecilik tarafım 1992 yılından beri var. Pentagram, Trail Blazer albümüyle başlamıştı. O zamandan bu yana müziğin içindeyim.

Pentagram’ın sert tavrından böylesine sakin bir tavra geçişinizi nasıl yorumluyorsunuz?

2000 yılında Pentagram’dan ayrıldım. 15 sene oluyor, insan değişiyor ve bu değişimi de kabul etmek zorunda. Kabul etmediğin zaman kendine de, seyircine de dürüst olmuyorsun. Dürüst olmak çok önemli çünkü dinleyicimle doğru ve uzun süreli bir ilişki kurmak istiyorum. Bunun yolu da kendini şarkılarınla, müziğinle dürüst ve samimi olarak ifade etmekten geçiyor. Olmayan bir şeyi varmış gibi göstermek bir kariyeri devam ettirmek adına, doğru bir şey değil. Bu öyle bir süreç ki bir sürü dönemeçler, düzlükler, tepeler ve yokuşlar var. Hayat böyle, sonuçta insan değişiyor ve bu değişime her zaman adapte olmak zorundayız. Hayat sana çarpıyor ve sen o çarpan hayata göre dimdik durup yoluna devam etmek istiyorsun. Başka çare de yok açıkçası. Bunun müzikal yansımaları da değişip duruyor.

İş yaşamı ve ev yaşamı arasında dengenin önemi bilinen bir gerçek. Daha üretken olabilmek adına sizin için bunun tam tersi geçerlidir diyebilir miyiz?

Benim iki kariyerim var aslında. Bir tanesi Demir Demirkan albümleriyle başlayan 15 yıllık yorumcu kariyerim. Bir tanesi de prodüktör, besteci tarafım. Sadece prodüksiyon ve besteci tarafında kalsam eve iş getirmek gibi bir durumum olmayacak çünkü stüdyoya gelip sipariş işleri yapacağım. Diğer taraftan, artık kendi şarkılarımı yazacağım, kendimi ifade edeceğim dediğiniz zaman da bunun işle bir alakası kalmıyor, zaten kendi hayatın olmaya başlıyor.

Peki, yazmak mı söylemek mi?

Eşdeğer. Çok yazınca söylemek istiyorum. Çok söyleyince de yazmak, stüdyoya dönmek istiyorum. Eskiden anlayamadığım bir durumdu bu. “Acaba maymun iştahlı mıyım?” dediğim oluyordu. Stüdyo mu, sahne mi diye düşündüğümde anladım ki ikisi Yin Yang gibi. İkisi de lazım bana. Çoğu insanın bir işi var, çok da mutlular. Öyle olsa daha kolay bir hayatımın olacağı kesin ama beceremedim.

Ama mutlusunuz herhalde…demir demirkan

Şu an nasıl biri olduğumu bildiğim ve kendimi böyle tanımlayabildiğim için mutluyum.

Yaptığınız işlerle alakalı bir pişmanlık yaşadınız mı hiç?

O kadar çok şey var ki… İrili ufaklı çok var açıkçası. Bir şeyin içindeyken farklı bir düzeye çıkıp onakarşıdan bakmaya elinden geldiği çalışıyorsun ama maalesef olaylar 10-15-20 sene sonrasında baktığın kadar net görünmüyor hiçbir zaman. Hâli hazırda şu anı yaşıyoruz, belki daha sonra bakıp şaşıracağım. Herkesin hayatında bu var, kalkıp da “Ben yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim” diyen biri varsa dürüst değildir.

Keşke bu şarkıyı yapmasaydım dediğiniz bir an oldu mu?

Keşke “Yolun Yarısı” albümüne o şarkıyla çıkış yapmasaydım. O klibi çekmeseydim mesela.

Müzik sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Müzik sektörü pazar yeri gibi. Umarım pazar yerinden en azından bir mağazaya dönüşebilir. Şu an o kadar lokalize olmuş ve şahıslar üzerinden yürüyen bir sistem var ki… Müzik endüstrisi diyemeyiz, sektör demek için de zorlanırız açıkçası.

Bu sıkıntıları gidermek için ne yapmak lazım sizce?

Kültürel bir durum. Buranın kültüründe çok fazla yapısallık yok. Böyle de gidebilir. Ama diğer taraftan da dünyaya entegre olmak söz konusuysa eğer bir metoda bir sisteme oturtmamız gerekiyor. Batıdan ya da dünyadan gelen bir sistemi buraya uygulamamız gerekebilir. Türkiye’nin her açıdan sorunu bu, sadece müzik değil. Sosyal yönetiminden, iş yapma tarzına kadar. Her müziğin küçük ya da büyük dinleyici kitlesi var. Müziği yapan insanın o kitleyle mutlu olup olmadığı önemli. Mesela ben müziğimi yapıyorum ve bunu kaç kişinin dinlediği çok belli Türkiye’de. Daha çok dinlenen başka müzikler var ama ben o müziği yapamam, olmaz. Senin seyircin neredeyse, ne kadarsa sen onlara gideceksin onlarla bunu paylaşacaksın. Bundan daha ötesi yok ama bunu iş yönetimi, bir ürün pazarlama, ürün tasarımı gibi görmeye başladığında farklı yerlerde kayboluyorsun.

Heyecanınızı kaybettiğiniz dönemler yaşadınız mı?

Yaşadım ama hep yanlış sebeplerden dolayı. Huzur, hem deneyimle hem de yaşla birlikte geliyor. Zekam da gelişiyor olabilir enteresan bir şekilde. Eskiden çok fevri hareketlerle turları, albüm tanıtımlarını iptal ettiğim oldu. Her şeyi bırakıp başka bir ülkeye taşındığım oldu. En ufak bir şeyden irite olup, onlar benim müziğime layık değil gibi tuhaf tavırlarım da oldu. Aslında bunların altında başka şeyler yatıyor tabii. İşlerine düzeysiz bir yorum yapıldığı zaman durup düşünüyorsun ama aslında gerçek seyircin bunlara zaten takılmıyor. Onlarla harika bir ilişkin var, kendini ifade ediyorsun, varını yoğunu buna vermişsin, ufak şeylerin bunu mahvetmesini düşünemiyorum bile, artık mümkün değil.

İdolünüz var mı?

Bir iki konuda ayrı ayrı idollerim var. Gitarist olarak en sevdiğim adam David Gilmour’dur. Eski Pink Floyd’un gitaristi. Şarkı yazarı olarak Grayson Capps diyebilirim. Türkiye’ye baktığımda Bülent Ortaçgil, Mazhar Alanson. Çünkü onların gücü ifadede. Kendimi taşımak istediğim nokta bu kişilerin düzeyleri. Bir de kaygısız olma adına idollerim oluyor benim. Bu adam gibi olmak lazım olaylar karşısında dediğim kişiler var.

Bu işi yapmasaydınız, hangi mesleği seçerdiniz?

Kafamda yapmak isterdim diyebileceğim iki şey var. Birincisi sporcu olurdum ve yapacağım spor kesinlikle suyla ilgili bir şey olurdu. Bireysel bir spor yapardım, windsurf ya da dalış. İkincisi ise hayvanlarla ilgili bir meslek olurdu.

Kendinizi CEO olarak düşünebiliyor musunuz?

O çok zor olurdu. Kariyer olarak yönetime kadar yükselmiş, CEO’luk yapan bir adam hayatta olamam, mümkün değil. O çok büyük sabır isteyen bir şey. Bende o sabır yok maalesef.

Bundan sonra neler yapacaksınız?

Senfonik bir eser üzerinde çalışıyorum. Bunun yanı sıra bu ay başlayacak olan konserler var. Uzun vadede planım yok ama kendime daha çok vakit ayırmak istiyorum. Kendime biraz daha bakmak istiyorum açıkçası. Farkındalığımı nasıl yükseltebilirim, daha dürüst nasıl olabilirim diye de düşünüyorum. Seninle konuşurken bile kendimi tanıyorum hâlâ, ikinci bir göz beni izliyor şu anda. Bu farkındalığı artıran bir şey. Bu konuda da belki bir kitap yazabilirim.

KISA KISA:

Favori yemeğiniz: Pizza

En sevdiğiniz film: The Big Lebowski

Favori kitabınız: Tanrılar Okulu

Favori şehriniz: Tokyo

En çok etkilendiğiniz konser: Roger Waters İstanbul konseri