Akıllarda iz bırakan birçok ödüllü filmin unutulmaz oyuncusu Füsun Demirel, tiyatro, sinema ve televizyona yıllarını vermiş bir isim. Oyunculuğun dışında yaptığı önemli çevirilerle tiyatroya da katkıda bulunan Demirel, “En iyi bildiğim iki şeyi buluşturdum: tiyatro ve İtalyanca” diyor. Ankara doğumlu olan Füsun Demirel, 1976’’da Perugia Dil Üniversitesi, 1977-1980 Roma Dramatik Sanatlar Akademisinde öğrenim görmüş. 1980-1982’de Almanya Berlin Kollektiv Theater’’da Vasıf Öngören ile profosyonel olan Demirel, Dostlar, Devekuşu, Dormen tiyatrolarında çalışmış ve 1984 yılında sinemaya başlamış. Akıllarda iz bırakan birçok ödüllü filmde rol alan oyuncu, 1982-1983 yıllarında İtalyancadan oyun çevirileri yapmaya başlamış. İtalyan yazarlar Dario Fo ve eşi Franca Rame’nin birçok oyununu dilimize kazandırdı. Bir ajans kurarak, yazarların Türkiye temsilciliğini aldı ve tiyatro oyunlarını kitap halinde yayınladığı bir ajans kurdu. 1996’’da bir dönem ÇASOD Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini de üstlenen Demirel ile tiyatro, oyunculuk ve Türk sineması hakkında konuştuk.

Tiyatroya eğitimine yurtdışında başlamışsınız. Tiyatro öğrenimi görme isteğiniz nasıl doğdu?
İlk önce İzmir’de amatör olarak tiyatro yapmaya  başladım. Daha sonra sahneyi sevdim ve meslek olarak sürdürmeye karar verdiğimde eğiıtim almak istedim. 

Tiyatro oyunculuğu yaparken sinemaya adım atmanın size nasıl bir getiri sağladığını düşünüyorsunuz?
Sinema ayrı bir sanat dalı. Sinemayla tanışmak, o büyülü dünyanın bir parçası olmak genç bir insanı çok etkiliyor haliyle. Bambaşka zenginlik ve boyut kazandırıyor. Tiyatro salt insan bedeni ve zihniyle yapılırken, sinemada birden bire teknolojinin içinde buluyor insan kendini. Gelişkin kameralar, ışık malzemeleri, doly’ler, panter’ler. Sayısız cihazlarla donanmış ve müthiş bir insan kalabalığı. Zihniniz farklı açıdan gelişmeye başlıyor. Oyunculuğa daha teknik bakabiliyorsunuz. Daha incelikli, daha ekonomik, daha doğal ve hayatın içinden karakterler yaratma adına oyunlar cıkarmaya başlıyorsunuz. Bana mesleki anlamda cok şeyler kattı elbette. Diziler geri götürdü, aşağı çekti ama sinema hep donanmamı sağladı.

Hala tiyatroya devam ediyor musunuz?
Hayır uzun yıllardır ara verdım.

Tiyatro devrinin kapandığı yorumlarına dair neler düşünüyorsunuz?
Yok öyle birşey. Tiyatronun işlevi bambaşka. Sinema büyük bir sanayi ve bildiğiniz gibi kültür emperyalizminin en iyi uygulanabildiği sanat dalı. Sinema dünyayı avucunda tutabiliyor. Siyasetin en içinde olabiliyor. Tiyatronun bu gücü yok. Çünkü tiyatro daha stabil bir sanat. Sinema gibi anında dünyanın 500 yerinde gösterilemiyor. Büyük, geniş kitlelere anında ulaşamıyor. Daha lokal bir durumda yaşanıyor. Ayrıca bir sanayi değil.
Ama tiyatro öldü diyenler daima kötü işler yapıp başarısız olan tiyatroculardır. Sonra da böyle söylenti yayarlar ya da popüler kültürün kalemşörleridir ve onlar tiyatro sanatının işlevinden rahatsız olurlar. Tiyatro sanatların en eskisi. Şimdi en çağdaşı olma mücadelesi vermekte. Yeldeğirmenleriyle çarpışmayı sürdürüyor.

Birçok film ve televizyon dizisinde rol aldınız. Siz ikisi arasında nasıl bir ayrım görüyorsunuz?Televizyon salt ticari bir araç haline getirildi. Bilgilendirmeden, bilinçlendirmeden yoksun bırakıldı insanlar. Salt eğlence aygıtı olarak hayatımızda. Üstelik hızlı tüketilen birsey. Bu sektör kanlı, vahşi, acımasız silahşörleriyle birbirlerini yok etme savaşında. Yıllardır dizi dünyasında mücadele veren bir oyuncuyum. Son 10 yılda öylesı dibe vurdu ki çalışma şartları, her yıl bir önceki yılı arar oldum. TV dizileri sabun köpüğü işlerdir. Sermayeye hizmet eder, alanın emekçilerı ise yaşamlarını sürdürmeye çabalar. Sinema gerçek bir sanat işidir. Tarihe malolur. Büyük ya da küçük maliyetli ama çok zahmetli, çok özen gösterilen çok hassas davranılması gereken bir iştir. Başarılı olduğunda da yaratıcılarıyla beraber ulusal hatta uluslararası sinema tarihindeki yerini alır.

Aldığınız ödüller size ne hissettiriyor?Elbette iyi şeyler hissettiriyor. Çok motive edici. Ödülden sonra bayrağı düşürme şansınız yok artık. Ancak bu çok subjektif bir durum ve ödüllendirilmemiş nice değerli sanatçımız var. Bazen onları düşününce ödül kurumunun hakkaniyetine olan inancım zayıflıyor.

Bir yazınızda “Oyunculuğu seçmemde en büyük etken belki de çocukluk zamanlarımdaki Osmanbey’deki gala gecelerinin kokusuydu” demişsiniz. Nasıl bir çocukluğunuz oldu?
Güzel bir çocukluk. Sinemayla, tiyatroyla, sanatla içiçe geçen bir çocukluk. Ailemin sanata olan düşkünlüğü beni de etkiledi haliyle. Küçük yaşta oyunculuk beynime kazınmıştı galiba.

Yılmaz Güney’in filmlerinin sizde derin izler bıraktığını söylemişsiniz. Neydi sizi Yılmaz Güney’de ve filmlerinde en çok etkileyen?
Ben 12 Mart ve 12 Eylül’ü yaşamış bir 78 kuşağı genci olarak Yılmaz Güney’den fazlasıyla etkileniyordum. O yoksulluğu anlatıyordu. Sınıflar arasındaki uçurumdan söz ediyordu. Çirkin Kral çağdaş bir Robin Hood misali zenginden alıp yoksula veriyordu. Bu devrimci, anarşist ruh taşıyan, isyankar ve muhalif gençleri çok etkileyecek bir şeydi. Aşıktım Yılmaz Güney’e.

Oynadığınız filmler arasında hangisi ya da hangilerini daha fazla sevdiniz?
Ayrım yapmam zor ama Züğürt Ağa, Ahh Belinda, Uçurtmayı Vurmasınlar, Camdan Kalp, Berdel, Ay Vakti, Boynu Bükük Küheylan, Büyük Adam Küçük Aşk, Eğreti Gelin’i çok sevdim.

Oynayacağınız filmleri neye göre seçiyorsunuz?
Önce hikayesi, sonra önerilen rol, sonra da yönetmeni ve yapımcısına göre seçiyorum.

Çeviri yaparak dilimize kazandırdığınız birçok oyun var, çeviri yapmaya nasıl başladınız?
Zaten İtalyanca’yı öğrenmiştim. Oyunculuk dışında ikinci bir uğraş olsun dedim. Boşluklarımız çok olduğu için o zamanları değerlendirmeliyim diye düşündüm. 1982 – 1983 yıllarında cok sevdiğim çağdaş İtalyan yazar Dario Fo’nun ve eşi Franca Rame’nin  oyunlarını çevirmeye başladım. Türkiye’de çeviri oyunun eksikliği yaşanıyordu. Çok meşakkatli ve karşılığı çok az olan bir iş olduğundan oyun çevirileri az oluyordu ama en iyi bildiğim iki şeyi buluşturdum: tiyatro ve İtalyanca. Bu oyunlar Türkiye’de 2 kusak yetiştirdi neredeyse. İnsanları güldürdü, düşündürdü.

Ajansınızı ne zaman kurdunuz ve şu an ne gibi faaliyetler gösteriyorsunuz?
1994 yılında Nurettin Şen ile birlikte yazarın Türkiye temsilciliğini alarak ajans faaliyetini başlattık. Yan kuruluşu olarak Açılım Yayınları’nı kurduk ve Fo oyunlarını yayınladık. Hem özel ve kurumsal tiyatrolarla telif sözleşmeleri yapıyoruz hem de yayınevini sürdürüyoruz.

İş dışındaki yaşamınızda neler yapıyorsunuz, özel zevkleriniz var mı?
İş dışında özel hayata zaman kalmıyor. Boşluk bulunca seyahat etmekten zevk alıyorum.
Beni çok dinlendiriyor.

Yeni projeleriniz neler?Yeni yayın dönemi için dizi projeleri önerildi. Değerlendirme aşamasındayım henüz.

Son olarak Türk sinemasının dış pazarda da adını duyurması için nasıl bir gelişim sürecinden geçmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?Akılcı, samimi, hayatın içinden, duyarlı senaryolar gerekli. Dış pazara kendini kabul ettirmek zor. Orası Kurtlar Sofrası. Özel sektörün yatırım desteği şart. Kültür Bakanlığı’nın köstek olmak yerine destek olması, bütçesini büyütmesi gerekli. Dışarıda tanıtım demek büyük bir yatırım. Devlet desteği gerekli. Türkiye hala gelişmekte olan ülkelerden. Gelişmiş ülkelerle rekabet şansımız yok değil ama az. Yılmadan üzerine gitmeli ama öncelikle bizim ulusal planda sektörleşmemiz için yılda en az 70 bin 100 film  çekilmesi gerekiyor. İç pazardaki kıpırdanma cesaretlendirebilir. Bugün Amerikan sineması dünyayı elinde tutuyor ve Avrupa sınemsı hala sorun yaşıyor. Koruyucu yasalar çıkartmalarına rağmen Avrupa krizi aşamadı. Dolayısıyla Türkiye’nin işi kolay değil ama öncelikle nitelikli işler yaratılmalı.