Türk pop müziğinin efsane ismi Erol Evgin, şarkı söylemeyi “kanat takıp uçmak kadar keyifli” diyerek tarif ediyor ve ekliyor: “Sesler ve kokular hiç unutulmaz. Şarkılar da öyle… Gül gibi, domates gibi kokar şarkılar…”
Televizyonun evlerle daha yeni buluştuğu, tek kanallı necefli maşrapa yıllarıydı… Önce yabancı şarkılara yazılan Türkçe sözlerle tanıştık pop müzikle,  sonra kendi müziğimizin yolunu bulduk.  İşte bu yolculukta hep en önlerde olmuş, kendi kültüründen beslenen bir müziği kitlelere benimsetmiş bir müzik aşığı Erol Evgin.  Küçük yaşlardan itibaren şarkı söylemek isteyen Evgin, geçmişten günümüze yaptığı başarılı çalışmalarıyla tartışmasız ki bugün Türk pop müziğinin en önemli isimlerinden biri…
Türkiye’nin müzisyen kimliğiyle tanıdığı Evgin, babasının ısrarlarıyla üniversitede mimarlık eğitimi aldı. Müziğe ara verdiği yıllarda 20 yıl boyunca mimarlık yapan Evgin, mimarlık eğitimiyle müziğin inceliklerini bir bütün haline getirdiğini belirtiyor. Eşiyle de okul sıralarında tanışan Evgin, son albümünde oğlu Murat Evgin’le birlikte çalıştı. Geçen Nisan ayında çıkardığı Göz Bebeğim Sen Çok Yaşa albümünde Evgin’ e yazdığı iki sözle Aysel Gürel de bir başka diyardan eşlik etti. Uzun müzik yaşamı boyunca izleri kuşaklar boyu dinlenecek birçok esere ses olan Evgin, birkaç kuşağın hayatında fon müziği olmanın keyfini büyük bir heyecanla yaşıyor. Bir dönemin bütün küçük kız çocuklarının evlenmek istediği ‘o’ yakışıklı olan ve müzik dünyasının nezaketiyle tanınan ismi Erol Evgin’le keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Müziğe başlama yolculuğunuza nasıl bir arzuyla yola çıktınız, neler yaşadınız?
Ben kendimi bildim bileli şarkı söylerdim. Çok küçük yaşlarda sandalyenin üzerine çıkıp çocukluğumun moda şarkılarını, tangolarını söylerdim. Hep şarkı söyleyeceğime inandım bu hayatta. Lisede orkestralarımız vardı, amatör topluluklarda. Tabi o İstanbul Erkek Lisesi’nde, yabancı dilde eğitimi veren bir okulda okuduğumuz için Batı müziği etkiliyordu bizi. O şarkıların ritmik dinamik halleri hoşumuza gidiyordu. Daha sonra lise son sınıfta Şerif Yüzbaşıoğlu orkestrasında solist oldum. Bu benim için büyük bir onurdu. Ve sonrasında kendi orkestram oldu, arkadaşlarımla ‘Moda 5’ ve ‘Yarasalar’ diye iki grup kurduk. Tüm bunların ardından 1969 yılında dönemin çok önemli radyo sunucularından Aykut Sporel’le ilk defa bir 45’lik albüm yaptık. O yıllarda çok mahcup bir çocuk olduğumdan, bir şairle ya da söz yazarıyla çalıştığımda, onların sözlerini beğenmezsem bunu nasıl söylerim diye düşünüyordum. O nedenle de kendim yazıyordum sözlerimi. Böylece 1969’dan 1975 yılında Çiğdem Talu ile çalışmaya başlamamıza kadar her yıl 2 tane 45’lik çıkardım. Ben bu döneme ‘arayış’ dönemi diyorum.
MÜZİKLE GEÇEN 41 YIL
Türkiye’de popüler müzik kavramının yeni oluştuğu dönemlerde siz yıllar içinde unutulmayan, klasikleşen birçok şarkı yaptınız. Bu dönemi biraz anlatır mısınız?
TRT yıllarıydı o zamanlar, necefli maşrapa yıllarıydı… İşte bu dönemde biz ne öğrendiysek TRT’den öğrendik. Sonra dediğim gibi Çiğdem Talu ile çalışmaya başladık. Bir yıl sonra aramıza Melih Kibar katıldı. Çiğdem’in 1983 yılında aramızdan ayrılmasına kadar Türk Pop Müziği’ne Unutulmayan şarkılar diyeceğimiz bir dönem yaşattık. İlk kez bir ekip çalışmasıydı o. Üçümüzün de inancı aynıydı. Bir ülkenin popüler müziği o ülkenin topraklarından hayat bulmalıdır, o ülkenin klasik musikisinden veya folkloründen esinlenmelidir, diye düşünüyorduk.  Dünyanın öbür ucuna bakarak müzik yapılmayacağını biliyorduk. Bu ortak duruşumuzla otuzun üzerinde şarkı yaptık. Şimdi yeni nesiller tarafından dahi söyleniyor. Bu benim için çok büyük keyif. Çünkü biz başladığımızda 1930’ların, 1940’ların Amerikan şarkılarını hala dinliyorduk ve bizimkilerde yıllar geçtikçe söylensin istiyorduk. Geriye dönüp baktığımda pop klasikleri olduğunu görüyorum. 1969’dan günümüze 41 yılı geride bıraktım ve bu 41 yıl içinde Türk pop müziğinin emeklediği günlerden bugüne kadar hep içinde olmak benim en büyük kazancım oldu.
Peki o yıllarda olmayan kendi ülkesini köklerinden beslenen müzik fikri nasıl oluştu? 
Ülkelerin müziklerinde üç ana başlık olur. Bu dünyada da böyledir. Birincisi klasik müziktir, o merkezi otoritenin sesidir ve onun himayesindedir. İkincisi folklorü olur, o da toprağın sesidir. Bunların yanında bir de kentin türküsü dediğimiz, 20. yüzyılda kentleşme ve endüstrileşmeyle birlikte hızla büyüyen şehrin müziği olmalıydı. Çünkü hepsinin davranış biçimi farklıdır, o nedenle müziği de farklıdır. Kentin müziğinin sesi yüksek, ritmi farklıdır. Ritmik dinamik, kolay algılanabilir olmalıdır. Ama burada kolay kelimesi sizi yanıltmasın, kolayı yapmak zordur!
1980’li yıllardan itibaren sizin müzikal döneminiz başlıyor ve sonrasında ara verdiğiniz yıllar. O günlerden bugüne neler yaptınız? 
İkinci dönemimden sonra müzikaller dönemi başladı benim için. 1980 yılında Haldun Dormen’in yazıp yönettiği ve Egemen Bostancı’nın sahneye koyduğu iki müzikalde başrol oynadım. Bu müzikallerde 600 kez sahne aldım. O dönem bir milyondan fazla insan izledi bizi. Çok önemli çalışmalardı. O şarkılar da bugün hala söyleniyor. Müzikal anlamda klasik oldular. Ama daha sonra 20 yıla yakın sahnelerden uzaklaşarak 1986 yılında mimarlık ofisimi açtım.
Tabi uzun soluklu televizyon programları yaptım bu dönemde kendimi unutturmadım. Süper Aile, Erol Evgin Şov, Bir Sevda Masalı ve son olarak da Bir Şarkısın Sen programını yaptım. Bana iyi bir hobi oldu. Albümler yaptım, ‘Sen Unutulacak Kadın mısın?’ ve ‘İbadetim’ albümlerinin ardından iki koleksiyon albümle gençlerle buluştum. Bu arada haftada bir gece The Plaza otelinin Roof’unda sahneye çıkmaya yeniden başladım. Bu yılda oğlum Murat Evgin’in yönlendirmesiyle yeni bir şeyler yapmaya karar verdik ve ‘Gözbebeğim Sen çok yaşa’ albümünü yaptık. İçinde yedi tane Murat Evgin bestesinin, iki tane Aysel Gürel sözünün bulunduğu ve bunun yanı sıra çok değerli söz yazarlarıyla birlikte çalıştığımız çok güzel bir albüm oldu. Şimdi bundan sonra az zamanım kaldığını düşünerek sık kayıt yapmak istiyorum. Gelecek yıl yeni bir kayıt daha yapacağım. Kendime hak ettiğimi düşündüğüm bir olgunluk dönemi yaşatmak istiyorum.
BABAM İÇİN MİMARLIK OKUDUM
Müzik hayatınızın yanı sıra mimarlık eğitiminizden de bahsetmeliyiz. Bir yanda mimarlık eğitimi bir yanda müzik, nasıl bir kariyer planı yaptınız kendinize?
Bizim zamanımızda kariyer planı diye bir kavram yoktu. Duygularımızla hareket ediyorduk. Ben zaten her zaman duygularla yönettim her şeyi. O nedenle kariyerimi de öyle yönettim. Bir projeye dosya üzerinden baktığınızda başarılı olmayacak proje yoktur. Hepsi mükemmel görünür ama siz o projenin hayata geçip geçmeyeceğini duygularınızla ve deneyiminizle hissedersiniz. İşte bu, iş ve kariyer planlamasında işte bu çok önemlidir.
Mimarlık eğitimime gelince, ben aslında yalnızca şarkı söylemek istiyordum. Fakat babam otoriter bir babaydı, 5 tane erkek çocuğun babası. Hepimizi yabancı dil eğitimi veren okullarda okuttu, hepimizi o zamanın gözde mesleklerine sahip olmamız için yetiştirdi. Benim buna itiraz etme şansım yoktu. Babamı hoş tutmak için bir diploma alayım dedim.  Müziğe en yakın ama itibarlı bir mesleği aramaya başladım. O da mimarlıktı…
Mimarlık eğitimi almanız müzik hayatında size yardımcı oldu mu?
Mimarlık için susmuş bir müziktir derler. Gerçekten de belgesellere bakın,  Süleymaniye Camii anlatılırken fonunda Dede Efendi’nin musikisi çalar veya Notre Dame’ın fonunda barok müzik vardır. Müzikteki kıvrımlı melodileri, notaları, ezgileri, herhangi bir mimari eserin kıvrımlarında görürsünüz. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’ne gittim. İyi ki de öyle yapmışım çünkü orada estetiğin kurallarını öğrendim, sanatın kurallarını öğrendim. Çünkü bizim müziğe başladığımız yıllarda pop müziğin hiçbir kuralı ekolü yoktu. Sanattan, sanatın kurallarından çok paralel çizgiler çekebildim müziğe. Ve orada çok mutlu oldum. Mimarlık eğitiminde aldığınız sorgulayıcı, sebep-sonuç ilişkisine dayanan yaklaşımdan çok faydalandım. Çünkü mimarlıkta da her şeyin ölçüsü insandır ve her şey insan içindir. Müzikte de aynı şey geçerli. Benim müzikteki yolumu çok aydınlattı o nedenle. Akademik kariyerim sırasında şarkılar çok ısrarla çağırınca bıraktım. Mimarlık eğitimi aldığım için de mutluyum. Elbette, müzik benim hayatımın en önemlisi. Kanat takıp uçmak kadar keyifli bir şey benim için.
Eşinizle de okul yıllarından bu yana tanışıyorsunuz. O sırada akademik kariyeri bırakma kararı sizin için zor olmadı mı? Bir tarafta emin bir hayat bir tarafta belki macera…
Macera tabi, ailem çok şaşırdı istifa edip okuldan ayrılmama. Çok inandığım zaman kimseyi dinlemiyorum. Burnumun dikine gidiyorum her zaman. Yeter ki burnunuz eğri olmasın…“SAYGINLIK ZAMANLA KAZANILIYOR”Uzun yıllardır aynı çizgiyi korumak ve nesiller tarafından sevilmek nasıl bir duygu?

Şu anda elbette ki çok güzel bir duygu. O zaman anlayamıyorduk tabi. Çünkü ben sevdiğim için şarkı söylüyordum. Bu kadar önemli bir iş olduğunu anlayamıyordum. Geriye dönüp baktığımda Türkiye’nin yakın tarihinde son 40 yıl içinde benim sesim ve şarkılarım hep olmuş. İnsanların yaşamlarına sinmiş olmak, hayatlarının belli dönemlerinde onlara sesimle fon müziği olmak ve onları mutlu etmek beni çok heyecanlandırıyor. Sesler ve kokular hiç unutulmaz. Şarkılar da öyle… Gül gibi, domates gibi kokar şarkılar. Zaman içinde de bir saygınlık kazanıyorsunuz. Bunu da tabi kurban vererek sağlıyorsunuz. Yani yaptıklarınız kadar yapmadıklarınızla bu saygınlığı kendiniz sağlıyorsunuz. Bu bana yakışmaz diyerek, beni seven insanlar beni böyle görmek istemez diyerek kendinizi bir yere konumlandırıyorsunuz. O konumda olursunuz ya da olmazsınız ama bence zaman içinde oluyorsunuz. Reddettiğiniz şeyler size maddiyat gibi popülarite gibi bir takım kayıplar getiriyor. Ama sizi siz yapan da reddettikleriniz bir yerde.
Sizce bugün müzik dünyasının en büyük sıkıntısı nedir?
Elbette, albümlerin çok az satması. Albüm satışları onda bir oranında düştü. Bu da üreten insanların hevesini ve coşkusunu kıran bir durum. En büyük sorun bu. Korsanlık vardı ama internet ortamında her şeyin indirilebiliyor olması o durumu ortadan kaldırdı. Teknoloji beraberinde yasal düzenlemeleri de getirmeli bir an önce. Bir an önce müzik sektörü, sinema sektörü koruma altına alınmalı. Çünkü bunlar bir ülkenin çok önemli çocuklarıdır. Uygarlığın göstergeleridir.  Bir ülkenin köklerini müziğinden, şiirden, sinemasından anlarsınız.