Sanatın birçok dalına yeteneğiniz var. Bu sizce yetiştirilişinizden, aileden gelen bir şey mi?

Aslında olabilir çünkü ailemizde ağabeyim Attila İlhan başta olmak üzere birçok sanatçı var. Türkiye’nin ilk balerini de bizim aileden. Ben şahsen çok küçük yaştan beri oyunculuğa meraklıydım. İzmir’de bir bağımız vardı, yazları giderdik. Önünde bir verandası vardı, bahçede de kocaman bir dut ağacı… Aile verandaya otururdu, ben daha dört beş yaşındayken tülbentleri alıp o dut ağıcının arkasından ront yaparak çıkardım. Demek ki o yaştan itibaren oyunculuğa bir dürtü varmış. Sonra da zaten tahsil hayatımla bu isteğim pekişti.

Kandilli Lisesi’ne yatılı gittim; okulun çok güzel bir kütüphanesi vardı. O kütüphanede bir dolu roman ve oyun okudum. Biraz büyüyüp de orta son – lise bir yaşlarına geldiğimde oyunları sahneye koydum. Arkadaşlarımdan oyuncular bulurdum. Kendim daima erkek rollerine çıkardım çünkü başroller hep erkekti. Molliere, Gandone gibi yazarlardan oyunlar sahneye koyduğum özel geceler yaptık. Bu içgüdü beni hep takip etti. 

Hem resim hem de tiyatro eğitimi almayı nasıl başardınız?

Liseyi bitirdiğim yıl şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin resim bölümüne girdim. Aynı zamanda İstanbul Belediye Konservatuarı tiyatro bölümünü de kazandım. İkisini bir arada götürdüm ve mezun oldum. Öğrenciyken sahneye koyduğumuz oyunlar büyük başarı kazandı ancak ailem okulum bitene kadar oyunculuğa başlamama karşı çıktı.

Modaya ilginiz nasıl başladı?

Aslında benim modayla ilgim çok sonraları gelişti. Türk sinemasında bir durgunluk dönemi oldu, o erotik film furyasının başladığı zamanlardı. Gerçek sanatçılar o dönemde hep geri çekildiler. O durgunluk zamanlarında bana bir teklif geldi, bir fuarda bir stand açmak ister misin diye. Sadri benim boş durmaktan sıkıldığımı bildiğinden sıcak baktı. İlk başlayışım böyle neredeyse tesadüf sonucu oldu. Önceleri dışarıdan birtakım özel parçalar getiriyordum. Daha sonraları neden imalat da yapmayayım diye düşündüm ve bir atölye kurdum, evimdeki tek makineyi de aldım getirdim koydum. Ama makine almak lazım, para lazım, bir sürü iş yapmak lazım… Tek başıma çok uğraştım ve sonra makineleri gittim kiraladım. Sadri bu işi yapmama tamamen karşıydı ama ben yine de kendi kendime bu atölyeyi kurdum. Önce bir şeyler yapıp dükkanın kapısına asıyordum. Sonra bu yaptıklarım hep satıldı ve bu bana bir moral verdi. Aşağı yukarı 30 yıldır da aynı şekilde devam ediyorum.

Çok enerjik bir insansınız. Çalışmadığınız zaman nasıl hissediyorsunuz?

Çok kötü. Tatilden nefret ediyorum. İlk gittiğim gün o yerleşme telaşı falan hoşuma gidiyor ama ikinci günün akşamına doğru sıkılmaya başlıyorum. Hayatımı hep bir şeylerle uğraşarak geçirmeye alışmışım. Boş durmak beni sıkıyor açıkçası. Şu an mesele Kanlıca’da oturuyorum, güzel bir ev, deniz kenarı… Bazı günler şehre inmeyebilirim. Ama bunu hiç yapmıyorum. Cumartesileri dahil her gün iniyorum. Bu sorumluluk, insanlarla göz göze bakıp bir takım sorumluluklar almak beni işime bağlıyor.

Şu an zamanınızı işleriniz arasında nasıl bölüyorsunuz?

Mesela dizi çekiyorum, öyle bir yapıyorum ki orada olduğum günlerin dışında genellikle provaları ayarlamaya çalışıyorum. İlkbaharda İstanbul’da tiyatroda oynuyordum, Bursa’da diziyi çekiyordum, hem de atölyede duruyordum. Örneğin sabah kalkıp arabayla Bursa’ya gidiyordum, akşama İstanbul’a gelip işlerimi hallediyordum. Sonra tekrar sabah erkenden kalkıp Bursa’ya gidiyordum. Böyle çok zor oluyor doğrusu. Ama her işin zevki kadar bir zorluğu da var. 

Birlikte çalıştığınız insanlarda önem verdiğiniz özellikler neler?

Bir kere yaratıcı ve geniş bir görüş açısı olması gerekiyor. Sadece emek bir şey ifade etmiyor benim için. Kafasının çalışması, benim ne demek istediğimi anlaması gerekiyor. Bu benim için çok önemli. Yüzde 70 anlıyor olması yeterli çünkü yüzde 30 telafi edilebiliyor. Her işin başında dönerim zaten ama bir kişinin işin kendine ait olan kısmının sorumluluğunu alabiliyor olması gerekiyor.

Evliliğiniz, sanat yaşantınız… Birçok insana peri masalı gibi gelen çok güzel bir yaşamınız olmuş. Sizin en sevdiğiniz yönü neydi?

Evet, güzeldi gerçekten de. Bana en çok hoş gelen şey, evliliğimizin bir döneminde, ilk yıllardan biraz sonraki dönemde sinema oyuncularının çoğu sahneye çıktılar ve biz o sahne döneminde Ankara İzmir Fuarı gibi turneler yaptık. Sadri sahneye çıkıyordu, benim öyle bir görevim yoktu. O senelerde sinemadan arkadaşlarımızla hep bir aradaydık. O sohbetler, gırgır, şamata, gençlik yıllarının getirdiği o heyecan ve her şeye gülme hissi çok güzeldi. Daha acılarla tanışmamıştık. Anne babalarımız sağdı, her şey yerli yerindeydi ve acıyla gerçekten de hiç karşılaşmamıştık. Çocuğum küçüktü, derdim yoktu…. O dönemlerin tadı inanın hala damağımda. Bir de İstanbul’daki arkadaşlıklarımız… O zamanlar tabii televizyon yok, hep evlerde toplaşırdık. Sohbetler, kahkahalar… O zamanlar anılarımda çok büyük yere sahip.

Şimdiki sanat camiasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi her şey çok kopuk. Eski ilişkiler yok, insanlar birbirlerinden ayrı yaşıyorlar ve yalnızlıkları televizyon kapatıyor. Herkes televizyonun karşısında. Öyle evde toplanmalar, ev hayatı yok artık. Ben çok kolay dost edinebilen bir insan değilim. Ortak geçmiş olmayınca insan sadece gündelik şeyleri paylaşabiliyor. Sadece ahbaplık oluyor, yaşanmışlık çok ayrı bir şey.

Sanat dünyasında ve iş yaşamında bulundunuz. Kadın olarak bu dünyaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir kere ben kadın olmanın hiçbir avantajını görmedim. Hiçbir avantajım olduğunu zannetmiyorum. Ben müstakil bir iş yapıyorum, öyle kimseye bir bağlılığım yok, yapabildiğim kadar elimden geldiğince yapıyorum. Avantajını moda için söyleyebilirim. Sonuçta kadınlara yönelik bir iş yapıyorum ve kadın olmak bana bu konuda avantaj sağlıyor. Ünlü bir kadın olmanın sonuçta bana sağladığı hiçbir şey yok. Birtakım zorluklar var tabii ama bunlarla baş etmeyi biliyorsunuz. Ama çok büyük bir zorluk çektiğimi de söyleyemem. İş hayatının getirdiği her zamanki zorluklar. Ödemeler, yasal konuların takibi ve bunun gibi şeyler… Böyle zor dönemler de yaşadım ama yaşamımdaki tür faaliyetlerim arasıda bir denge kurarak bunları da aşmaya çalıştım.

Sadri Alışık Tiyatrosu’yla ilgili yeni planlarınız neler?

9 yıldır tiyatroyu devam ettiriyoruz. Bu da tabii ki çok zor bir iş. Yaz kış oyun sergiliyoruz, üstelik turnelerimiz de oluyor. En son tiyatroyu bir kültür merkezi haline getirdik. Şu anda dört tane faal oyun var. Gençler de bu sene bir oyun kuracak. Bir çocuk oyunu sahneleyeceğiz, her türlü yeniliğe varız. Sürekli kendimizi yeniliyoruz. Ve bu da böyle sürüp gidecek.

Yeteneklerini en iyi şekilde değerlendirmiş bir insansınız. Diğer insanlara yeteneklerini değerlendirmeleri için neler önerirsiniz?

Bir kere mütereddit olmasınlar; yani kararsız kalmasınlar. Yapsam mı yapmasam mı gibi fazla düşünmesinler. Akıllarına koydukları, yapabileceklerine inandıkları bir şeye düşünmeden girişsinler. O korkaklık insanın hayatta birçok şey yapmasını engelliyor. Sen şimdi bana aklımın biraz yatacağı bir iş getir, ben ona balıklama atlarım. Elbet zorluklar çıkacaktır ama zaman içinde zorluklar oluştukça onları hallederim. En başta zorlukları düşünmem. Ve bu yaklaşımla gerçekten de hallederim bütün sorunları. Bir işe girerken, “Acaba batar mıyım? Ya hakkından gelemezsem?” türünden düşüncelere kapılmam. Örneğin bir oyun var; çok kalabalık ve çok da yatırım yapmak gerekiyor. O oyuna bir anda ısınırım ben ve hemen çalışmalara başlarım.

İşinizle ilgili en çok sevdiğiniz şey nedir?

Oyunculuğu çok seviyorum, yaratıcı olmayı da çok seviyorum. Mesela bir modelin, bir elbisenin çok iyi olması insana bir yaşama sevinci veriyor. Çalışmadan geçen bir yaşam, ekonomik olarak rahat da olsa bence insandan çok şey götürüyor. Tabii ki insanın evi, ailesi, çocuğu çok önemli bunlara da vakit ayırmak gerekli ama sonunda ne oluyor? Yalnız kaldım işte… Şimdi benim bu işim olmasaydı ben ne yapacaktım? Üzüntüyle içime kapanıp hiçbir şey üretmeden zamanımı boşa geçirecektim. Eşimi kaybetmenin acısını da böyle yendim. Bir saniyemi bile boş bırakmadan çalışarak… Herkese tavsiyem şu: Mutlaka zevk aldıkları, hayatın içinde bir şeyle uğraşsınlar. Bu idari bir iş olur, sanatsal bir iş olur… Bilfiil çalışmanın insana çok faydalı olduğuna inanıyorum.

Şu an ne tür kitaplar okuyorsunuz?

Son zamanlarda çok fazla kitap okumaya vaktim olmuyor. Ama çok severim okumayı özellikle çocukluk yıllarımda çok okurdum. Ağabeyim Attila İlhan çizdi bana bu yolu. Fransız klasiklerinin, Rus klasiklerinin hepsini okudum. Ama şu karmaşada, şu iş ortamında artık hiç vakit bulamıyorum. Her gün gazete geliyor ama onu bile geceleri okurken uyuyakalıyorum.

Modacı olarak işinizle ilgili geliştirmek istediğiniz bir yön var mı?

Bende şöyle bir eksiklik var: Ben insanlarla uğraşmaktan işin aslını unutuyorum. Televizyonlar arıyor; defileler yapalım, programlar yapalım diye… Ama ben bunlarla çok ilgilenmiyorum. Reklam, pazarlama yönünden çok eksiğim. Ben insan seviyorum; insanlarla iletişim kurmayı seviyorum. Bir kıyafet yaparken kendime yapıyor kadar iyi yaparım. O iletişimi karşımdakine de yansıtıyorum. O yansıdığı için kıyafet yapacağım kişi de inanıyor bana. Bu beni mutlu ediyor. Gel gör ki pazarlamada sıfırım, hiçbir şey yapmıyorum. Bunlar bana külfet geliyor. Üretmenin zevki yetiyor bana. Bu da sanatçılıktan gelen bir şey olsa gerek. Ama bir şey daha var; ben her yaptığım şey için bunun daha iyisi olabilir diye düşünürüm. Tatmin olmuyorum, bu her şeyde böyle.

Ev yaşamınızda da bu kadar aktif misinizdir?

Evet, ev şaşantımda da düzeni severim. Bir kere ev hayatını çok severim. Konuklarım olsun, onları ağırlayayım isterim. Misafir ağırlamaya hiç üşenmem. Yemek yapmayı da severim, çok güzel yaptığım yemekler vardır örneğin. “Eyvah misafir geldi!” dediğimi hiç hatırlamıyorum. En sevdiğim toplantılar da evde olanlardır zaten. Biz bize, çok yakın çevremizle birlikte yaptığımız sohbetler çok hoşuma gider.

Keşke yapsaydım dediğiniz bir şey var mı?

Evet, sinema… Keşke imkanlarım olsa, daha çok sinema yapabilseydim diyorum. Ama yönetmen olarak değil, yapımcı olarak. Oyuncuları bulmak, organizasyonu gerçekleştirmek, birtakım yenilikler ortaya çıkarmak… Yapımcı olarak da oyuncu olarak da sinema en güzeli. Ama ben çok zor beğenen bir insanım, hep bir sonrası vardır benim için.