Sabahları birçoğumuzun daha uyuduğu saatlerde uyanıyor, neredeyse tüm zamanını hipodromda geçiriyor. Üstelik tüm bunların hepsini yaparken yorulduğundan hiç bahsetmiyor. Yarış atı antrenörü Duygu Fatura Oluk, bu dünyada yer almasının en önemli nedeninin tutkuyla bağlı olduğu yarış atları olduğunu söylüyor.

Çocukluğunda atlarla tanışan Duygu Fatura Oluk, daha o yaşta hayvanlarla olan bağını keşfetmiş ve veteriner olmayı kafasına koymuş. Üstelik sadece veteriner olmakla yetinmeyip hep hayalini kurduğu yarış atlarıyla ilgili çalışmayı tercih etmiş. Yıllardır ata binen, milli takımda binicilik yapan Oluk, son dört yıldır 25 kişilik bir ahırda ekürisiyle birlikte yarış atı antrenörlüğü yapıyor. Mesaisi sabah 04.30’da başlıyor akşam 20.00’de sona eriyor. Bu arada bir de ithalat şirketi yönetiyor. Tüm bu işlerin ana odağında ise yarış atları var. Evi ve ofisi ise Veli Efendi Hipodromunun hemen karşısında. Erkeklerin egemen olduğu bu dünyada bir kadın olarak yer almanın öncelikle tutkuyla mümkün olabileceğini ifade eden Oluk’un başarısında çok sevdiği bu alanda yılmadan çalışmasının etkisi olduğu bir gerçek. Tatillerini, sosyal çevresini kısacası tüm hayatını bu düzene adapte eden Oluk’la yarış atlarına olan sevgisini ve sıra dışı kariyerini Veli Efendi Hipodromunun yeşil ve bambaşka dünyasında konuştuk.
Yarış atlarıyla olan bağınız nasıl başladı? Ne zamandan bu yana yarış atı antrenörlüğü yapıyorsunuz?
Benim küçük yaşlardan bu yana at tutkum vardı. Büyükbabamın Bursa’da çiftliği vardı ve beni ahırdan çıkartamazlardı. Daha 9 yaşındayken veteriner hekim olmaya karar verdim. Aslında önce jokey olmak istedim ama sonra jokey olamayacağımı fark edip vazgeçtim ve veterinerlikte karar kıldım. Ve o yaştan sonra hep hedefimde yürüdüm ve veteriner oldum. Benim hem anne tarafımda hem baba tarafımda atlara aileden gelen bir ilgi var. Yıllarca engelli koşularda binicilik yaptım, milli takıma seçildim. Fakat her zaman ilgim yarış atlarına karşı daha fazlaydı. Ailem bu konuda çok desteklemediler aslında, onlara değişik geldi. Belli bir yaşa geldiğimde ise çocukluğundan bu yana hayalini kurduğum yarış atlarına daha yakın olma şansım oldu. Hem kendi atlarım oldu hem de son dört yıldır Türkiye’nin en büyük ekürilerinden biri olan Selman Taşbek’le çalışma fırsatım oldu. Onun asistanıyım aslında. Bunun yanında veterinerliğe gelince, Uludağ Üniversitesi’nde Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Anabilim dalında doktoramı tamamladım. Klinik çalışma yapmıyorum, çünkü atların sadece tedavisiyle değil idmanları ya da binişleriyle de ilgilenmeyi seviyorum. Bir taraftan da beslenme doktorası da yaptığım için kendi firmamda at yemi ithal ediyorum. Sabahları jokey olarak bazen kendi atlarımı kendim çalıştırıyorum. Kısacası atlar üzerine bir hayatım var. Bana mesleğiniz ne diye sorduklarında “Atlarla ilgili ne iş varsa yaparım” diyorum.

Nasıl bir çalışma programınız var?
Öncelikle bir gün önceden hangi atın idmana çıkacağına dair programımızı yapıyoruz. Yarış idmanı mı yoksa kısa idman mı olacağına karar veriyoruz. Çok düzenli ileriye dönük bir programımız var ve her şey yolunda giderse iki hafta sonranın bile programını yapmış oluyoruz. Sonra sabah 4.30 da ahırda oluyorum ve 05.00’te ilk atlarımız sahaya giriyor. Çoğu zaman kendim de at çalıştırıyorum. Çalıştırmadığım zamanlarda ise en önemli görevim gözlemlemek. Atın o gün ayağı aksıyor mu, sinirli mi, tutuk mu, çok mu uyuyor gibi hallerini gözlemlemek çok önemli. İdman jokeyleriyle çalışıyoruz. Ben de yarı idman jokeyiyim diyebilirim. İdman jokeyi daha sonra geliyor ve bize raporunu veriyor. O gün atı beğenip beğenmediği, öksürdüğü ya da ısınana kadar tutuk olduğu ama daha sonra açıldığı gibi durumlarını bildiriyor. Sabah 05.00’ten 06.00’ya kadar 10 atımız çalışıyor. Daha sonra bir saat molamız var ve saat 07.00’de ikinci atlarımız çalışıyor. Sonra atların nallanmaları var, veteriner işleri var. Akşam 19.00 – 20.00 gibi işimiz bitiyor.
Peki siz bu tempoyu nasıl tutturuyorsunuz? Birçok kişiye göre çalışma saatleriniz farklı. Sosyal çevreniz de buna göre mi şekillendi?
Ben bu arada bir de kendi işimi yani ofis işimi yapıyorum. Yani gündüzleri uyuma fırsatım olmuyor pek. Bu nedenle akşamları uyuduğum saat de 22.00’yi geçmiyor. Hatta bazı günler 20.00’de uyuduğum zamanlar oluyor. Son dört yıldır bu böyle. Sosyal çevreme gelince elbette bu düzene göre şekilleniyor ama ben çok keyif alıyorum. Bazen sabah 04.00’te kalkmak şikayet ediyormuş gibi oluyor ama özellikle atlarınız iyi gidiyorsa zaten koşa koşa geliyorsunuz. Ama sonuç olarak içinizde bu sevgi yoksa kesinlikle yapabileceğiniz bir iş değil. Bir hayvanın sorumluluğunu aldığınızda pek tatiliniz yok. Orada olmanız lazım, aksi bir şey olduğunda bu sefer kendinizi suçluyorsunuz. “Niye orada değildim, niye dikkat etmedim” diyorsunuz.
Yarış atı camiasında sizin gibi çok kadın antrenör var mı?
Ne yazık ki çok fazla yok. İstanbul, Kocaeli, Nevşehir Üniversiteleri’nde Atçılık Meslek Yüksekokulları var. Bunların geçmişi yanılmıyorsam yedi sekiz yıl kadar. Bu okulların antrenörlük bölümleri de var. Ama ne yazık ki buradan mezun olan arkadaşların çoğu bu mesleği seçmiyor ya da bu okulları at tutkusuyla seçmiyor. Çünkü bu işte her idmanın bir standardı yok, o nedenle işi okulda öğrenmek yetmez.  Kendinizi geliştirmeniz lazım. Burada pratik yapmadığınız sürece eksik kalır. Antrenörlükte belli bir yaşın üzerindeki insanlar hep alaylı olarak yetişmiştir. Ama şimdi okullu arkadaşlar da var. Tekrar belirtmeliyim ki, pratik yapmak çok önemli.
Neden jokeyliğe devam etmediniz?
Yarış atları çocukluk hayalimdi ama fırsatım olmadı. Ailem biniciliğimi her zaman destekledi ama yarış atlarıyla ilgilenmemi çok arzu etmediler. Liseyi İstanbul’da Üsküdar Amerikan Lisesi’nde bitirdim, sonra üniversitede tekrar Bursa’ya döndüm. Yıllarca at bindim dereceler aldım. Türkiye üçüncülüğüm, İstanbul ikinciliğim var, ama aklım hep yarış atlarındaydı. Sonra bu yem işiyle alakalı olarak hipodroma daha fazla girip çıkmaya başladım. Bir de dayım Hasan Tolon çok destek oldu. Çocukluktan bu yana ona gıpta ederdim. O da ön ayak oldu, hatta ilk olarak onun atıyla başladım. Sonra kendi atlarım oldu. Amatörce gidip gelmeler. At binmeyi çok sevdiğim için sahada da binme şansım oldu tabi ikisi birbirinden çok farklı. Biniciliğin de zorlukları var ama burası biraz daha güç.

Binicilikle yarış atlarını çok ayrı bir yere koymak lazım öyle mi?
Kesinlikle ayrı yerlere koymak lazım. Temelde aynı belki ama şöyle diyebiliriz: İlkokulda hepimiz aynı okuyoruz ama sonra değişiyor. Sonuçta atın ilk eğitimi aynı ama sonra farklılıklar var. Hem ırkları hem karakterleri, binişleri, idmanları farklı. Burası çok daha tehlikeli ve riskli. İşi çekici kılan özelliklerden biri de bu zaten.

Yarış atlarında sizin ilginizi çeken neydi?
O heyecan ve adrenalin. Örneğin Gazi Koşusu Türk yarışçılığının en büyük yarışıdır. Çocukluğumdan bu yana Gazi Koşusu hayalim vardı. Selman Bey daha önce kazanmış. Benim idman yaptırdığım atlardan bir tanesi koşabildi ama kazanamadık. Her yıl hayalimiz bu. Çocukluktan bu yana saplantı haline gelmiş, her ata Gazi Koşusuna katılabilir mi diye bakıyorum. Çünkü o adrenalin çok değişik. Yarış atının üstündeyken de çok badireler atlatılıyor. Benim çok büyük kazalarım yok ufak tefek şeyler var ama o adrenalin çok çekici kılıyor. Heyecanı güzel. Atınız koşarken de heyecanı güzel. Bazen kalbiniz yerinden çıkacakmış gibi oluyor. Bir atı tayken yetiştiriyorsunuz, annesini biliyorsunuz, tayın doğduğu günü biliyorsunuz, sahaya geldiği günü biliyorsunuz, ilk binildiği günü biliyorsunuz ve tabi sonunda ilk kazandığı yarışta hüngür hüngür ağladığımız oluyor. Çok değişik bir his.
Atlarla olan bağı kelimelerle ifade etmek isteseniz nasıl edersiniz?
Bir tutku diyebiliriz. Şimdi atlar ve binicilik yaygınlaştı. Çok enteresandır mesela bazı çocuklar var. Bakıyorsunuz çocuğun annesi ya da babasının binicilikle alakası yok ama at arabasını görünce gidip seviyor. Bu çocuğun içinde var. Bu bir tutku ve ayrılamıyorsunuz. Ama öte yandan bazen anne babalar çocukları at binsin istiyor ve getiriyor fakat çocuğun içinde böyle bir hissi olmuyor. Bir arkadaşım çocukları için midilli istedi. Bursa’ya gönderdik. O çocuk midillinin üstüne atladı ve gülmeye başladı keyiften çığlıklar attı. Diğer tarafta altı yaşındaki büyük oğlunu bindirdik, çocuk üstüne bindi atın ve ağlamaya başladı. Hemen indirin üstüne gitmeyin, dedik. O ilk anda varsa vardır ya da yoktur.
Tatil yapıyor musunuz?
Ben yurtdışına amatör yarışlara gidiyorum. Çok bunaldığımda 1-2 gün gidiyorum. Bir kere Kapadokya’ya gideceğim, dedim. Ne yapacaksın orada, diye sordu arkadaşlarım. Binicilik kulübü buldum, atla tracking yapacağım, peri bacalarını gezeceğim, dedim. Herkes çok şaşırdı. Yani tatilde de böyle atlı yerlere gidiyorsunuz.

Türkiye’de yarış atlarıyla ilgili algı nasıl? Özellikle kadınların ilgisi çok az. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sektörde yurtdışında çok kadın var. Jokey olarak fazla değil ama antrenör olarak ve idman jokeyi olarak çok kadın var. Ama maalesef Türkiye’de bu kadın işi değil diye bakılıyor. Her meslek grubunda olduğu gibi kocaları da engelliyor. Bir önyargı var. Ben demiyorum ki her kadın yapar. Ama tutku haline geldiyse mutlaka yapar. Belki bir erkekten yüzde 50 daha fazla çalışmanız lazım. Çünkü ortam erkek egemen ve sizin bu üstün çabanızı görmeleri lazım. O zaman sizi takdir etmeye, saygı duymaya ve yardım etmeye başlıyorlar. Önce elbette yadırganıyor ama bir süre sonra kendinizi kanıtladığınızda o cinsiyet ortadan kalkıyor ve tamamen eşit şartlarda muamele görmeye başlıyorsunuz. Burayı benim için çekici kılan şeylerden biri de bu. Çok eşitsiniz. Beni burada eminim kimse kadın olarak görmüyor. Bazı arkadaşlarımız kadınlara daha çok şans tanınsın diyor ama ben kendi şansımızı kendimizin yaratacağımızı düşünüyorum.
Siz başlarken bir avantajınız var mıydı?
Benim at sahibi olmam ya da ailemden bir takım insanların burada olması , çocukluğumdan beri atlarla haşır neşir olmam. Tabi ki ben belki yolun yarısını atlayıp devam ettim. Bunlar hep benim için avantajdı.

Siz 9-6 çalışmayı hiç düşünmediniz mi ya da çalışsanız nasıl hissedersiniz?
Ben de kapalı alan korkusu var sanırım. Çocukluğumdan bu yana çiftlikte büyüdüğüm için olabilir. Ben üniversite tercihlerimde tek bir bölüm tercih ettim mesela. Bazen kendi şirketimdeki işleri aksatıyorum ve burada çok vakit geçiriyorum. Bazen ithalat prosedürlerinden sıkılıyorum, o zamanlarda hep burada kalsam diye geçiriyorum içimden. Çoğu kişiye tuhaf geliyor tabi. Ben kendimi çok şanslı sayıyorum çünkü çok sevdiğim hobi gibi mesleğim var.

Yakın gelecekte bir kariyer planınız var mı?
Gazi koşusu…O hiç bitmez klasiktir. Her zaman en büyük hedef. Bir de yurtdışında Türkiye’de yetiştirdiğim bir atın kazanmasını çok arzu ediyorum. O kalitede bir at bulduğumuz zaman, kendi yetiştirdiğimiz bir atla yurtdışında koşabilmek gibi planlarımız var. Ben de yurtdışında koşabilecek atları yetiştirip adımızı duyurmak istiyorum.