Bu yazı tüm dakiklere, panik yapanlara, iki dakika geç kalınca stres olanlara ve şikayet konusunda deneyimlilere. Özellikle de bir yerden başka bir yere ulaşmak için vasıta ve zaman hesap etmek zorunda kalan çoğu İstanbullu’ya…

an

Genellikle hiçbir yere geç kalmayı sevmem. Bir süre önce fark ettim ki, sevmemekten de öte, planladığım gibi gitmeyerek beni geç kalmaya iten her şey beni feci halde rahatsız ediyor. Geç kaldığım her an ya da geç kalma korkusunun oluştuğu andan sonraki her an, içimde doludizgin koşan ama ilerleyemeyen atlar varmış veya bir saatin tik-takları sürekli kulağımda çınlıyormuş hissi yaşıyorum.

Eğlenceli bir aktiviteye ya da bir iş toplantısına yetişmeye çalışıyor olsam da durum aynı. Vapuru kıl payı kaçırdığımda, otobüs geciktiğinde, taksi trafiğe takıldığında, yolda birisiyle karşılaşıp sohbet ettiğim için binmeyi planladığım metroya geciktiğimde aynı stres ve şikayet halinde buluyorum kendimi.

Önce anlık bir kızgınlık ve yüksek sesli oflama puflamalar, ki ben buna seyirciye oynamak diyorum. (Hey millet, vapuru 10 saniyeyle kaçıran kişi var ya, benim o! Ne kadar yazık bana değil mi? Çok büyük haksızlık!) sonra çevremde kim varsa “Bir maruzatım var” edasıyla hayatın bana yaptığı haksızlığı duyurma, aynı durumu paylaşarak rahatlama ve şikayet etme arzusu geliyor.

Şikayet öyle bir şey ki, paylaştıkça içselleşiyor. İsyankar bir çocuk gibi tutturarak hakkını arıyor. “İnanamıyorum!”, “Bu kadarı da olmaz ki!”, “Hayat resmen bana karşı!” gibi arabesk şarkılara yakışacak cümleler beraberinde geliyor.  Bu hissi taşıma süremse kendimi ne kadar önemsemek istediğime ve duygularımı yönetme konusunda ne kadar iyi olduğuma bağlı olarak değişiyor. Aslında uğradığım haksızlığı kendi kendime tekrar tekrar hatırlatmadığım sürece, kızgınlık hissi de diğer tüm duygular gibi bir-iki dakika sonra geçiyor.

Velhasıl kişisel gelişim yolculuğuma yoğunlaştıktan ve koçluk eğitimlerimden sonra da bu durum bir süre aynı şekilde devam etti. Sonra, yani birkaç ay önce meşhur “Aha!” anlarından bir tanesini yaşadım.

Yağmurlu bir İstanbul sabahında Karaköy iskelesinde 10 saniyeyle kaçırdığım vapura hayıflanır, bu şikayetimi paylaşmak için kimi arasam diye yüzde yedi şarjı kalmış telefonuma hiddetlenirken kendimi ve içinde bulunduğum resmi dışarıdan gördüm: Hafif gri, enfes bulutlarla çevrili eşsiz İstanbul manzarasında, denize nazır kaşları çatık, dudakları aşağıya doğru büzülmüş bir kadın ve kaçırdığı o güzelim an!

O günden beri kendimi buna benzer bir durumda bulduğumda “an”ı fark etmek için çaba harcıyorum. Sizlerle de bu konudaki önerilerimi paylaşmak istedim.

Öncelikle, hayıflansanız da, şikayet etseniz de sonuç değişmiyor. O vapur kaçtıysa geri gelmiyor. Dolayısıyla kızgınlık, öfke ya da hayal kırıklığı duygusunu ne kadar yaşamak istediğinizin seçimi size ait. Duygularınız mı sizi yönetsin, siz mi duygularınızı? Şikayet etmek size ne katıyor? Bunun size bedeli ne? Mevcut durumda şikayet etmek yerine kabul etmek için neye ihtiyacınız var?

Bakış açınızı değiştirdiğinizde neler mümkün?

“Geçmişe takılı kalan mızmız” perspektiften, “an”da olan perspektife geçmeyi bilinçli bir şekilde seçmeyi deneyin. “Vapuru kaçırdım ve bu iyi olmadı ama yapabileceğim bir şey yok ve bu dünyanın sonu değil.” dediğinizde neler farklı?

“An”da olmak için neye ihtiyacınız var?

Çevrenize bakın. Kendinize şu soruları sorabilirsiniz: “Neredeyim? Etrafımda neler var? Hangi renkler, hangi kokular? Havanın bıraktığı tat, his nasıl?” Zaman zaman sıradan bir nesneye odaklanmak ve onunla ilgili daha önce fark etmediğiniz şeyleri görmek için gerçekten bakmak o “an”a gelmenize yardımcı olabilir. Bazen nefesinize odaklanmak da yetebilir.

O an çevrenizdeki işaretler neler?

Zihnimizde uzun süre kaldığımızda kendimizi oto-pilota alarak “an”ları kaçırabiliriz. Çevrenize merak duygusuyla baktığınızda sizi çağıran işaretler görebilir, özünüzle bağlantıya geçebilirsiniz. Bulunduğunuz ortamda sizi ne çağırıyor, ilginizi ne çekiyor? Bir yazı, bir kişi, bir renk ya da bir koku olabilir bu. Peki, bunlar size ne söylüyor?

Her an eşsiz ve içinde bulunduğunuz “an”ı bir daha yaşamayacaksınız.

Tüm “an”ları farkındalıkla yaşamanız dileğiyle…

deniz husrev
Deniz Hüsrev – Limitsiz Koçluk Profesyonel Koç, ACC ve Eğitmen/Pozitif Psikoloji Uzmanı