Döhler Grubu’nun Türkiye Genel Müdürü Prof. Dr. Mehmet Pala, akademik bilgiyi iş dünyasının pratikleriyle birleştirebilen deneyimli bir isim. İki kişilik bir şirketten 15 yılda 275 kişilik bir organizasyonu kuran Pala, üniversite – sanayi iş birliğine ise çok inanıyor. 

Kariyerini uzun yıllar akademisyen olarak sürdüren Prof. Dr. Mehmet Pala, 1998 yılından bu yana meyve suyu hammaddesi üreten Döhler Gıda’nın Türkiye Genel Müdürlüğü görevini yürütüyor. Mesleğini seçerken ilk düşüncesinin mühendis olma düşüncesi olduğunu anlatan Pala, bu düşünceyle girdiği ziraat fakültesinin ardından Tarım Bakanlığı bursuyla Almanya’ya gider. Orada aldığı gıda mühendisliği eğitiminin ardından doktorasını da tamamlayan Pala, Almanya yıllarını hayata dair birçok şeyi öğrendiği yıllar olarak tanımlıyor. Türkiye’ye dönüşünün ardından Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü’nün kuruluşunda yer alan Pala, bir buçuk yıllık iş hayatının ardından tekrar akademik hayata geri döner ve TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi’nde 10 yıl boyunca Gıda ve Beslenme Bölüm Başkanlığı görevini yürütür. Bu sırada Yıldız Teknik Üniversitesi’nde ders vermeye devam eden Pala, 1989 yılında profesör olarak akademik çalışmaları devam ettirir. 1998 yılında başına geçtiği Döhler Gıda ise Türkiye’de ilk kurulduğunda iki kişi olarak çalışmalarına başlar. Bugün çalışan sayısını 275 kişiye çıkaran firmanın çalışmaları hakkında bilgi veren Pala, akademik hayatı ve iş dünyasına bakışını da bizimle paylaştı.

TÜBİTAK’la birlikte yöneticiliğinizin ilk yılları başlıyor. Yönetim anlayışınızı nasıl şekillendirdiniz?

Şu anda şirkette üniversiteden bu yana 25 yıldır birlikte olduğum isimler var. Üniversitede görevim o insanlara bu mesleği iyi öğretmekti. Yaşamımda hocalığın yeri çok farklı, benim için önemli yıllardı. İnsanlar yeni bir yere gittiklerinde, örneğin birisi gidip bir şirkete müdür olduğunda, önce kendi başına bir şeyler yapıyor. Oysa orada yapması gerekenleri en çok o şirketteki çalışanlar biliyor. TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi’ne geçtiğimde ilk yaptığım şey orada çalışan insanları tek tek dinlemek oldu. Ben önce oradaki 60 kişinin hemen hemen hepsiyle birer saat görüştüm. Onlara dedim ki; “Ben buraya hep beraber burayı başarılı bir yer yapmak için geldim. Suçlama olmayacak, isim vermeyeceksiniz. Diyeceksiniz ki, buradaki sorunlar bunlardır, burayı daha başarılı hale nasıl getirebiliriz?” Teknisyenden bilim adamına kadar bire bir görüşmeler yaptım ve not aldım. Çünkü bence oradaki insanlar neyin doğru neyin yanlış yapıldığını biliyorlar. Bu pek yapılmayan bir yöntemdir ama orada çok işe yaradı.

1998 yılında göreve geldiğiniz Döhler’deki çalışmalarınız nasıl bir büyüme gösterdi?

Döhler bir hammadde sağlayıcı ve Genel Merkezi Almanya’da. Meyve suyu ve içecek sektöründe dünyada önde gelen şirketlerden bir tanesi. Aşağı yukarı 60 ülkede aktivitesi ve 20 ülkede fabrikası var. Şirket Türkiye’ye 1998 yılında geldiğinde meyve suyu sanayinde çalışması yoktu. Daha çok pastacılık sektöründe faaliyet gösteriyordu. Bizimle beraber meyve suyu sanayine girdi. Personel sayımızda hızlı bir gelişme gösterdik. Cirolarımız o günden bu güne 450 kat arttı. Biz önce meyve suyu sanayinde Almanya’dan getirdiğimiz ürünleri pazarladık, onların satışını yaptık. Daha sonra Türkiye’deki fabrikaları kurduk. Ülkede meyve suyu sanayinin kalitesinin artmasında önemli katkılarımız olduğunu düşünüyorum.

Sektördeki yerinizden bahseder misiniz? Hangi firmalarla çalışıyorsunuz?

Bugün süper marketlerde gördüğünüz hemen hemen bütün firmalarla çalışıyoruz. Onların içinde bizim ürünlerimiz var. Şu anda doğrudan tüketiciye sunulan ürün yapmıyoruz. Biz ara ürün veriyoruz ama Türkiye’deki en büyük şirketlerin hepsiyle çalışıyoruz. 2005 yılında Denizli’de Türkiye’deki en büyük meyve işleme tesislerinden biri olan Konfrut’u satın aldık. Aşağı yukarı yıllık kapasitesi 100 bin ton civarında. Geçen yıl Karaman’da Aroma’nın tesislerini satın aldık. O da yılda 140 bin ton meyve işleme kapasitesine sahip. Bugün Döhler Grubu’nun Türkiye’de 200 bin tonun üzerinde meyve işleme kapasitesi var. İşlenen ürünlerin yarısını biz yurt dışına ihraç ediyoruz. Türkiye’de binlerce ailenin ürününü alıyor ve bunları katma değeri yüksek ürünlere dönüştürüyoruz. Bir otomobil ihraç ettiğiniz zaman bunun yüzde 82’sini dışarıdan getirmeniz ama meyve, sebze ihraç ettiğiniz zaman yüzde 10’unu dışarıdan getirmeniz gerekiyor. Geri kalanı bu ülkenin kendi ürünüdür. Birçok köylüden ürün aldığı için ekonomiye ve tarıma çok ciddi katkıları olan bir alan.

En çok hangi alanlarda işe alım yapıyorsunuz? Bunları yaparken nasıl bir İK politikası içinde büyümeyi öngörüyorsunuz?

İnsan kaynaklarıyla ilgili ciddi çalışmalarımız 1.5 yıl önce başladı. Daha önce İnsan Kaynakları müdürümüz yoktu. Ben yönetici olarak insan seçiminin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bilgiyi öğretebilirsiniz ama çalışkanlığı ve dürüstlüğü öğretmeniz mümkün değil. Eskiden işe alırken genellikle teknik bilgiler sorardım. Elbette üniversitesine bakıyoruz, neler yapmış bakıyoruz ama teknik bilgi sormuyoruz. Çünkü bilgi eksikliğini kısa sürede giderebiliriz. En çok üzerinde durduğumuz konu, işe yaklaşımı. Yani kendisini işe ne kadar bağlı hissedeceği önemli. Daha önce küçük bir şirketken eğitimlerimizi kendi kendimize vermeye çalışıyorduk. Şirket büyüdükçe bunu daha profesyonel şekilde yapalım istedik. İnsan Kaynakları müdürlüğümüzün hazırladığı programlar var. Almanya’da kurulan Döhler Akademi’yle de yardımlaşarak eğitimleri daha iyi hale getirmeye çalışıyoruz.

Türkiye’de son yıllarda üniversite – sanayi işbirliği artıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle ben de hocayım ama üniversitelerimizdeki eğitim sisteminin sanayinin istediği kişiyi yetiştirmekten uzak olduğunu söylemeliyim maalesef o bağı kuramıyoruz. Ben iki tarafta da bulunduğum için net görebiliyorum. Hatta üniversite eğitiminin uzun olduğunu düşünüyorum. Yani dört yıl değil de aynı kalitede bir eğitimin 2.5 – 3 yılda yapılabileceğine inanıyorum. Hocaların da biraz daha sanayinin içinde olması gerekiyor. Eskiden Almanya’da profesörleri sanayiden getirirlerdi. Elbette bu da kolay değil, çünkü yapısı gereği bütün hocalar sanayiyle irtibat kuramaz. Sanayinin üniversiteleri anlaması üniversitelerin sanayiyi anlaması, zor bir iştir. Yani üniversite rektörüyle sanayi odası başkanının veya ticaret odası başkanının oturup ortak bir protokol yapmasıyla bu iş olmaz. Üniversiteleri daha serbest bırakmak gerekiyor. Üniversite hocasının sanayide çalışmasını veya sanayide proje yapmasını daha parasal, vergisel ve idari açıdan kolaylaştırmak gerekiyor. Üniversite ve sanayi işbirliği sonuçta ürün veya hizmete dönüşürse işte ülke asıl o noktada kazanır.

2013 yılında hangi projeleri hayata geçirmeyi planlıyorsunuz?

Bu yıl bizim ilk olarak üzerinde durmamız gereken konu fabrikalarımızdaki üretim konusu. Enerjinin çok pahalı olduğunu düşündüğüm için enerji ve su tasarrufuna önem vereceğiz. İkincisi, yeni ürün geliştirme konusunda çok aktif çalışacağız. Bu konularda projelerimiz, düşüncelerimiz, fikirlerimiz var. Tamamen inovasyona dayalı şeyler bunlar. Üçüncüsü, bizim ekibimiz motivasyonu yüksek bir ekip. İşlerimizi Türkiye’nin dışındaki pazarlara da taşımaya başladık. Oralara artık konsantre değil, son ürünü yapacak şekilde bir düzenlemeye gidiyoruz. Bir de Türkiye’de alan genişlemesi yapacağız. Başka sektörlere de gireceğiz. Yani sadece içecek sektöründe değil de gıdanın diğer alanlarında da ham madde temin edeceğiz veya yarı işlenmiş ürün temin edeceğiz.

 

İş hayatınızın dışında vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz?

Hayatıma baktığımda hep çalıştığımı görüyorum. İş dışında yaptığım şeyler şirketin, iş yaşamının dışında ama yine de işle ilgili oluyor. Ayda bir defa sektördeki ve üniversitedeki kişileri bir araya topluyor ve kahvaltı sohbetleri organize ediyorum. Şirket dışında seminerler düzenliyorum. Dergide yazıyor, seyahat ediyorum ayrıca bilimsel kuruluşlarda da çeşitli çalışmalarım var.