mak184bŞimdiye kadar neler yaptınız, geçmişinizi biraz anlatabilir misiniz?

1969 İzmir doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümü’nden 95’te mezun oldum. Aslında ikinci üniversitem, son sınıfta İşletme’yi bıraktım. 95’te İstanbul’a geldim, çeşitli projelerde yönetmen asistanlıkları yaptım ve dört yıldır da yönetmenlik yapıyorum. “Çocuklar Duymasın” benim beşinci dizim. “Ayrılsak da Beraberiz”in ikinci yılını ben çektim. “Dikkat Bebek Var” dizisini çektim, “Sevdim Seni Bir Kere” diye bir dizi ve bir de show programı yaptım. Bunların yanı sıra ona yakın senaryo yazdım ve üç tane kısa film yaptım. Yurt dışında, yurt içinde festivallere katıldım. Tiyatro için yazdığım altı oyunum bir kitap halinde toplandı. “Bir Kuşluk Vakti” adlı oyunum şu anda Ankara Devlet Tiyatrosu’nda oynanıyor. Seneye başlayacak olan Otopark Cinayetleri adlı bir oyunum daha var.

Dramayı seçmenizde tiyatro etkili galiba…

Tiyatro benim ilk göz ağrım. Bu işin özü orada diye düşünüyorum. Dramayı çok seviyorum ve hiç klip, reklam veya tanıtım filmleri yapmak istemedim. Birkaç tane yaptım ama onlar para kazanmak için yaptığım işlerdi. Sitcom’u da tür olarak çok seviyorum. Özellikle İngiliz ve Amerikan sitcom’larının iyi örneklerini çok seviyorum. Bu tür, biz yapana kadar Türkiye’de çok iyi yapılamıyordu. Böyle iddialı konuşuyorum ama gerçek bu.

Sınırları çok belirli bir tür olan, üstelik de Türk kültürüne uzak gibi görünen sitcom’da bir stil yaratmayı başardınız. Sizce bu başarını sırrı ne?

Amerikan yapımı bir sitcom tabii ki Amerikan kültürünü işliyor. Ama doğru noktaları bulduktan sonra insan her yerde insan ve nerede yayınlandığı çok fark etmiyor. Biz Türk kültürüne ait bir şeyler yaratmaya çalıştık. Danışmanlarımız oldu – hala var – karakterleri onlara da danışarak ürettik ve karakterlerimiz Türk oldu. Bir de bizim sitcom’umuz Amerika’daki örneklerine göre çok hızlı. Mesela sitcom’da hareketli kamerayı ilk ben kullandım. Dünyada bunu böyle yapan yok. Onlarda dört kamera var, ben tek kamera çalışmayı seviyorum. O zaman sinema gibi oluyor. Mesela benim dekordaki televizyonum izleyicinin gözündedir. Bunlar teknik araştırmalardı, biz bunlara göre yaptık dekoru. Şimdi bakıyorum, herkes böyle yapmaya başladı ama başaran da var, başaramayan da… Bayağı uzun metrajlı gibi çalışmak gerekiyor. Sonuçta bir senaryoyu yirmi ayrı yönetmene verin, yirmi ayrı sonuç çıkar. Türkiye’de yönetmenlerin birçoğu buna inanmıyor. Senarist Birol Güven bana her anlamda güvenir, ben de ona güvenirim. Ben aldığım hiçbir senaryoyu aynen çekmedim, mutlaka değiştirdim. Karakterleri türetirken de çok konuştuk, çok tartıştık. Bunun yaratım süreci yüklaşık üç ay sürdü. Karakterler giderek oturduğunda bir bütünlük oldu.

Başka başarılı sitcomlar da var, mesela Tatlı Hayat ve Dadı. Ama bunlar uyarlamaydı. Türkiye’de böyle bir kuru temizlemeci yok, böyle bir aile yok, hizmetçi olmaz. Böyle dadı da olmaz. Ama abzürd komedi yaptığınızda olur, neden olmasın. Bunlar da izleniyor ama bunun üzerine araştırma yapamazsınız. Bizim dizimizin üzerine kitaplar, araştırmalar, üniversite tezleri yazıldı. Çok üniversiteden ödül aldık, bunlar çok kıymetli çünkü üniversiteler bizim geleceğimiz. İnsanlar Haluk, Meltem, Selami gibi kişileri örnek almaya başladı. Diğerlerini kimse örnek almıyor, bu da bu işi doğru yaptığımızı gösteriyor.

Hep senarist Birol Güven’le mi çalışıyorsunuz?

Birol benim eski arkadaşım, 96’da Reyting Hamdi dizisinde tanıştık. Ben o zaman yönetmen yardımcılığı yapıyordum, o da metin yazıyordu. Daha sonra yollarımız kesişti. Onunla güzel bir uyum yakaladık, kimyamız tuttu diyebilirim. Şimdiye kadar çektiğim beş dizinin dördünü o yazdı. Birlikte çok iyi çalışıyoruz ama artık ikimiz de farklı bir şeyler yapmak istiyoruz. Onun projeleri var, benim projelerim var. Mesela ben uzun metrajlı bir film üzerine çalışıyorum. Şu an yazıyorum ve sonra da yöneteceğim.

Kendi yazdığınız senaryolarda, oyunlarda tarzınız nasıl?

İnsanlar beni daha çok sitcom’la tanıdıkları için komediyi yakıştırıyorlar ama ben dram seviyorum. Mesela benim oyunlarım oldukça karanlık, fazlaca şiddet ögesi var. Filmim de komedi olmayacak, dram olacak ama yine de trajikomik olacağını söyleyebilirim.

Dizinin bu noktaya varacağını tahmin ediyor muydunuz?

Ben bunun bir hastalık haline geleceğini düşünmemiştim. Çok tekrarladılar, çok örnek aldılar. Ama bu tekrarlar bence eğitim sistemimizin bozukluğundan kaynaklanıyor. Bir gün televizyonu açtım ve dört kanalda birden benim dizilerim oynuyordu. Kumandayı ben yönetiyor gibiydim. Bu aslında korkutucu bir şey. Geçende bir üniversiteye gittim, “Niye evde ayakkabıyla geziyorlar?” diye sordu bir öğrenci. Bu kadar özdeşleşmişler. Ben de dedim ki “O zaman ben üç beş dizi daha çekeyim, bu okulları da kapatsınlar, siz sırf dizilerle eğitilin”. Bu sonuçta eğlence amaçlı yapılan bir şey. Bir üniversite öğrencisinin böyle bir şey sorması aslında çok acı. Televizyon, sizi birkaç saat oyalayıp, eğlendiren bir kutudur, bir eğlence aracıdır. Bizim dizimiz bir eğitim programı değil, sadece dikkatli davranıyoruz. Mesela Haluk Havuç’a bir tokat atsa, ertesi gün 20 milyon baba çocuğuna tokat atabilir. Çok örnek alınıyoruz, bu çok tehlikeli.

Geçenlerde, Pınar Altuğ’un eşinden ayrılma haberleri gündemdeyken, cafe gibi bir yerde oturuyorum, on yaşlarında bir kız çocuğunun ağladığını duydum. Annesine “Meltem Abla Haluk Abi’ye nasıl yapar bunu?” diye soruyordu ve çok şiddetli ağlıyordu. Bir an yanına gidip, “Bak ben bu dizinin yönetmeniyim, bunlar gerçek değil, bu insanlar rol yapıyor” demeyi düşündüm. Ama sonra vazgeçtim çünkü o kız çocuğu tehlikeli bir sınırdaydı. Kendi gerçekliğini yaratmıştı ve benim orada ona söyleyeceğim, sadece ilüzyonunu kırmaktan ibaret olacaktı. Bu tehlikeli noktada artık ona ben yardımcı olamam, belki bir psikolog yardımcı olabilir.

Çok yönlü bir sanatçısınız, ilgilendiğiniz dallardan sadece birini yaparak ömrünüzü geçirmek ister misiniz?

Açıkçası, keşke ömrüm boyunca uzun metrajlı film yapsam. Ama Türkiye’nin ekonomik koşulları bizi televizyonda da bir şeyler yapmaya itiyor. Her sene bir film yapabilsem çok mutlu olurum. Bunu sağlamak için önce televizyondan bir ekonomik bir getiri sağlamak zorundasın. Açıkçası ben iki üç yıl televizyon yapıp sonra bir film yaparak kendimi ödüllendirmeyi planlıyorum. Ya da bir tiyatro projesi yapıyorum, yani televizyondan kazandığımı bu alanlara yatırıyorum.

Çok yoğun bir temponuz var, bu enerjiyi nasıl buluyorsunuz?

Ben üniversite çağlarımda, altı saatten fazla uyumama kararı aldım ve hala bunu uyguluyorum. Ama vücudumun bazen iflas sinyalleri verdiği de oluyor. Mesela dizi üç gün içinde çekiliyor ve bu üç gün boyunca günde 16 – 18 saat çalışıyoruz. Hatta bunun üzerine çıktığımız da oluyor. Komedi dizisi çekince herkes sette gülüp eğlenip, geri geliyoruz sanıyor. Ama orada çok ciddi bir emek var ve herkes çok yoruluyor. Mesela ben geçen sene midemden ve kalbimden iki kez rahatsızlandım. Bunlar hep işimizdeki stresin sonuçları. Ama yine de kafamda yapılacak çok proje var ve bunlar için zaman yaratmam gerekiyor.