Sevin Okyay, mütevaziliğinden kabul etmese de on parmağında on marifet olan gazeteci duayen. Çeviri, spor, müzik, sinema alanlarının hepsinde başarılı olabilmesini sıkılganlığına, enerjisine ve çok çalışmasına borçlu. Okyay, bilgisayar başında günde ortalama 16 saat harcadığını, rahat koltukta oturunca kendini misafirlikte sandığını söylüyor.

Her zaman yazmak isteyen Sevin Okyay, çevirmenliğin ardından adım attığı gazetecilikle bunu başarır. Muhabirlikten başladığı kariyerinde ilerlerken kendisine farklı alanlar da bulur. Kültür sanat dışında sporla da yakından ilgilenen Okyay, bunun temelinin daha çocukken annesiyle gittiği maçlarda atıldığını söylüyor. İşini severek yaptığı için yorulmak nedir bilmeyen Okyay, muhabirlikten başladığı kariyerine bugün köşe yazarı, radyocu ve çevirmen olarak aktif bir şekilde devam ediyor. Sevin Okyay, yoğun temposu arasında sorularımızı yanıtladı.

Çeviri yapmaya ve gazeteciliğe nasıl başladınız?

Amerikan Kız Koleji’ni bitirdikten sonra çeviri yapmaya başladım. İki kere filolojiyi, bir kere de İktisadi Ticari Bilimler’i kazandım ancak her seferinde de devamsızlıktan bitiremedim. Bitirmenin çok önemli olduğunu da düşünmüyorum. Çevirmenliğe Arkın Yayınları’nın 60 kitaplık bir dizisi vardı, onunla başladım. Editörüm de Rekin Teksoy’du ama o beni hatırlamıyor, o kadar çok kişiyle çalışmış ki… Gazeteci olmayı da yine ben tercih ettim, Politika Gazetesi’ne giderek Selahattin Hilav’la görüştüm. Beni işe alması için yalvardım. Mustafa Gürsel, Cahit Düzel, Şevki Adalı da o dönemde orada çalışıyorlardı. Mustafa Gürsel beni vazgeçirmek için çok uğraşsa da Politika Gazetesi’nde sanat haberlerinde çalışmaya başladım. Sanat ve sanatçılar açısından o kadar hayal kırıklığına uğradım ki ‘Beni işçi muhabiri yapmazsanız ayrılırım’ dedim. Ve beni işçi muhabiri yaptılar belediye, işçi, öğrenci dolaşmaya başladım. Tam anlamda muhabirlik yaptım ardından da haber yazıları, diziler yazmaya başladım. Her zaman yazmak istemişimdir, sevdiğim işi de yapıyorum.

En başarılı bulduğunuz işleriniz hangileri?

Benim için önemli olan birkaç işim var. Bunlardan ilki Nokta’nın “Ne nerede?” ekidir. Erdir Zat, Mehmet Açar, Kutlukhan Kutlu, Mehmet Atak’tan oluşuyordu ekibimiz. Enis Batur, Ömer Madra, Oruç Aruoba’yla yaptığımız dergiler ve çalıştığımız yerlerde yaptıklarımız da önemli. Ömer’le Açık Radyo’da çalıştım, Enis’le Yapı Kredi Yayınları’nda çalıştım. Ben sadece çok çalıştım, bunu geçinmek için yaptım. Geçinmek için çalıştım ama daha fazla para kazanabileceğim başka bir iş yapabilirdim elbet. Kimsenin kabahati yok, basın mensupluğu çok parlak bir iş değil.

Ekşi Sözlük’te bile sizin isminiz karşılığında, ‘Çeviri nasıl yapılmalı adlı bir seminer vermesi gerektiğine inandığım kişi’ yazıyor. Hiç düşünmediniz mi böyle bir kitap yazmayı?

Hiç düşünmedim ama gerçekten hemen hemen tüm kitapların çevirileri çok bozuk. Polisiye hakkında yazıyorum ayda bir kere, kitapların altına rahatsız etmeyen çevirisi var yazmak zorunda kalıyorum. Böyle bir şey yapmak zorunda kalmak çok acı. Biz bir ara Fatih Özgüven’le beraber bazı başarılı çevirmenler belirlemiştik, onların çevirilerini okuyorduk sadece. Şimdi sanki biraz daha iyi çeviri kitaplar var çevrede. Ne yayınevleri çevirmenlere iyi davranıyor ne de çevirmenler işlerine sorumluca yaklaşıyor, sorun bundan kaynaklanıyor. Nişantaşı’nda LSS adında bir sekreterlik kursuna gitmiştim. Orada Seniha Yazıcıoğlu adında bir öğretmenimiz vardı. Bana çeviri yapmayı, çeviri yaparken bir cümlenin neresinden tutulması gerektiğini öğretmiştir. Ancak çoğu çevirmen dil bilmiyor, çeviri yapılan dilin iyi bilinmesi lazım, başarılı çeviriler için.

Çeviri yapmaktan keyif alıyor musunuz?

Çeviriyi yaparken hiç sevmiyorum ama sonradan kitaba bakınca çok beğeniyorum. Mesela oğlum Kutlukhan da en son bir çeviri yaptı ve bir daha ömür boyu çeviri yapmamaya karar verdi. Gerçekten de çok zor bir kitaptı ama çok iyi bir çeviri olmuştu. Çeviri yaptığı kitabı eline alınca ‘Bari senede bir kez yapıyım’ dedi. Çeviri çok zor bir iş, en basit çeviriyi bile elime alınca “Nasıl yapılır?” diyorum, sonrasındaysa oluyor işte. Geçen gün yine yapamam derken çok zor bir çeviri geldi. Kısa sürede halledince, şu sıralarda fena bakmıyorum mesleğe.

Hem severek okuduğunuz hem de severek çevirdiğiniz kitap var mı?

Kutlukhan Kutlu’yla beraber çevirdiğimiz, Alberto Manguel, Gianni Guadalupi’nin “Hayali yerler sözlüğü” çok harika bir kitaptır. Çevirisi üç buçuk yıl süren ve bizi çok yoran ‘Hayali yerler sözlüğü” Yapıkredi Yayınları’ndan çıkmıştı. O kitapla hem iftihar ediyoruz hem de neredeyse ailemizi parçalıyordu. Çünkü sürekli ev içerisinde toplantılar yapmıştık, bitirmek çok uzun sürmüştü. Ayrıca benim yine çok severek okuduğum ve çevirdiğim kitaplar arasında Kate Mosse’nin “Labirent: Üç Sır, İki Kadın.”ını sayabiliriz. Harry Potter serisi de keyifli bir seridir, çıktıktan sonra ya çeviri hatalarımız varsa diye bir süre elimize alamamıştık. Ama yine de severek yaptığım işler içersindedir.

Harry Potter’ın çevirisi size geldiğinde ilk ne düşünmüştünüz?

Yapı Kredi Yayınları Harry Potter’ın çevirisini ilk teklif ettiğinde kabul etmedim. Reddetmemin nedeni de Harry Potter’ın öncesinde Yapı Kredi Yayınları’na zor çeviriler yapmış olmamdı ve Harry Potter çevirisi için baskı parası verilmemesiydi . İlk Harry Potter’ı Ülkü Öykümen çevirdi. Meğer baskı parası 25 bin satış gerçekleşirse oluyormuş. İkinci sayıyı ben çevirmeye başladım ama yetiştiremeyeceğim için Kutlukhan’dan yardım aldım. Kitapta yazmasa da son 100 sayfayı oğlum çevirmiştir. Diğer Harry Potter sayılarını da ben çevirdim. İlk kitap en az 250 bin sattı ancak korsan başlayınca diğer serilerin orijinal satışları 100 bini geçemedi.

Polisiye kitaplara düşkün müsünüzdür?

Polisiye kitapları herkes kadar severim ama radyo programı hazırladığım için daha fazla okumak zorundayım. Yaklaşık yedi sene NTV Radyo’ya önce edebiyat programı yapmayı teklif ettim. Pek sıcak bakmadılar, o zaman polisiyeyi önerdim. Çok hoşlarına gitti hemen başladık ve yedi yıldır da “Cinayet masası” programımız sürüyor. Şimdi artık polisiye uzmanlık alanım gibi oldu ama bu konuda uzmanlaşmak çok zor. Ben bu konuda uzman olarak bir tek Erol Üye Pazarcı’yı gördüm bugüne dek. İyi yazılan polisiye bulmak zor. Programda anlatıp önermek için çok fazla polisiye kitap okumam gerekiyor. Her okuduğum kitapta güzel olmadığından anlatamıyorum, öneremiyorum.

Spor üzerine yazılar yazıyor, radyo programı yapıyorsunuz. Nasıl başladınız spor hakkında yazmaya?

İlk ilgi alanlarım edebiyat ve spordur. Sinemaya, tiyatroya, maça annemin çok büyük ilgisi vardı. Çok küçük yaşlardayken bile bizi de götürürdü. 10 yaşımıza geldiğimizde kardeşlerim ve ben tecrübeli izleyicilerdik. Doğal olarak hepsine alıştık, sonradan bir gayretle bir şeyler öğrenmeye ihtiyacımız olmadı. Ancak ben sadece futbol hakkında yazmıyorum, spor hakkında yazıyorum. Hatta futbolun sanayiye dönüştüğünü gördükçe soğuyorum futboldan.

Günde ortalama ne kadar çalışıyorsunuz?

Günde ortalama 16 saat bilgisayar başındayım ama son zamanlarda facebook gibi bir bela var başımda. Çok zaman geçirir oldum facebook’ta. Orada bir tane bahçem, deniz bahçem, hayvanlarım var. Uğraşmak gerekiyor, çokda seviyorum. Evde ve işte bilgisayar başındayım. Uzun süre sandalyede oturduğum için koltuğa oturunca misafirmişim gibi geliyor. Çok çalışıyorum ama daralmıyorum. Severek çalışıyorum çünkü.

Bir okur olarak nasıl değerlendiriyorsunuz kendinizi?

Ben çok maymun iştahlı bir insanım. Bir tek okumaktan bıkmıyorum. Okumak dışında her şeyden sıkılıyorum. Annem bile sonunda kabul etmek zorunda kalmıştı. Bunun dışında iyi bir okurum, hızlı okurum. Her kitap okuyuşumda heyecanlanırım. Birkaç kitabı birden okurum. Polisiye kitapları okurken bir şeyi çok merak ettiğimde sonuna bakıyorum bazen. Huzur içinde ve içeriğe daha fazla dikkat ederek okunuyor böylelikle. Kitabı zaman zaman mahvetmek oluyor ama yine de yapıyorum. Mesela yayınevine kitap seçerken çok masrafa girerim çünkü yayınevi için seçmediklerimi kendime seçiyorum.

Kendinizi eleştirseniz hangi huyunuzu eleştirirdiniz?

Her konuda çok sabırsızım, bu huyumu sevmiyorum. Bir de çoğu çevirmen ve yazarlar da olduğu gibi işleri sona bırakma huyum var. Boş rahat zamanda çalışamıyorum artık kaçış olmadığını anladıktan sonra ç alışmaya başlıyorum ve hız rekorları kırıyorum.

Kedilerle ilgili yazılarınızın kaynağı nedir?

Şuanda dört tane kedim var. Aslında iki kedimiz vardı gayet mutluyduk iki tane genç kedi kaldı bize. Dört kedi bir evin içine fazla gelse de idare ediyoruz. Evdekiler dışında bahçedeki kedilere de bakıyoruz çünkü sokakta çok zor yaşıyorlar. Su ve yiyecek sağlanırsa sokak hayvanlarına hayatta kalma şansları yükseliyor. www.thehungersite.com diye bir site var onlar aracılığıyla yardım ediyoruz. İki barınağa düzensiz bir şekilde yardım etmeye çalışıyoruz.

Geleceğe dair projeleriniz neler?

Bilgisayarımın çökmesi sonucunda henüz tamamlanmamış üç tane kitabım kayboldu. O kitapları tamamlamak isterim. Hiçbir işyerinde çalışmak mecburiyetinde kalmadan evde oturup hızlı yazmak gibi bir hayalim var.

 

En sevdiğiniz sinema salonu?

Beyoğlu ve Emek Sinemalarını seviyorum. Kadıköy sinemalarına bile alışamadım nerede kalmış alışveriş merkezi sinemaları.

En sevdiğiniz yemek?

Balık özellikle de Hamsi ve fırında makarna. Türk damağım var Türk mutfağını tercih ederim.

Yaz için kitap öneriniz?

Sıcak yaz günlerde polisiye okusunlar.

Hobileriniz nelerdir?

Sinema, edebiyat, Jazz ve Rock.