80’li yılların sonu… Üniversiteye girmek için 18 tercih hakkınız var ve siz de açıkta kalmamak için her uygun bölümü yazıyorsunuz. Cüneyt Özdemir de bu grubun içinde. Aslında o Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okumak istiyor ama sınavın sonunda gazeteciliği kazandığı ortaya çıkıyor. Aslında o anda Türkiye en iyi araştırmacı gazetecilerinden, en iyi habercilerinden birini kazanmış durumda ve bunun zamanla farkına varacak. İşte bazen çarpık eğitim sistemimiz işe yarıyor. Özdemir okuldayken çalışmaya başlıyor ve işin içine girdikçe daha çok seviyor gazeteciliği. 32. Gün’le arşiv bölümünden başlayıp kameramanlık, montajcılık, yönetmenlik de dahil olmak üzere genel yayın yönetmenliğine kadar bütün görevleri yapıyor. 1993’te British Council bursuyla Londra’daki bir okula multimedya eğitimi almaya gidiyor. Daha sonra İstanbul’a taşınıyor ve 1995’te ATV Haber’e geçiyor. Burada yapımcılık yapıyor ve kısa bir dönem Siyaset Meydanı’nı yönetiyor. ATV Haber’in arkasında yayınlanan “Cüneyt’in Büyüteci” adında bir programa adını ve emeğini veriyor. Sonra tekrar 32.Gün’e dönüyor. 1999’da ise CNN Türk’ü kuran 5 kişilik çekirdek ekibin içinde yer alıyor. 2000 yılında CNN Türk yayına girince 5n1k’yı yapmaya başlıyor. 2003 senesinde ise Soner Yalçın’la birlikte Project adında bir yapım şirketi kurarak dışarıdan program yapmaya, diğer kanallarla da çalışmaya başlıyor. Yaptıkları belgesellerin yanı sıra “Sağır Oda” ile dizi sektörüne de el atıyorlar. İnternet siteleri www.deepnot.com ve yeni açılan www.odatv.com’la da internet sektöründe farklı bir çizgi yakalayan Özdemir’le Türkiye’deki medya ve habercilik hakkında konuştuk.
 
5n1k’nın ilk ortaya çıkışı nasıl oldu?
Önümde iki seçenek vardı. Ya CNN Türk’te yönetici pozisyonunda olacaktım, ya da tamamen kendi programımı yapacaktım. Kendi programımı yapmayı tercih ettim ve iyi ki de etmişim. Programın adını da 5n1k koyduk. Çünkü 5n1k gazeteciliğin en temel noktası. Bir haberde bundan yola çıkıyorsunuz, bu soruları sormadan bir haber yapamıyorsunuz. Kimlik olarak da çok özelleşmeyeceğini, herkesin bildiği bir şey olduğunu düşünüyorduk ama Türk insanına öğretene kadar açıkçası canımız çıktı. Sayıyla ve yazıyla yazarak, ekranda sürekli söyleyerek anlatarak öğretmeye çalıştık. Artık insanlar beni görünce adımdan önce 5n1k diyorlar. Ve seviniyorlar da bir şey bildikleri için. Denklem gibi bir şey oldu. Bizim amacımız bir marka yaratıp o markanın altında kalmaktansa markayı kendi ismimizle koyup haberi ön planda tutmaktı. İkisi biraz birbirine karıştı herhalde.
 
Türk halkı bu kadar magazine düşkünken, 5n1k büyük ilgi gören bir kültür sanat programı. Sizce bunun sebebi nedir? Bu biraz da bilgiye, belgesele açlığımızdan mı kaynaklanıyor?
Biz magazin de yapıyoruz. Ben magazine karşı bir insan değilim. Magazini okumaktan da zevk alıyorum ama dozunda, seviyeli ve doğru olursa tabii. Magazinin de zıvanadan çıktığı zamanlar olabiliyor. Biz 5n1k’da her fikrin buluştuğu bir ırmak yaratmaya çalıştık. İçinde futbol da var belgesel de, araştırmacı gazetecilik de var, savaş gazeteciliği de, magazin de. Yani 5n1k’da insanlar neyi konuşuyorsa, neyi merak ediyorsa, herkese, her görüşe aynı mesafede durarak yer vermeye çalıştık. Ve kültür sanata yer açtık. Gazeteciliği bir yere, bir başlığın altına hapsetmedik. İyi ve güzel şeylerin de haber olabileceğini gösterdik. Kötü haberleri, başarısızlıkları, yolsuzlukları değil başarıların da haber olması gerektiğini düşündük. Biz biraz daha pozitif bakıyoruz hayata, biraz daha artılarını görmeye çalışıyoruz. Bir televizyon karakterinin ya da klişesinin içinde kaybolup gitmek istemiyoruz. Tam tersi o klişeyi yıkmak istiyoruz. Bu anlamda daha devrimci bir duruşu vardır 5n1k’nın. Daha yenilikçidir, daha kendine güvenir. Geçmişten beslenir ama geçmişe yaslanmaz yaptığı haberlerde. Böyle bir damar yakaladığımıza inanıyorum. İşte bu yüzden bugüne kadar Türkiye’de spor alanı dışında verilen bütün ödülleri aldık. Bir ödülü farklı yıllarda birkaç kez aldığımız da oldu.
 
Seyirci olarak Türk halkını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence iyi iş adresini buluyor. En son Yüksekova’da bir haber yapmaya gittim. Bir tane köye girdim. Dağlıca’nın yakınında bir köydü. Kilimli’ydi sanırım. Bir tane çocuk geldi “Biz sizi çok seyrediyoruz. Bütün kültür sanat açlığımızı sizinle gideriyoruz. İyi ki varsınız” dedi. Çok şaşırdım. Bazen burada yaptığınız bir haberi sadece İstanbul’dakiler izliyordur diye düşünüyorsunuz. Ama bakıyorsunuz Hakkari Yüksekova’nın Kilimli köyündeki bir çocuk da sizi, üstelik gerçekten ne yaptığımızın farkında olarak izliyor. Öylesine bir televizyon programı olarak değil. Bu anlamda iyi yaptığınız işin ben her zaman bir adresi olacağına ve o adresi bulacağına inanıyorum.
 
5n1k’nın jeneriğinde “size unuttuğunuz şeyleri hatırlatıyoruz” diyorsunuz. Sizce neleri unuttuk?
Öyle hızlı bir teknoloji çağında yaşıyoruz ki, artık insanlar bir şeyler üzerine düşünmüyor. Mesela biz toplum olarak iyiliği ödüllendirmeyi, yaklaşım olarak gençlere değer vermeyi bilmiyoruz. Tartışma kültürünü her geçen gün biraz daha kaybediyoruz. Tartışmayı taraf olup hakaret etmek, aşağılamak, yüksek sesle bağırmak olarak görüyoruz. Ya da bazı haberleri hep aynı şekilde görüyoruz, farklı bir şekilde ele alınabileceğini düşünmüyoruz. İnsanları insan olarak görmüyoruz. İnsanları kariyerleriyle değerlendiriyoruz mesela. Mesela şiir diye bir şey yok televizyonumuzda. Görüyorsanız da gecenin bir yarısı bir kültür sanat programında görüyorsunuz. Biz gerektiği zaman şairlere de yer veririz, haber bülteninin içinde bir şiir de okuruz. Televizyon sonuçta bir algı meselesi. Sizin sunduğunuz şey gerçeğin önüne geçebiliyor ve bu çok sık oluyor. Biz biraz gerçeği o algının yerine, tekrar televizyonun içine sokmaya çalışıyoruz. Kolay değil ama uğraşıyoruz.
 
Türkiye’de gazetecilik kariyeri nasıl şekilleniyor?
Bence gazetecilikte kariyerin zirvesi muhabirliktir. Muhabirlikten başlanır ve muhabirlikte biter. Elbette şu an Türkiye’de böyle işlemiyor; çünkü muhabirlere ve muhabirliğe gereken maddi ve manevi değer verilmiyor. İyi bir muhabir iyi bir maaş alamıyor. O zaman da gazeteciler daha iyi para kazanabilmek için editör oluyor ve masa başına geçiyor. Bir medya plazada çalışmaya başlıyor ve sokaktan kopuyor. Türk medyasında yükselmek demek daha iyi bir muhabir olmak değil, daha iyi para kazanmak demek. O da yönetici olmak zorunda kalıyor. Yani gazetecilik bence ilginç bir meslek. Mesleği ilginç kılan da muhabir olup muhabirlikten emekli olmaktır. Televizyonda ise iki ayrı kariyer var. Ya televizyonun önünde ya da arkasında kariyer yapıyorsunuz. Bizde herkes ön planda haberi sunan kişiyi başarılı sayıyor. Oysa önündekilerin başarısı arkadaki ekibe bağlı. Televizyon dünyasında denilir ki “iyi bir ekibi olmayan kaybetmeye mahkumdur”.
 
Bir gazetecinin canının en çok ne sıkar? Sizin gazetecilik kariyerinizde en çok üzen olay neydi?
Yaptığınız bir haberi çeşitli nedenlerden dolayı yayınlayamamak sıkar. En üzücü olan budur. Benim çok uzun zaman üzerinde çalıştığım bir haber vardı. Bayağı bir şey topladım ama yayınlatamadım. Doğrulayamadım. Hala durur elimde. Doğru olduğunu biliyorum, inanıyorum da. Ama haberinizi doğrulatmanız gerekiyor. Benim en çok canımı sıkan da buydu.
 
Gazetecilik özellikle tükenmişlik sendromunun en çok görüldüğü mesleklerden biri. Sizin de tükendiğinizi hissettiğiniz anlar oluyor mu?
Bazen çok yorulduğumu hissediyorum. Neden böyle diye soruyorum. Çünkü daha 18 yıldır bu işi yapıyorum, daha uzun yıllar da yapabilirim diye düşünüyorum ama baktığınız zaman da yaptığınız iş stresli. Farklı ülkelerde farklı milliyetlerde 5-6 savaşı gidip yerinde takip ettim. 28 Şubat Susurluk döneminde takip edildim. O ölüm korkusunu anladım. Onlarca kez tehdit edildim. Bir zaman sonra korkmamaya, aldırmamaya başlıyorsunuz. Ama bir tortusu kalıyor. Biz bugün sırf 5n1k’da 2000’e yakın program yaptık. Diğer çalıştığım yerlerde de bir o kadar program yapmışımdır. Her gün sınandığınız, her gün binlerce insanın sizi seyrettiği, ağzınızdan çıkacak birkaç yanlış cümlenin, özel hayatınızda yapacağınız birkaç hareketin, yanlış yerde yanlış zamanda bulunmanın bedelini tüm kariyerinizle ödeyebileceğiniz bir iş yapıyorsunuz. Bu insanda bir stres ve bıkkınlık yaratıyor. Bizim mesleğimizde de belki bir yorgunluk var, ama bir yandan da her gün yeni bir şey inşa ediyorsunuz. O da yeni bir enerji yeni bir heyecan veriyor insana.
 
Siz nasıl bir yöneticisiniz? Ekibinizle ilişkiniz nasıl?
Benim biraz sert olduğum söyleniyor. Aile tipi bir çalışma stilimiz var. Bizde biraz usta çırak ilişkisi içerisinde geçiyor çalışmalar. Arkadaşlar okulda çalışmaya başlıyor, daha sonra iş yerinde yeniden bir şey inşa etmeye başlıyoruz. Gelen arkadaşımızı sıfırdan alıyoruz, ona inisiyatif veriyoruz, o inisiyatifi kullandırıp, o sorumluluğu aldıkça da ödüllendiriyoruz. Biz de buraya böyle geldik, dolayısıyla bir geleneği devam ettiriyoruz aslında. İnsana değer vermeyi ve insana yatırım yapmayı çok önemsiyorum ben. Böyle bir ilişki ağı olduktan sonra da herkes birbirini daha iyi tanıyor. Bu yüzden daha iyi bir iletişim oluyor bence. Mesela canlı yayınlarda öyle kriz anları olur ki yönetmenle yapımcıyla birbirimize avaz avaz bağırırız. Dışarıdan biri baktığı zaman “Bu adamlar herhalde bir araya bir daha gelmezler” diye düşünür. Oysa ertesi gün biri bir espri yapar ve hiçbir şey yokmuş gibi devam ederiz. Çünkü biliriz ki iş iştedir, işimizi özel hayatımıza taşımayız. Her gün sınanan bir program yaptığımız, her gün sözlüye kalkan bir öğrenci gibi olduğumuz için o gerilimi biliriz ve birbirimizi taşırız.
 
Cüneyt Özdemir ayrıca bir yazar olarak da karşımıza çıkıyor. Yazarlık sizin hayatınızda nerede?
Üç tane araştırma kitabım, bir şiir kitabım ve denemelerim yayınlandı. O çok daha ayrı bir konsantrasyon istiyor ve ona çok daha fazla zaman ayırmak, üzerine düşmek gerekiyor. Özellikle araştırma kitaplarını bir görev, tarihe bıraktığımız notlar olarak düşünüyorum. Bir gazeteci olarak, mesleğin bir parçası olarak görüyorum. Televizyonda bir haber yapıyorsunuz, uçuyor gidiyor. Oysa biz yazmayan, belleği olmayan bir toplumuz. Bunları yazmamız gerekiyor. Deneyimlerimizi yazmamız gerektiğini düşünüyorum. Bir tek kendimiz için değil toplumsal hafızamız için de. Deepnot.com da 7 yıldır yayında olan bir site. Oraya sürekli araştırma dosyalarımızın bilgilerini koyuyoruz. Çünkü bu bilgilere ulaşılsın istiyoruz.
 
www.odatv.com’u yeni kurdunuz. Bu siteyle neleri hedefliyorsunuz?
Odatv.com kurulalı üç ay oldu. Oda TV bizim geleceğimiz diye düşünüyorum. Orada bir internet televizyonu kurmaya çalışıyoruz. Yanlış anlaşılmasın. Sadece IP TV değil, çünkü IP TV teknik olarak televizyon yayınını internet üzerinden iletme anlamına geliyor. Oysa biz içerik olarak da bir internet televizyonu kurmak istiyoruz. Odatv anlık güncellenen bir haber dergisi gibi şu an. Bugün internet başında bunu kullanabiliyorsunuz ama benim hayalim ileride cep telefonlarından, evinizde televizyondan görebildiğiniz farklı açılımı olan bir televizyon. Yani bir hayalimiz var ve onu hayata geçirmek için ilk adımları attık. İnanılmaz bir ilgi var. İnternet şu anda biraz kaybedenler kulübü gibi gözüküyor. Özellikle medya ve gazeteciler için. İşsizler ya da farklı büyük sermaye gruplarından dışlanan gazetecilerin yazı yazdığı bir mecra. Ve bir çöplük gibi de. Herkes kopyala yapıştırla birbirini kopyalıyor. Haber çalıyor. Hiçbir yeni üretim, editoryal bir müdahale yok. Biz burada özel bir ekip kurduk. Teknik altyapısına ve ekibe yatırım yaptık. Ve bir şeyleri değiştireceğimize inanıyorum. Bu çöplük halinden kurtarmaya çalışacağız. Şu anda izlediğimiz televizyonun hem teknik hem de içerik olarak internetle beraber birbirini dönüştürüp, çok uzak da değil, 2010 yılında bambaşka bir şeye dönüşeceğine inanıyorum. En azından bunu hayal ediyorum.
 
Gazeteciler genelde meslekleriyle hayatlarını iç içe yaşarlar. Mesleğinizden sıyrılabildiğiniz zamanlar oluyor mu?
Elbette oluyor. İnsan eğer özel hayatını organize edemezse hiçbir şeyi edemez bence. Genelde seyahat ederim. Kitap okurum, sinemaya giderim. Sonuçta bu bizim işimiz. Evet ben belki normal bir insandan biraz daha fazla merak ediyorum, takip ediyorum, daha çok gazete okuyorum ama sonuçta bir iş yapıyoruz. Hayat işle geçmiyor. Zaman zaman ara verdiğim oluyor. Yazları çalışmamaya çalışıyoruz.
 
Hayatta muhakkak yapmalıyım dediğiniz şeyler var mı?
İspanyolca öğrenmek istiyorum. Bir de Güney Amerika’nın bir kısmını gezdim, tamamını gezmek istiyorum.