Berna Laçin’e göre herkes çalışıyor ama sadece bir hedef uğruna kendini adayanlar kariyer yapıyor. Ünlü sanatçı başarısını,  kariyerinin her adımını işadamı gibi planlamasına borçlu olduğunu söylüyor.

Berna Laçin, televizyon dizilerinin ilk starlarından. Kendisi bu durumu “O zamanlar zaten seyredecek fazla bir şey yoktu” cümlesiyle açıklasa da, dikkatli bakınca bunun hiç de öyle küçümsenecek bir tesadüf olmadığı ortaya çıkıyor. Berna Laçin, konservatuarın en parlak öğrencilerinden biri olarak mezun olmasından bu yana attığı her adımı dikkatle planlıyor. İmajından yer aldığı projelerin seçimine kadar, yine kendi deyimiyle “iş düşünerek” karar veriyor. Geçtiğimiz aylarda beş karakteri birden canlandırdığı “Dönme Dolap” oyunuyla hem Afife Jale, hem de Sadri Alışık ödüllerinde en iyi komedi kadın oyuncu unanını alan sanatçı, çocuğuna vakit ayırmak amacıyla ayrı kaldığı televizyona, yeni projelerle dönme hazırlığı içinde. Laçin, sohbetimiz sırasında kariyeri ve yaşamıyla ilgili görüşlerini samimiyetle paylaştı. 

Yaratıcılıkla iş mantığını bağdaştırmak gerek
Genelde büyük bütçeli işlerde yer alıyorum ve altına girilen bu işlerde kendimi de sorumlu hissediyorum. O zaman sanatçı, yaratıcı kimliğimi bırakıp iş kadını oluveriyorum. İşin tutması, devam edip daha karlı hale gelmesi için akıllıca kararlar vererek, birtakım fedakarlıklar yaparak çalışabiliyorum. Kendimi işin sorumlularından biri olarak görüp bu bilinçle hareket etmem çoğu yapımcıyı şaşırtıyor. Ama yaptığımız iş yaratıcılık gerektiren bir şey de olsa neticede iş. Bu mantıkla hareket etmek gerektiğini düşünüyorum. Ama çekim başlayıp oyunculuk yapma sıram geldiğinde de yaratıcılık alanıma saygı duyulmasını bekliyorum. “Bugün havamda değilim” gibi söylemlerin sadece saygısızlık olduğunu düşünüyorum. Çünkü nasıl orada kameraman çekimden, ışıkçı ışıktan sorumluysa oyuncu da önceden belirlenmiş o süre içinde kendi payına düşeni en iyi şekilde gerçekleştirmeli. Profesyonellik bunu gerektiriyor. Eğer aynı sahneyi on kere çekip on kere ağlamamız gerekiyorsa, ağlayacağız. Çünkü ne kadar zor olursa olsun bizim işimiz bu.

Sanatçı olmak ağır bir iş
Geçen gün kızımın arkadaşlarından biri bana “Ama sen çalışmıyorsun ki, oyun oynuyorsun” dedi. Ne cevap vereceğimi şaşırdım çünkü birçok insan gerçekten böyle düşünüyor. Oysa ki sanatçı olarak bizler işimize birçok insana göre çok daha fazla zaman ve enerji yatırıyoruz. Tamam, yaptığımız işten büyük zevk alıyoruz, çalışırken eğleniyoruz ama günde 18 saatlere varan yoğun çalışma tempolarımız olabiliyor. Üstelik eve gidince de işimiz bitmiyor. Her baktığımız şeyde işimizle ilgili bir şeyler görüyoruz. Okumak, öğrenmek, sürekli kendimizi geliştirmek zorundayız.

Çalışmakla kariyer arasındaki farkı anne olunca anladım
Hepimiz çalışıyoruz, bir şeyler yapıyoruz. Ancak kariyer yapmak, insanın kendisini bir amaca adayarak tüm adımlarını ona göre atması anlamına geliyor. Ben ikisi arasındaki ayrımı anne olduktan sonra daha iyi anladım. Çünkü insan iki şeye birden kendini adayamıyor. O dönemde ben, kendi psikolojim başka türlüsüne izin vermediği için kendimi kızıma adamayı seçtim. Tabii ki o yıllarda da çalıştım, bazı projelerde yer aldım. Ama bunlar kariyer kelimesine karşılık gelen projeler değildi. Zamanımı, zihnimi, enerjimi tamamen vermem gerekmiyordu. Şimdi kızım dört yaşına geldi, artık sosyalleşmeye başladı ve ben yine kariyerim adına çalışmaya başladım.  

Kariyerimin her adımını planlıyorum
Çok erken yaşlardan bu yana hayatımla ilgili planlar yapıyorum ve her küçük ayrıntının bu plan dahilinde olmasına dikkat ediyorum. Örneğin mimarlık fakültesini kazanmışken konservatuarı seçtim çünkü oyuncu olmak istediğimi biliyordum. Daha sonra yaptığım her işte bir sonrasını düşünerek ilerledim. Örneğin çocuklarla ilgili yarışmayı sunduktan sonra  insanların gözünde çok farklı bir imajım oluştuğunu fark ettim ve bundan sonra yapacaklarımın da bu imajı bozmaması gerektiğini bilerek adımlarımı bir iş adamı gibi planladım. Bazen işlerin kontrolden çıktığı zamanlar da oldu elbet ama bu durumları düzeltmek için de azimle uğraştım.

Yetenekle çalışma birbirinden ayrılamaz
Yetenek, tıpkı güzellik gibi yaradılışta insana verilen bir armağan. Başarılı sporcuların mutlaka belli bir kas yapısına sahip olmaları gibi. Ancak bu armağanı doğru şekilde değerlendirmek gerekiyor. Yüzmeye çok uygun bir vücudu olan bir çocuk düşünün. Bu çocuk yüzmeyi öğrenmezse ne olur? O yeteneğe sahip olduğunu bile bilmeden yaşayıp gider. İşte bu yüzden yeteneğin mutlaka çalışmayla işlenmesi gerekiyor. Her ne alanda olursa olsun, kimse “ben çalışmadan, sadece ilhamla yarattım” diyemez. Bu mümkün değil. Başlangıç noktası olarak yetenek şart ama gerisi sadece çalışmakla oluyor.

Fırsatları değerlendirmek gerek
Ben hayatta şansın çok büyük rolü olduğunu düşünüyorum. Bazı insanlar vardır; gerçekten de şansları pek yaver gitmez. Diğer yanda bazı insanlar da sanki hayat her şeyi onların önüne seriyormuş gibi görünür. Ama daha dikkatli baktığınızda şanslı olanların sadece fırsatları değerlendirmekte diğerlerine göre daha becerikli olduğunu görürsünüz. Eğer karşınıza çıkanı doğru anda fark edip gerekeni yapmazsanız şans ya da fırsat denen şey insanın elinden kaçıveriyor. Hemen fark etmek, hızla harekete geçmek gerek. Bunu yapabilmek için de tabii ki insanın öncelikle neyi beklediğini bilmesi lazım.

Bir hafta erkek gibi düşünerek tatil yapmak istiyorum
Kadın olmak çok zor. Örneğin eşimle yemeğe bir yere gidiyoruz, akşam eve döndüğümüzde olanları iki üç cümleyle özetleyebiliyor: “Gittik, falancayla karşılaştık, yemek yedik, sohbet ettik.” Oysa ben o gece neler olduğunu, neler gözlemlediğimi anlatmaya başlasam sabaha kadar konuşabilirim. Kadınların beyni gerçekten çok daha hızlı, daha yüksek bir frekansta çalışıyor. Bu yüzden erkek olmak bence çok konforlu bir şey. Kadınların işi, sorumluluğu da her zaman daha fazla. Örneğin hiçbir erkek yoğun bir işgününde, zaman yaratıp koştura koştura çocuğuna çilekli toka veya kırmızı pullu çorap arama zorunluluğunu hissetmiyor. Erkek olmak istemezdim doğrusu ama bir hafta erkek zihnine, düşünce yapısına sahip olarak bir tatil yapmak isterdim. Hayalimdeki tatil kesinlikle bu.

Fenerbahçe ve Güney Amerika fanatiğiyim
Güney Amerika’yla ilgili her şey müthiş ilgimi çekiyor; müzikleri, yemekleri, dansları, yaşam tarzları, futbol, her şey… Beni en çok etkileyen yazar Gabrial Garcia Marquez örneğin. Şu an onun “Anlatmak için yaşamak” adlı anı kitabını ikinci kez büyülenerek okuyorum. Latin danslarını da çok iyi yaparım. Futbola olan ilgimi de biraz da bu Güney Amerika merakıma borçluyum sanırım. 30 yaşıma kadar futbolla hiç ilgilenmedim ama ondan sonra ne olduysa, maçlara giden, yenince caddeye fırlayan, önemli maçlarda yenilince gözyaşlarına hakim olamayan bir Fenerbahçe taraftarı haline geldim. Sadece Fenerbahçe’nin değil, bütün takımların önemli maçlarını takip ediyorum. Futbol dışında ilgilendiğim sporlarsa yüzme ve bisiklet. Eşimle geçen bayramda ziyaretlerimize bisikletle gittik örneğin. Tüm bunlar bana yaşadığımı hissettiriyor.