“Dünyanın en iyi sualtı fotoğrafçısı” unvanına sahip tek Türk olan Prof. Dr. Orhan Aytür, profesyonel düzeye ulaşan hobisiyle akademisyenliği eş zamanlı olarak yürütüyor. Dalış seyahatlerinde günde yaklaşık altı saatini suyun altında geçirdiğini söyleyen Aytür, “Bazı deniz canlılarının güzelliğine, renklerine, desenlerine hayran olmamak elde değil” diyor.

Orhan Aytur
Prof. Dr. Orhan Aytür

Gezegenin sessiz dünyası olan sualtını keşfetmek ömrünüz boyunca yaşayabileceğiniz en heyecan verici deneyimlerden olabilir. Sualtının büyüsüne kapılarak 1998 yılında aletli dalışla tanışan Bilkent Üniversitesi Öğrenci İşleri Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Orhan Aytür, 2000 yılında ise sualtı fotoğrafları çekmeye başladı. Üç kez milli sporcu olarak Dünya Sualtı Fotoğraf Şampiyonası’na katılan Aytür, 2011 yılında da “Dünyanın En İyi Sualtı Fotoğrafçısı” seçildi. “Büyük sürpriz” olarak yankı uyandıran bu başarısı için çok çalıştığını belirten Aytür, sualtında fotoğraf çekmenin inceliklerini ve kariyerini anlatıyor.

Sizi sualtında fotoğraf çekmeye yönelten etkenler neler oldu?

Sualtındaki canlılara eskiden beri ilgim var; çocukluğumuzun Kaptan Jacques Cousteau belgeselleri nedeniyle olsa gerek. Ama tüplü dalışa ancak 1998 yılında başlayabildim, o da Gül Buharalı’nın teşvik etmesiyle oldu. Dalışa  başladıktan sonra tanıştığım Haluk Akbatur, Haluk Sağtürk, İrfan Tekçe, Ferda Büyükbaykal gibi dalgıçların bir bölümü sualtında fotoğraf çekiyordu. Onların etkisiyle eski fotoğraf tutkum birleşince sualtında fotoğraf çekmeye başladım. Sualtı fotoğrafına başladıktan çok kısa bir süre sonra da dalışlı yarışmalara katılmaya başladım. İlk katıldığım 2000 yılı 4. UFBAY Sualtı Görüntüleme Türkiye Şampiyonası’nda ikisi altın üç madalya birden kazandığımda ben dahil herkes çok şaşırdı, bu kadar az deneyimi olan birinin bu denli önemli bir ödül almasına. Sualtı fotoğrafçılığından para kazanmıyorum ama çok meraklı ve ilgili bir amatör olduğumu söyleyebilirim. İş konusunda ya da iş dışı uğraşlarda, ilgilendiğim şeyleri derinlemesine öğrenmeyi severim. Sualtı fotoğrafçılığında teknik ve estetik anlamda profesyonel düzeye geldiğimi düşünüyorum ama hayatımı kazandığım bambaşka bir mesleğim var; üniversitede öğretim üyesiyim.

Akademik kariyerinizden bahseder misiniz?

Bilkent Üniversitesi’nde Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde profesör olarak görev yapıyorum. Ayrıca son beş yıldır da Rektör Yardımcısı olarak çalışıyorum.

İki kariyeri aynı zamanda yürütmenin zorluklarının neler olduğunu söyleyebilirsiniz?

Zamansızlık hep bir problem! Ama tabii esas işim akademisyenlik. Bu nedenle, sualtıyla ilgili katılmak isteyip de katılamadığım birçok proje ve çalışma oluyor ne yazık ki.

BalikKategorisi_DunyaUcuncu

Türkiye Sualtı Fotoğraf Milli Takımı’nda yer alıyorsunuz ve “Dünyanın En İyi Sualtı Fotoğrafçısı” seçildiniz…

Üç kez milli sporcu olarak Dünya Sualtı Fotoğraf Şampiyonası’na katıldım. Bu şampiyonalara fotoğrafçı ve dalış eşi olmak üzere iki kişilik ekiplerle katılınıyor. İlk iki şampiyonada dalış eşim Yeşim Kurtaiş Aytür, son şampiyona ise dalış eşim Asım Dumlu oldu. 2011 yılındaki şampiyonada Asım Dumlu’yla birlikte dünya şampiyonluğunu elde ettik. Şampiyonada iki gün boyunca yaptığınız dört dalışta fotoğraflar çekiyor ve beş farklı kategoriye birer fotoğraf veriyorsunuz. Kategoriler balık ve küçük canlı fotoğrafı, içinde dalgıç olan geniş açı fotoğraf gibi şekilleniyor. Yedi kişilik uluslararası bir jüri değerlendiriyor; tüm kategorilerde toplam sıralaması en iyi olan fotoğrafçı da dünya şampiyonu oluyor. 2011 yılında Asım ve ben İspanya, Portekiz, İtalya gibi ülkelerden gelen çok iddialı fotoğrafçıları geçerek dünya şampiyonluğunu kazandık. Türkiye’den bir fotoğrafçı ilk kez dünya şampiyonu olduğu için bizim başarımız şampiyonayı düzenleyen Dünya Sualtı Sporları Konfederasyonu CMAS’ta ve diğer Avrupalı sualtı fotoğrafçıları arasında geniş yankı buldu. CMAS bile resmi sitesinde şampiyona sonucunu “Büyük sürpriz” diye duyurdu.

Başarınızı neye bağlıyorsunuz?

Sualtı fotoğrafında başarılı olmamda birçok faktör rol oynadı. Hepsinin başında öğrenmekten, çalışmaktan, denemekten ve kafa yormaktan keyif alan bir kişiliğimin olması geliyor herhalde. Teknik fotoğraf bilgim zaten belli bir düzeydeydi ama bunu okuyarak ve çalışarak daha da geliştirdim ve en önemlisi sualtı fotoğrafçılığına uyarladım. Öte yandan, teknik konulara takılıp fotoğrafın asıl önemli olan estetik yönünü geri plana itmedim. Etkileyici fotoğraflar çekebilmek için çok kafa yordum ve çok çalıştım. Orijinal fotoğraflar çekmeyi hedefledim; başkalarının güzel fotoğraflarına benzeyen şeyler çekmekten uzak durmaya çalıştım. Dalışımı da çok geliştirdim; bunun da fotoğrafa faydası oldu. Ayrıca sualtı canlıları hakkında birçok kitap okudum, özelliklerini ve davranışlarını öğrendim. Dalış eşim Yeşim’le birlikte takım olarak çalışmanın da büyük yararı oldu. Yeşim de sualtı canlılarını iyi tanır ve çok iyi bir gözü var; ayrıca çok iyi bir sualtı modeli. Birlikte her ayrıntıya kafa yorduk, üstünde düşündük, denemeler yaptık. Örneğin, Yeşim’in dalış takımlarını modelli fotoğraflarda nasıl görüneceğini düşünerek baştan aşağı tasarladık. 2011 Dünya Şampiyonası’nda da Asım’la çok iyi bir takım olduk. Şampiyonada, beş kategorinin beşinde de ilk 10 içine fotoğraf sokabilmiş benden başka bir yarışmacı yoktu; Asım’ın bu başarıda büyük katkısı var. Dünya şampiyonu olduktan sonra yarışmalara katılmayı bıraktım. O zamandan bu yana, jüri üyesi olarak davet edildiğim ulusal ve uluslararası şampiyonalara katılarak yarışmalardan uzak kalmamaya çalışıyorum.

YeCuceDenizati_Endonezyaryüzünde fotoğraf çekmekle sualtında fotoğraf çekmenin en temel farkları neler sizce?

Teknik olarak birçok fark var. Su filtre gibi davranarak mavi veya yeşil dışındaki renkleri yok ediyor. Sudaki küçük parçacıklar ışığı saçarak kontrastın düşmesine neden oluyor. Sualtı fotoğrafında renk, doygunluk ve kontrastı istenilen biçimde ayarlamak çok kolay değil. Sualtında hiçbir yere dokunmadan hareketsiz durmak da çok zor. Sualtı fotoğrafçısının bir yandan da dalışıyla ilgili konuları takip ediyor olması gerekli tabii. Bu da fotoğrafa konsantre olmayı güçleştiriyor. Yeryüzünde fotoğraf çekerken “Acaba soluyacak kaç dakika havam kaldı?” diye düşünmeniz gerekmiyor genellikle!

Bu işin olmazsa olmazları var mı?

İyi ve güvenli bir dalgıç olmak çok önemli. Rahat kullanabildiğiniz, alışık oluğunuz iyi fotoğraf ekipmanı bulundurmalısınız. Fotoğrafın teknik yönünü çok iyi öğrenmek, ama fotoğraf çekerken de teknik konulara takılmadan görsel ve estetik konulara konsantre olabilmek de gerekiyor.

Türkiye ve dünyada en iyi dalış noktaları nerelerdir sizce? Hangi özellikleriyle ilginizi çektiklerini söyleyebilirsiniz?

Her dalış noktasının kendine has özellikleri oluyor. Bazen çorak bir dalış noktası daha yaratıcı fotoğraflar çekmeye zorluyor insanı. Hatta bazen çok zengin bir dalış noktasında bir sağa bir sola bakmaktan tek bir kareye yoğunlaşmak güç olabiliyor. İyi fotoğraf için aynı dalış noktasında üst üste dalmak çok faydalı oluyor. Böylece fotoğrafı düşünmek, kurgulamak için daha çok zaman kalıyor. Türkiye’de birçok güzel dalış noktası var. Kaş, Kalkan, Bodrum gibi dalış turizminin gelişmiş olduğu yerler dışında da kendine has özellikleriyle ilgi çeken birçok yer mevcut. Ben Endonezya’da dalmayı özellikle seviyorum; sualtı hayatı çok zengin ve çeşitli. Gittiğim dalış bölgelerinin kalabalık olmaması da önemli. Ayrıca gece dalışı yapmayı çok sevdiğim için uzun gece dalışlarına olanak sağlayan yerleri seviyorum. Yurt dışında dalışa gittiğimiz zaman günde 4 veya 5 dalış yapıyoruz. Dalışlar en az 50-60 dakika sürüyor, çoğu zaman daha da uzun. Günün 5-6 saatini sualtında geçiriyoruz. Çok keyifli ama bir o kadar da yorucu oluyor.

Kopekbaligi_GuneyAfrika

Hiç sualtına dalmamış birine dalmayı nasıl anlatırsınız?

Zor. Sualtı belgeselleri epey fikir veriyor aslında. Ama tabii dalma duygusunu vermekte sınırlı kalıyorlar. Sualtında olmanın en çarpıcı yanı aslında yeryüzünde olmamak; yani aşağısının kendi fiziği ve kuralları olan bambaşka bir dünya olması. Bunu anlatmaya çalışırdım herhalde.

Sualtında tanık olduğunuz en etkileyici an neydi?

Öyle çok ki… Sudan’daki Umbria veya Filipinler’deki İkinci Dünya Savaşı Batıkları, Güney Afrika’nın Aliwal sığlınında 20-30 köpekbalığı ile birlikte yüzmek, Maldivlerin akıntı dalışları, Endonezya’nın garip küçük canlıları çok etkileyiciydi. Bazen sualtındaki coğrafya da çok etkileyici oluyor; örneğin dibin görünmeyecek kadar derin olduğu duvar dalışları veya mağaralar gibi. Bazı deniz tavşanlarının güzelliğine, renklerine, desenlerine hayran olmamak da elde değil.

 

kdergi