muratyesildereÜzerinde yaşadığımız gezegenin bir milyar nüfusa ulaşması için geçen sürenin yaklaşık 64 bin yıl olduğu tahmin ediliyor. Pekiyi ya dünya? On binlerce yıldır insanlığa ev sahipliği yapan “sihirli küre”nin istiabı nedir acaba?

“Arkalara ilerleyelim, boşlukları dolduralım” cümlesini toplu taşıma araçlarından hepimiz hatırlarız. Araç sürücüsünün dikiz aynasından arkaya dahi bakmadan, ezberden söylediği bu cümle sayesinde minibüsler, otobüsler “istiap haddinde” veya üzerinde doluluk ile seyahatlerini sürdürürler. Pekiyi ya dünya? Evet on binlerce yıldır insanlığa ev sahipliği yapan “sihirli küre”nin istiabı nedir acaba?

Üzerinde yaşadığımız gezegenin bir milyar nüfusa ulaşması için geçen sürenin yaklaşık 64 bin yıl olduğu tahmin ediliyor; 1820 yılında dünya 1 milyar nüfus sınırını geçmiş! İkinci milyara ulaşmak ise çok daha kısa sürmüş; 106 yıl sonra 1926 yılında dünya nüfusu iki milyar sınırını geçmiş. Üç milyar nüfusa ulaşmak için ise sadece 34 yıl gerekmiş; 1960 yılında dünya nüfusu 3 milyara ulaşmış. Sadece 15 yıl sonra, 1975 yılında 4 milyar ve 13 yıl sonra 1988 yılında ise beş milyar nüfusa ulaşılmış. Dünyada yaşayan insan sayısının altı milyara 2000 yılında ulaştığı düşünüldüğünde, eğer nüfus bu hızla artmaya devam ederse 2300 yılına kadar dünya nüfusunun 135 milyarı zorlayacağı iddia ediliyor; kuşkusuz sadece iddia. Ancak son yıllarda nüfus artış hızının yavaşlaması ile birlikte 9 ile 10 milyar arasında bir nüfusa ancak 2100 yılında ulaşılabileceği öngörülüyor. Yani şimdilik artan nüfus dolayısıyla “omuz omuza” yaşama endişesinden kendimizi kurtarabiliriz!

Nüfus artış hızının yavaşlamasına sebep olan unsurların başında eğitim seviyesinin yükselmesi geliyor. Özellikle kırsal kesimden, şehre göçün de artmasına paralel olarak, aileler daha az çocuk sahibi olma eğiliminde olabiliyor. Bunun yanında artık küresel ekonomide hayatın parçası haline gelen ekonomik krizlerin de çocuk yapma motivasyonunu olumsuz etkilediği gözlemleniyor. Ekonomik krizlerde evli çiftler arasındaki yaş farkının da arttığının tespit edilmesi, ilginç bir istatistik olarak kayda geçiyor. “Dünyaya sığıyor” olmak sadece bir başlangıç; bu yılın ilk çeyreği sonunda Birleşmiş Milletler’in yayınladığı “gelişim raporu” kalitatif olarak da ümit dolu verilere sahip. Örneğin, soğuk savaş yıllarında seçim sistemine dayalı demokrasiyle yönetilen ülke sayısı sadece 70 iken, aradan geçen 25 yılda bu sayı 120’ye yaklaşmış. “Seçim sistemi ve demokrasi her şey değil ki” diyenleri duyabiliyorum ve haklılar! Ama iyi bir başlangıç noktası olduğunu da inkar etmemek lazım.

Ekonomik verilerde de büyük bir gelişme var; seksenli yılların başında gelişmekte olan ülkelerdeki nüfusun yarısından fazlası günde 1.25 dolarla hayatta kalmaya çalışırken, bugün bu en düşük gelirli kesimin toplam nüfusun altıda birine kadar düştüğü tahmin ediliyor. Dünyada birey başına düşen ortalama gelir on bin dolara ulaştı.

Dünyanın “orta direği” olarak tanımlanabilecek olan orta gelirli kesimin, orta sınıfın giderek güçlendiği gözüküyor. “Orta sınıf”, harcanabilir geliri, toplam gelirinin yüzde 30’u ve üstünde olan bireyler olarak tanımlandığında McKinsey&Co. Danışmanlık Firması’nın çalışmasına göre yaklaşık 2 milyar kişiyi orta sınıfa dahil etmek mümkün; daha da çarpıcısı 2020’ye kadar bu rakamın 3.25 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor. Orta sınıf üyelerinin ortak özellikleri; refah seviyelerindeki artışa paralel olarak ekonomik, siyasi, sosyo – kültürel beklentilerinin de yükseliyor olması.

1970’li yıllarda binde 141 olan çocuk ölümleri, kırk yılda yarı yarıya azalarak binde 57’ye kadar düşmüş. Tüberküloza, AIDS’e, hatta kansere dahi çare yaratmaya yakınlaşan sağlık sektörü sayesinde ortalama insan ömrü her sene yaklaşık altı ay uzuyor.

Listeyi daha da uzatmam mümkün; ortalama eğitim süresinin arttığını, teknolojinin sınırlarının zorlanması sonucunda iletişim açısından dünyanın büyük bir köy haline gelmesini ve daha nicelerini size hatırlatabilirim.Ancak zor ve şaşırtmacalı soruyu sona sakladım; bütün bu değişime, gelişime rağmen acaba insanoğlu on bin, bin, yüz, hatta bir yıl önce olduğundan daha mutlu mu? Cevaplarınızı merak etmekle birlikte, tahmin edebiliyorum. Hepimizin beklentileri o kadar yükseldi ki, hep daha fazlasını ve iyisini arıyoruz, kendimiz, ailemiz, sevdiklerimiz, ülkemiz ve dünya için… Bu “sağlıklı rahatsızlık” da gelişmenin devam etmesini, sürekliliğini sağlıyor, ama arada bir de, bir adım geri çekilip, sahip olduklarımız için moral depolayıp, kutlamak isterseniz, bence hiç mahsuru yok!