Herkes gözlerini futbola dikmişken Türkiye, uluslararası arenada sesiz sedasız birçok başarı kazanıyor. Bu başarılardan biri de tasarladıkları bilgisayar oyunuyla tüm dünyadaki oyun meraklılarının bakışlarını üzerlerine toplayan Cem Uzunlar ve Hakan Yüksel’e ait. 2001’de ilk demosu gösterilen Pusu, daha kahramanları bile ortada yokken Quake, Doom, Unreal gibi çok rağbet edilen bilgisayar oyunlarına rakip oldu. İki arkadaşın kendi bilgisayarlarını satarak başlattıkları bu uzun ve pahalı proje, artık sonuna yaklaştı. 3TE (3 Taş Eğlence) adı altında çalışmalarını sürdüren Uzunlar ve Yüksel, dünya oyun pazarına bomba gibi girmeye hazırlanan Pusu’yla birlikte kendi hikayelerini de anlattı.

Herkes merakla bekliyor, neden bu kadar gecikti Pusu’nun çıkması?

Çok kısıtlı imkanlarla çalıştık. Bilgisayarlarımızın hızından tutun, oyun için çalışan insan sayısına kadar dünya standartlarının çok gerisindeydik. Gelişmiş bir bilgisayarla 1 saatte yapılan bir işi biz 6 saatte bitiriyorduk. Bilgisayar oyunu yaratmak, çok uzun süren ve ekip çalışması gerektiren bir uğraş. Yurtdışında çok uzmanlaşmış ekipler çalışıyor. Doku tasarımcıları, efekt tasarımcıları, herkes ayrı bir uzmanlık alanına sahip, ayrı bir şeyle uğraşıyor. Biz yola çıktığımızda sadece ikimizdik. Uzun bir süre sponsor bulmak için uğraştık. Oyun ilk ortaya çıktığında Avustralyalı bir firma oyunu satın almak istedi ama satmadık çünkü oyunu Türkiye’de bitirmek istiyorduk. Oyun bitene kadar orada bulunmamız ve kimseyle oyun hakkında konuşmamamız gerekiyordu. Şimdi artık Yogurt Technologies ile birlikte çalışıyoruz. Böylece çalışma koşullarımız iyileşti. Şu an 6 – 7 kişilik bir ekiple çalışıyoruz. Oyun da biter bitmez piyasaya çıkacak. Şu an kesin bir zaman veremiyoruz ama aylarla ölçüldüğünü söyleyebiliriz.

Kısaca oyunun senaryosunu anlatabilir misiniz?

Kahramanımız Kosova’da NATO Türk Birliği’nde görevli Üsteğmen Fatih Yıldırım. İlk başlarda annesi ve babasının mafya tarafından öldürüldüğünü öğrenince Türkiye’ye dönüyor ve olayları çözmeye çalışıyordu. Ama zaman ilerledikçe biz bunu biraz değiştirdik. Annesi babası belki öldürülmemiş de kaçırılmış olabilir. Babası bir bilim adamı ve bazı karanlık güçler tarafından tehdit olarak görülüyor. Babasının izini sürerken Yüzbaşı Fatih’in başı da mafya ile derde giriyor. Oyun bir sürü yerde geçiyor, Türkiye’de ve Türkiye dışında geçen bölümler var. Türkiye’de kullandığımız mekânların bir kısmı gerçek, bir kısmı hayal ürünü. Tabi bunlar senaryonun kaba hatları. Fatih Üsteğmen, silah kullanmanın dışında birtakım bulmacalarla da karşılaşıyor. Bir yerden kaçmak için örneğin, bir evrak ele geçirmesi ya da bir objeyi kullanması gerekecek. Pusu’da bu türden “Action-Adventure” oyunlarında karşılaştığımız ögelerden bolca olacak.

Oyunun dili Türkçe mi olacak?

Evet, oyunun dilinin Türkçe olmasını özellikle istiyoruz. Sonradan talep doğrultusunda bir İngilizce versiyon yapabiliriz. Türkiye’de İngilizce bilmediği için bilgisayar oyunlarından tam anlamıyla zevk alamayan birçok insan var. Karakterlerden birinin söylediği bir cümlenin içindeki bir kelimeyi anlamadığınızda bile oyunun zevki azalıyor. Bu yüzden Türkçe oyunların bilgisayar oyunlarına olan ilgiyi de artıracağını düşünüyoruz.

İkiniz nasıl tanıştınız? Nasıl böyle ortak bir hedefte bir araya geldiniz?

Biz Kabataş Lisesi’nde birlikte okuduk, oradan tanışıyoruz. Lisede bir bilgisayar laboratuarımız vardı, orada gidip bilgisayarlarla uğraşan beş altı kişi arasındaydık. Lise yıllarında arkadaşlarla sürekli bilgisayar oyunları oynardık ama daha o zamanlar oyunlara farklı gözlerle bakmaya başlamıştık. “Nasıl yapmışlar, zor olmasa gerek, bu oyunun grafikleri şöyle olsaydı…” gibi düşüncelerle inceliyorduk oyunları. Yine lise yıllarında 4-5 arkadaş oyun yapmaya karar verdik. Hatta ilk oyunumuzu daha o zaman geliştirmiştik. Gerçek zamanlı bir strateji oyunuydu ve tamamlamıştık. Ama piyasaya nasıl çıkaracağımız bir muammaydı, öylece kaldı. Sonra Pusu doğdu.

Peki Pusu fikri nasıl ortaya çıktı? Neden daha kolay bir oyun yerine Pusu gibi yıllar sürecek, pahalı bir projeye soyundunuz?

Elbette daha basit bir oyun yapabilirdik. Fakat bu biraz bizim idealistliğimizle ilgili. Kısaca biz böyle bir oyun yapmak istedik, hayalimizdeki oyun buydu. Bizim en sevdiğimiz oyun türüne dahil Pusu; bir macera / çatışma oyunu. Göze hitap etmektense bizim oyunu oyun yaptığına inandığımız zengin içeriğe, oynanışa ağırlık vermek akla daha yatkın. Böylece iyi ekran kartına sahip olan ya da olmayan herkes oyundan aynı zevki çıkarabilir. Sonuçta oyun bir film değil. Kısaca öncelikle oynanış önemli, görsel güzellik daha geriden gelip oynanışı desteklemeli. Oyunların görsel yönünün oyuncuları çeken en önemli unsurlardan biri olduğunun farkındayız fakat asıl odaklandığımız nokta bu değil. Biz her şeyden önce oyunumuzun zengin içerikli olmasını istiyoruz. Açıkçası bu bizim için görsellikten daha ön planda. Oyunda amaç oyuncunun oynarken zevk alabileceği şeylerin sayısını artırmak. Örneğin oyuncu oynarken çok daha farklı yollar kullanabilmeli, bolca bulmacayla karşılaşmalı.

Oyuncular Pusu’da nasıl bulmacalarla karşılacak?

Ana karakter Üsteğmen Fatih, oyun boyunca zekası ve çevikliği ile ailesinin üzerindeki sır perdesini kaldırmaya çalışacak. Kimi zaman insanlarla konuşup ipuçları toplarken, kimi zaman operasyonlar düzenleyip, çatışmalara girecek. Pusu, Fatih’in 2002 yılında ailesinden gelen haber üzerine Çanakkale’ye gelmesiyle başlıyor. Olayı araştırmaya başlayan Fatih’in bulduğu ipuçları, O’nu Türkiye ve dünyanın çeşitli bölgelerine götürüyor. Oyun, sürekli ve birbiriyle bağlantılı bölümlerden oluşuyor. Kimi zaman, bitirdiğiniz bir bölüme tekrar dönmeniz, bir ipucunu bulmanız ve kaldığınız yerden devam etmeniz gerekecek. Bölüm geçişlerinde ve önemli olaylar olduğunda, oyun motoruyla hazırlanmış animasyonlar olacak. Animasyonlar ve oyun iç içe olduğundan oyuncu kendisini olayların içinde hissedecek. Pusu, alışılmış soğuk, cansız ortamlarda değil, etrafta insanların dolaştığı, satıcıların bağrıştığı, çeşitli müziklerin duyulduğu canlı bir ortamda oynanacak. Bölümler detaylı olarak hazırlanmış fabrika, bina gibi iç mekanların yanı sıra limanlar, caddeler, ara sokaklar gibi dış mekanlarda da geçecek. Oyuncu kimi zaman kendini Taksim gibi bilinen, gerçek mekanlarda bulacak. Bu mekanlar gerçeğine uygun şekilde modellenecek. Oyunun kahramanı, operasyonlar ve çatışmalar dışındaki zamanda normal bir kıyafet giyecek. Bunlarla birlikte çelik yelek gibi koruyucu giysiler de kullanabilecek. Bu giysilerin çeşitli bölmelerinde ve çantasında silah, mermi gibi çeşitli objeler taşıyabilecek. Operasyonlar ve çatışmalar sırasında ise askeri bir kıyafet giyecek.

Oyunu oynayan bir yabancı Türkiye’deki mekanlarla ilgili neler hissedecek sizce?

Bu, Türkiye’yi tanıtmak için inanılmaz güzel bir fırsat aslında. Biz Amerikan filmlerini seyrede seyrede büyük şehirleri öğrendik bile. Bu oyunu oynayan yabancı biri de aynı şekilde bizim şehirlerimizi öğrenecek, o hissi bire bir yaşayacak. Üstelik oyunda özdeşleşme hissi sinemadan çok daha güçlü. Oyunu oynayanlar adeta kendi ayaklarıyla gezecekler, kendi gözleriyle görecekler mekanları. Böylece Türkiye’nin de tanıtımının yapılacağını düşünüyoruz.

Türkiye’deki oyun sektörüyle ilgili neler düşünüyorsunuz?

Öncelikle Türkiye’de oyun sektörü olmadığını hepimiz biliyoruz. Bunda rol oynayan en önemli etken bilgisayar oyunlarıyla uğraşanların pek ciddiye alınmaması. Oyunların bir meslek olabileceğine inanmadığımız gibi, oyun geliştirmeyi de iş olarak göremiyoruz. Sözgelimi ailelerimiz biz oyun geliştirmekle uğraşırken “Bırakın artık oyun oynamayı” şeklinde yaklaşabiliyorlar. Özellikle Pusu’dan sonra Türkiye’de oyun yapmak isteyen bir sürü insanın olduğunu gördük. Bu kitle büyük çoğunlukla gençlerden oluşuyor ve oyunun nasıl yapıldığını öğrenmek istiyor.

Oyunların artık eğlence sektörüne dahil olması biraz durumu değiştirmez mi sizce?

Yurtdışında gerçekten de oyunların sinema gibi eğlence sektörünün bir parçası olduğu artık kabul edilmiş durumda ve çok büyük yatırımlar yapılıyor. Dev şirketler, dev ekipleriyle oyun tasarlıyor. Aslında bu sektörün Türkiye’de de gelişmemesi için hiçbir neden yok. Hindistan gibi bir ülke IT sayesinde kalkındı, aynı şey Türkiye’de de olabilir. Büyük bir genç nüfus var ve teknoloji bakımından dünyanın gerisinde değiliz. Ama bilgisayar oyunları çok fazla bilinmediği için yatırımcılar biraz uzak duruyor. Herkes önce bir görelim, sonra düşünürüz mantığıyla hareket ediyor.

Peki Türkiye’de oyun geliştirmek isteyenler ne yapmalı?

Bugün özellikle Avrupa’da sadece hobi olarak var olan oyunlara mod geliştiren yüzlerce kişi var. Mod tasarlamak sizi oyunun teknik yönünden, grafik motoru geliştirme zahmetinden kurtarıyor ve doğrudan oynanışa yönelerek, hayal gücünüzü pratik olarak hayat geçirmenize imkân tanıyor. Dolayısıyla Türkiye’de oyun geliştirmeyi öğrenmek isteyenler işe öncelikle mod geliştirmekle başlasınlar. Sadece mod geliştirerek bir oyunun yapımındaki bölüm tasarımı, grafik tasarım, doku tasarımı, 3D modelleme gibi kalemler öğrenilebilir. Unutulmaması gereken, oyunların takım işi olduğudur, her şeyi tek bir kişi yapmaz. Oyun geliştirmek isteyenlerin özellikle Türkiye’de ilk başlarda para beklentisi içinde olmamaları yerinde olur. Bu noktada biraz sabır gerekiyor. Sadece bir alanda kendinizi yetiştirip uzmanlaşırsanız belki Türkiye’de değil ama yurt dışında para kazanmamanız için bir neden kalmaz.