Dünya Duvarları, Brooklyn Köprüsü ve Duvar Halıları gibi projelere imza atan ressam Burhan Doğançay, eserlerini kendi açtığı Doğançay Müzesi’nde sergiliyor. Çocuklara yönelik resim yarışmaları düzenleyen sanatçı kültürlü bir nesil arzuluyor.

Türkiye’nin en tanınmış ressamlarından Burhan Doğançay, yıllarca Paris ve New York’ta yaşadıktan sonra geçtiğimiz yıllarda Türkiye’ye dönerek Doğançay Müzesi’ni açtı. Türk resim sanatının çok kısa bir geçmişi olduğunu söyleyen sanatçı, Türk toplumunun sanatla ilgilenmediğini söylüyor.. Sanatın toplumdan bağımsız olamayacağını savunan ressam, “Hangi sahada olursa olsun her sanatçının tek gayesi sanatının bilinmesi, isminin duyulmasıdır” diyor.  

Türk resim sanatını yurt dışıyla karşılaştırdığınızda nasıl bir tablo çıkıyor?
Türkiye’de plastik sanatların geçmişi çok eski değil. Dünyadaki bütün müzelerin açılış gayeleri üç unsura dayanıyor; eğitim, kültür ve sanat. Bir toplum kültürlü olduğu taktirde her şey yolunda gidiyor. Biz hala eğitim ve kültürün farkını anlamış değiliz. Ben gençken Türkiye’de eğitim seferberliği vardı. Bugün de konuşulan gene eğitim. Kültürsüz bir toplumun sanatla ilişkisi zaten çok az olur. Benim gördüğüm kadarıyla Türk toplumu sanatla çok ilgilenmiyor ama bunun muhtelif sebepleri var. Zaten yurt dışındaki resim sanatıyla Türkiye’dekini mukayese etmek gereksiz. Yani ordaki futbolla burdakini karşılaştırırsınız ama resim bir nosyondur. Dünyada ölçüsü olmayan tek branş resim. 12. asırdan beri resim için bir ölçü aranmış. O bakımdan en çok para eden resim en iyi resim haline geldi. Çoğu zaman doğru ama her zaman değil.

Resimdeki bu ticari bakış açısı, sanatçının yaratıcılığını etkiliyor mu?
Hayır yaratıcılığı etkilemez. Müzik için de edebiyat, resim için de geçerli bir şey var. Hani bazıları diyor ya “Sanat sanat içindir. Resmimi kimse almasa da umurumda değil. Benim müziğimi kimse dinlemesin.” O zaman bir şey yaparsın 3-5 kişi bilir. Ama her sanatçının hangi sahada olursa olsun tek gayesi sanatının bilinmesi, isminin duyulmasıdır. Hatta koleksiyoncular bile bu yüzden müze yapıyorlar. Bizim hayatımız bir toz bile değil kaç milyon senelik evrende. Bunun içinde bilim adamları, ressamlar, doktorlar, mimarlar var, hepsinin gayesi isminin geri kalması. Yaptığı işten hepsi zevk alıyor, yaratıcılığını kullanıyor fakat arka tarafında isminin bilinmesi vardır. En nihayetinde çocuk yapma bile ismin devam etmesinin tek yolu, bir de soyun devamı. Resimde de güzel sanatlarda da aynı şey geçerli. Bu benim şahsi kanaatim. Bugün bir Mozart, Bethooven, Rembrandt dünya kaldıkça yaşayacak. Hiçbir zaman Van Gogh Hollandalı diye bilinmez, hepsi ismiyle bilinir. Madame Curie’nin kim olduğunu merak eden araştırıp onun Fransız olduğunu bulur. Bir akım kurulmuş olabilir ama bir Alman resmi, Fransız resmi diye bir şey yoktur. Tüm sanatçılar kendi adlarıyla yaşar. 

Türkiye’de resim nasıl bir tarihi gelişim gösterdi?Türkiye’de resmin tarihi çok kısa. Rönesans’ın Türkiye’ye uğramaması bizim de ona ulaşmak için herhangi bir çaba göstermememiz nedeniyle bu batılı dediğimiz memleketlerle aradaki fark hala devam ediyor. Bugün gelişmiş dediğimiz ülkelerde, müzesi olmayan hatta her şehrinde müzesi olmayan bir tane memleket gösteremezsiniz. Ama gelişmemiş memleketlerde, rönesansı yaşamamış memleketlerde birkaç tane istisna dışında modern sanat ve resim heykel müzesi olan ülke yoktur.

Resim sanatını ilk olarak babanızdan öğrendiniz. O dönemleri anlatabilir misiniz, babanızla ilişkiniz nasıldı?
O dönemde Türkiye’ye resmi ve birçok şeyi getirenler subaylardı. Babam hem haritacıydı hem de resim yapıyordu. Biz babamın mesleği yüzünden bütün Anadolu’yu dolaştık. O zamanki Anadolu’yla bugünkü Anadolu’yu karşılaştıramazsınız bile. Yok yoktu, biz kağnı arabasıyla giderdik. Benim için çok büyük zevkti tabii. Sabah 4-5 gibi gün doğmadan çıkardık. Babam atıyla giderdi ben de eşeğin sırtında giderdim. Babam tepelerde işini yaparken bana da meşgul olayım diye kağıt verirdi, sen de şu kağıda şu ağacı yap, derdi. Molalarda da çizdiklerimi alıp bana perspektif, ışık, gölge öğretirdi.. Ondan sonra ilk ve ortaokulda sanat dersleri yoktu. Ama ben babamın arkadaşlarından Arif Kaptan, Eşref Ören, Sami Boyar’dan birşeyler öğrendim. Bütün ders kitaplarına hocalarımın resmini yapardım, çok dayak yedim bu yüzden. Babam baktı çok kabiliyet var, beni ilk başlarda teşvik etti. O aralar futbol oynamaya da başlamıştım. Ama iş ciddiye binince katiyen olmaz dedi. Haklıydı. Benim nazarımda gelmiş geçmiş en büyük insanlardan bir tanesidir babam. Paris’e giderken bana iki şart koydu. Birincisi ressam olmayacaktım, ikincisiyse futbol oynamayacaktım. Söz verdim ama resme devam ettim, kurslara gittim. Ama esas gayem hukuk fakültesinde doktora yapmaktı. Bu benim görüşümü, zaviyemi açtı, dünyayı tanıdım. Biraz ekonomi ve diplomasiyi tanıdım, yalnız resimle sınırlı kalmadım. Onun için bugün 10 saat resim yapıp stüdyomdan çıktıktan sonra hiçbir zaman resimden konuşmam. Benim başka hobilerim var, mesela spora çok meraklıyım. Dün akşam NBA’de kim kazandı, Avrupa’da teniste kim kimi yenmiş bilirim. Tiyatro ve edebiyat da benim için çok önemli. Seyahata çok meraklıyım, bugüne kadar 114 memleket dolaştım.

Dünya Duvarları projesi için değil mi? Bu proje sonlandı mı?
Bu proje 1970’lerde başladı hala devam ediyor. World of Walls diye bir kitap çıktı ama projeye devam ediyorum. 114 memleket gezdim şimdilik, ömrüm yettiği ve sağlığım olduğu sürece gezmeye devam edeceğim. Duvarlar yaşadığımız devrin bir arşivi. Baktığınız zaman o toplum hakkında fikir sahibi olabilirsiniz. Sosyal, ekonomik, politik olarak her şeyini söyleyebilirsiniz. Duvarlar adeta bir toplumun aynasıdır. Dünyada böyle bir proje yapılmamış, yapılması imkansız. İsteseniz bile olaylar artık aynı değil, ne Carter Amerikan başkanı ne Mitherand Fransa’nın cumhurbaşkanı. Bağdat Caddesi’nde bir şey göremezsiniz ama Dolapdere’ye indiğinizde duvarlarda boş yer yoktur. Özellikle politik alanda hareketlilik olduğu zaman daha fazla şey bulabiliyorsunuz. 70’lerdeki Türkiye’yi düşünün, 1 cm yer yoktu. 


Her sanatçının hangi sahada olursa olsun tek gayesi sanatının bilinmesi, isminin duyulmasıdır. Bizim hayatımız bir toz bile değil kaç milyon senelik evrende. Bunun içinde bilim adamları, ressamlar, doktorlar, mimarlar var, hepsinin gayesi isminin geri kalması.


Bu 114 ülkede çekimler yaparken başınıza çeşitli olaylar gelmiş…

Dolapdere’de de aldılar benim malzemelerimi. Ama polis dahi gitme dedi. Arjantin’de kloroform koydular, 6 makineyi birden aldılar. Güney Afrika’da elime bıçak sapladılar, çantayı alıp gittiler. Her seferinde polise gittiğimizde, şanslısın yaşıyorsun, dediler. Ama oralara gitmeden de çıkmıyor bu kareler. Bu tür konuları Bağdat Caddesi’nde, Osmanbey’de bulamazsınız, varoşlara, fakir mahallelere gitmeniz lazım. Görüyorsunuz Fransa’daki olaylar Şanzelize’de başlamadı, hepsi varoşlarda başladı. Çünkü onlar hayatlarından memnun değil, psikolojik ve sosyal sorunlarını ifade etmeleri lazım. Bu yazıları kimlerin yazdığını 35 senede 1 defa görebildim. 3 çocuk yazıyordu, yüzlerini göstermeden arkadan fotoğraflarını çektim.

Kendinizi aynı zamanda fotoğrafçı olarak görüyor musunuz?
Fotoğrafa ben Paris’te başladım. Ben fotoğrafçı olmaktan ziyade proje üreten biriyim. Ressam olmanın bir avantajı kompoziyonu görebiliyorsunuz. New York’ta üç sene gökdelen işçileriyle çalıştım, izin almak üç ay sürdü. Brooklyn Köprüsü’nün restorasyonu sırasında fotoğraflarını çektim. O fotoğraflar şimdi bir tek bende var. Amerikalılar bu fotoğraflardan bir kitap yaptılar. Bugün artık bayağı ilgileniyorum. Siyah-beyaz ve dia çekiyorum.

Doğançay Müzesi’ni hangi amaçla açtınız?
Bu herkesin sorduğu bir şey: Neden Türkiye’ye gelip müze açıyorsun? Buna yanıtım çok basit. Eğer Türkiye’de de diğer batı ülkelerinde olduğu gibi müzeler olsaydı, benim böyle bir şey düşünmem bile abes olurdu. Çünkü o zaman benim resimlerim buradaki müzede sergileniyor olurdu. Peki bu koleksiyon, benim Paris’te öğrencilik dönemlerimden bugüne kadar olan resimlerim ne olacak? Rahmetli babamın ve benim eserlerimin ileriye kalabilmesi için bu müzeyi açmaya karar verdim. Ama ben bu şekilde yol alacağını tahmin etmedim. Burayı alıp içine resimlerimi koyduktan sonra müzeyi sağlam bir vakfa, hiçbir bedel almadan devredecektim. Bugünkü fikrim de hala aynı. Bir vakıf, çok sağlam olacak, buranın statüsünü değiştirmeyecek, eserler satılmayacak. Böyle bir şey olduğu zaman tapuyu da içindeki 150 resmi de onlara hiçbir karşılık olmadan vereceğim. Ama maalesef Türkiye daha buna hazır değilmiş. Ben batıdaki zihniyetin bizde de olduğunu saf bir şekilde düşünerek bu müzeyi açmaya karar verdim. Maalesef bugün dahi kimse yok. Tek istediğim adının x Vakfı Doğançay Müzesi olması. Ondan sonra gidip Bodrum’da resim yapmayı düşünüyorum.

Sanatta sponsor bulmak zor değil mi?
Evet, sanatta sponsorluk çok zor. Bizim her şeyimiz futbol ve televole üzeirne kurulmuş. Gazetede her gün 6 sayfa futbol var, TV’de her gün futbol programları yayınlanıyor. Dünyanın her yerinde var ama bizde her gazetede var. Bu kültürle bir nesil yetişiyor.

 

Bu yılki tema İstanbul

Doğançay Müzesi iki yıldır ilkokullar arası resim yarışması düzenliyor. Sponsor arayışları devam eden yarışmayı kazanan çocuklar, Louvre ve Metropolitan müzelerine gidecek.

Doğançay Müzesi’nde çocuklara yönelik projelerinizden bahseder misiniz?
Benim bir düşüncem de biraz kültürlü bir gençlik yetiştirmek. O yüzden burayı açar açmaz 80 ilkokula faks çektik. Okulunuzda sanata kabiliyetli çocukları getirin dedik. Müzeye 6-14 yaş arası çocuklar geliyor. Bu çocukların çoğu hayatında resim görmemiş. İnsan o 6 yaşındaki çocuğun nasıl bir cevher olduğuna inanamıyor. Şimdilik resim görüyorlar. Bütün gayemiz onların sanattan uzaklaşmaması. Çocuklar zamanla anne babalarını da getirmeye başladılar. Bunun üzerinde hepimiz daha çok heyecanlandık ve bu civardaki ilkokullar arasında geçen yıl Beyoğlu konulu bir yarışma açtık. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kütüphanesinde merasim yapıldı, kazanan 12 çocuğa fotoğraf makinesi verdik. Bir fotoğrafçı arkadaşım kendi fotoğraf merkezinde onlara 5 hafta fotoğraf dersi verecek. Oxford Üniversitesi’nin İngilizce hikaye ve CD’lerini verdik.

Bu sene de yarışma düzenlemeyi düşünüyor musunuz?
Evet, bu seneki konu ise İstanbul. 1457 ilkokul katılacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi biraz destekliyor. 15 Mayıs’ta Lütfi Kırdar’da kazananlara ödülleri verilecek ve eserleri sergilenecek. Şimdi okullara fax çekildi, Nisan’a kadar resimler gelecek. Afişleri bile kendi imkanlarımızla bastırdık. Bu sene birinciyi Paris Louvre’a, diğerini New York Metropolitan Müzesi’ne yollayacağız. Bundan sonraki yarışmalara da tüm Türkiye’deki ilkokulları dahil edeceğiz. Bu sene sponsor bulacağımıza inanıyoruz.