Yaptığı televizyon programları ve verdiği liderlik eğitimleri ile tanınan Serdar Kılıç, doğanın tüm zorluklarını keyif ve başarıya dönüştürmüş, bunu kişisel yaşamına da işleyebilmiş ender isimlerden. Kılıç, planladığı yeni programla 1500’lü yılları yaşatmaya hazırlanıyor.

 

Serdar Kılıç’ı televizyon için yaptığı “Doğada Tek Başına” ve “Dağ Evi” isimli programlarından tanıyoruz. Karıncaların larvalarıyla beslendiği, yılanları yakaladığı, kullandığı tüm malzemeleri doğada kendi eliyle yaptığı programlarını izlerken, hem fiziki kuvvetine hem de sahip olduğu bilgileri nasıl edindiğine şaşırmamak imkansız. İnsanlara zor koşullarda neredeyse hiç malzeme olmadan hayatta kalmayı, doğada olmanın yaşattığı hazları anlatıyor, aynı zamanda hem şirketlere liderlik üzerine eğitim ve seminerler veriyor hem de Mudurnu yakınlarında kurduğu Wolftrack isimli kampında çocukları doğada eğitiyor. Hatırı sayılır bir izleyici ve hayran kitlesi bulunan Serdar Kılıç, ODTÜ’de Jeoloji ve Beden Eğitimi okumuş. Çocukluğunu dedesinin çiftliğinde ve izci kamplarında geçirdikten sonra okul yıllarında dağcılıkla tanışmış. Zirvede olmayı hep çok sevdiğini anlatan Kılıç, uzun atlamadan koşuya, güreş ve basketbola kadar bir çok sporla uğraşmış ve her birinde ciddi başarılar kazanmış. “Hangi işi yapmaya karar verdiysem en iyisi olmaya çalıştım her zaman. Bu içimden gelen bir hırs” diyen Serdar Kılıç’la kariyerini konuştuk.

En iyisi olma hırsı sizi yormaz mı hiç, öylesine bir şey yapmak istemez misiniz bazen?

Bilemiyorum belki çocuklukla ilgilidir bunlar. Çocukken nasıl yetiştiğiniz, edindiğiniz takıntılar etkili oluyor. Belki narsist bir kişilik yapısına sahipsinizdir. Ben bunu çok fazla irdelemiyorum, başarılı olmak için ne gerekiyorsa onu uygulamak istiyorum. Daha ilerisi için çalışıyorum. Bir insan her şeyi yapabilir ama o işe kendisini vererek yapması gerekiyor. Başarısız olmak diye bir şey yok bence sağlıklı bir insan için. Becerilerimizin milyonda birini kullanıyoruz, sorun bu. İnsan aslında o kadar yetenekli ki…

Jeolojiyle uğraşmayı neden tercih etmediniz?

Bu bölüm tek tercihimdi aslında, dağlara olan tutkumdan dolayı. Ama bölümde aradığımı bulamadım. Ben taşların yapısını daha çok dağlarda incelemek isterdim. Bir kanyonun ne kadar yüksek olduğunu, taş atıp uçma süresini hesaplayarak bulabilirsiniz. Formüller yazmaya gerek yok, böyle öğretseler daha severdim. Dünyanın en zor maceralarından biri olarak kabul edilen Eco Challenge yarışmalarına katıldım. Orada kazandığım deneyimleri neden iş dünyasıyla paylaşmayayım diye düşündüm. Kendi işimi kurdum. Çalışanlara takım çalışması, motivasyon ve liderlik üzerine eğitim ve seminerler veriyordum. Aşağı yukarı 15 sene oldu şirketi kuralı, 20 binin üzerinde beyaz yakalı üst düzey çalışana takım çalışması eğitimleri verdim. Hem günübirlik hem de yatılı olabiliyordu bu eğitimler. Ardından da Business League geldi. Kurumlara basketbol takımları kurdurarak turnuvalar organize ettik.

Nasıl bir liderlik eğitiminden bahsediyorsunuz? 

Hayatta kalmak için uğraşan bir grupsanız, içinizdeki bir kişi size önderlik yapıp sürüklemeye başlar. Ben dörder-beşer kişilik gruplar oluşturduktan sonra onları zor koşullara götürüyorum, ellerine sınırlı malzemeler veriyorum ve diyorum ki sizin iki gününüz var, bazı noktalara yiyecek sakladık, bunları bulmak zorundasınız. A noktasınadan B noktasına uğramaları, yönlerini bulmaları, sınırlı malzemelerini iyi kullanmaları gerekiyor. Tabii çatışmalar başlıyor ve ikinci gün bir bakıyorsunuz içlerindeki lider hemen kendiliğinden ortaya çıkıyor. Lider herkesin fikrine saygı gösteren ya da kendi bildiğini uygulatan biri olabilir, bu ekibin içindeki dinamiğe bağlı olarak değişecektir.

Yaşadıklarını kendi hayatlarına nasıl uyguluyorlar, kazanımları nedir?

Kendilerini daha iyi tanıyorlar, daha iyi tanıdıkları için de yetilerinin ne olduğunu anlamış oluyorlar. En azından insan kendisini biraz zorlayarak hedeflerine gitmeye çalışırsa, zorlandığı durum içerisinde kendisini daha iyi tanıma fırsatı yakalayabiliyor. Bir öğün atladığınız zaman bünyenizde değişim hissedersiniz, iki öğün atladığınızda daha da fazla, üç öğünde her şey daha farklı görünür gözünüze. Böyle bir durumda kalan insanlar, iç dünyalarına dönüp bunun muhakemesini yaptıkları zaman kendilerini analiz etme şansı yakalarlar. Neyi neden yaptıklarını anlayabilirler.

Dağcılığa olan ilginizin nedeni nedir sizce?

En yükseğe çıkmak istiyorum hırsım vardı uzun bir zaman. Kendinizi daha iyi tanıyıp olgunlaştıkça farklı yerlere yönelmeye başlıyorsunuz. Ben de artık dağcılığın zirve yolunda giderken yaşanan zorluklar, arkadaşlarınla paylaştıkların, doğanın içindeki sessizliği hissetmek olduğunu görüyorum. Bin dağa çıkacağıma bir dağı daha iyi tanırım diye düşünüyorum. Hırs halen var tabii, ama riskleri de hatırlıyorum her zaman. Ölümlerin yüzde doksanı inişlerde olur, rehavete kapıldığınız için. Ama zirveye çıktığımda yaşadığım hisleri anlatmam çok zor, insanı ağlatabilir bile.

En zorlu rotalarınız hangileri oldu?

Patagonya’da çok yüksek değil ama buzlu bir kaya tırmanışı yaptım, oldukça zorluydu. Kırgızistan’da Khan Tengri zorlu bir zirveydi. Kaçkar’da iki gece 3900 metrede kayaların arasında kaldık… Aklıma gelenler bunlar ama bilgi ve deneyiminiz oldukça kendinizi geliştirdikçe, 10 sene önce zor gelen her şey daha rahat gelmeye başlıyor diyebilirim. Yaşlanmak güzel bir şey, tabii eforda farklılık olacaktır ama ben şu an 43 yaşındayım ve 20 yaşımla karşılaştırdığımda küçük bir fark dahi hissetmiyorum. Üstelik daha tecrübeli ve dayanıklıyım. İnsanlar yaşlanmaktan korkar ya, yaşlanmak demek deneyimlemek demektir.

Beslenmenize de çok dikkat ediyorsunuz… 

Atalarım nasıl beslendiyse ben de öyle besleniyorum. Hep ekolojik ürünler vardır dolabımda. Karakovan balı yerim mesela, Anadolu’nun bazı noktalarında kayaların arasından arkadaşlarım temin edip getiriyorlar. İnsan eli değmemiş yani. Evde pek hasta olmayız sayesinde. Genel olarak düşüncelerin iyileştirici özelliği vardır. Yemek size sağlıklı olduğunu düşündürüyor, sizi öyle hissettiriyorsa sorun yok, tek sorun hareket edememek.

Araspot:. Yeni program projelerim var, 1500’lü yıllara giderek deneysel tarih yapmak istiyorum. Atlarla, eski yöntemlerle insanların nasıl yaşadıklarını anlatan bir proje. Elektrik yok, malzeme yok. İnsanlara o dönemleri hatırlatmak istiyorum. 1500’lerde yaşayanlar insanları bugüne getirsek, bu sistemi değiştirirlerdi, çok kudretli insanlar olduklarını düşünüyorum. Şu andaki sistem yanlış çünkü. Eskiye dönemeyiz ama belki sentetikten biraz daha uzak bir yaşantıyı sağlayabiliriz bu zor değil.

Wolftrack isimli bir çocuk kampınız da var, çocuklara eğitimler veriyorsunuz…

Bu yıl 13. senesi kampın. Çocuklara özgüvenlerini kazandırmak doğayı hatırlatmak için abur cuburun olmadığı, para kullanmanın yasak olduğu, kano, bisiklet ve yön bulma ya da kendi yaptığı barınağın içinde uyuma gibi zevk alacağı oyunlarla beslenmiş bir hafta geçirtiyoruz. Sentetik hiçbir şey olmuyor etraflarında. Şimdi Ntv ile Vanlı çocuklar için bir projem var. Depremzede çocukları kampa getirerek onlarla beş-altı dönem geçirmek istiyoruz. Bizim zamanımızda çocuklar dışarıda oynardı, evde kalan çocuk olduğu zaman ona hasta gözüyle bakardık ya da annesi ceza vermiştir diye düşünürdük. Şimdi bir metrekarelik alanda priz olsun yeter çocuklar için, doğru mu bu? Işık, toprak ve güneşe ihtiyacı var çocukların.

Kendinizi yalnız hissettiğiniz oluyor mu bunları yaparken? 

Kesinlikle hissediyorum aynı düşünceyi paylaşmayan bir sürü eğitmen var, aynısından vazgeçtim, benzer düşüncelere bile sahip olmayan insanların eğitmen olmaları beni üzüyor. Daha ileri yaştaki eğitmenlerle aynı dili konuşabiliyoruz ama genç eğitmenlerin çoğu maalesef  farklı düşünüyor. Bu yüzden eğiticilerin eğitimi diye bir program yapıyoruz şimdi. Ben eğitmenlerimi kendi kampıma gelen çocuklardan seçtim hep. 13 sene önce kampa gelenler şimdi 22-23 yaşındalar.

Kendi çalışanlarınızı yetiştirmişsiniz yani… 

Tabii artık onlara bir şeyler anlatmama gerek kalmıyor, kampı ve kültürünü biliyorlar. En önemlisi çocukları seviyor, bu işten zevk alıyorlar. Bunlar birinci kriterlerim. Bilgi ikinci planda benim için; çünkü bilgi, duygunun yanına bile yaklaşamaz.

Televizyon programı yapmaya nasıl başladınız?

Benim yaşam tarzımı bilen yayın yönetmeni arkadaşım gel bunu televizyonda yap dedi. Bu özgün bir format, televizyonda benzeri yok. Amerika ve İngiltere bu işin iyi örneklerini yapan ülkeler ama bizim formatımızı orada da göremedik. Ben bazı değerleri yitirdiğimizi düşünüyorum ve bu değerleri anlatmak için yapıyorum programlarımı. Uygulamalı olarak göstererek, herkesin yapabileceğini söylüyorum. İnsanların sürekli televizyonda dizi izleyerek alışveriş yapmaları, hareketsiz kalarak hastalanmaları bir döngü. Bu döngüden yarar sağlayan bir sürü insan var. Doktorlar, psikologlar, diyetisyenler, marketler, mağazalar. Önce bütün bu sistemi kökten değiştirmek gerekiyor.

İnsanlar sizin anlattığınız ortamlarda hiç bulunmayacaklarını düşünebiliyorlar ama…

Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopter kazasında benim anlattığım bir durumda kalındı. Kayak yapmaya gidiyorsunuz, kuralların biraz dışına çıktığınızda ölümle yaşam arasında ince bir çizgide kalabiliyorsunuz. Kıbrıs’ta bana rastlayan bir iş adamı, karda ormanda kaybolduğunu ve benim gösterdiğim yöntemlerle hayatta kaldığını söyledi bana.

Yaptığı sporu ve yaşam görüşünü işe çevirebilmiş biri olarak insanlara kariyerlerinde nasıl bir yön çizmelerini tavsiye edersiniz?

Öncelikle seveceğim bir işi yapmaya çalışıyorum başarıdaki en büyük kriter bu bence. Bunu yaparken de bütün duyularımı çalıştırıyorum. Düzenli bir uyku düzeninden beslenmeye kadar başarıyı etkileyen faktörler var. Bir kere mert olacaksın, kudretli olacaksın , dürüst olacaksın. Bu üçü de sizde varsa başarılı olamamak gibi bir şey mümkün değil bence.