Uzun süre ekranlarda TV programı sunucusu olarak çalışan, ancak ardından sualtı dünyasının ve tarihin derinliklerine yönelik belgeseller ve programlar çeken Yapımcı ve Yönetmen Savaş Karakaş, “Dalışın ilk kuralı ‘Asla yalnız dalmayınız’, ikincisi ise ‘Dalışını planla, planına dal’dır. Ben bunu ‘Dalışını hayal et, hayallerine dal’ olarak değiştirdim” diyor.

Yarışma, eğlence ve sabah kuşağı programlarında uzun süre sunuculuk yapan ancak en popüler olduğu dönemde eğlence programı sunuculuğunu bırakıp belgesel dünyasının derinliklerine doğru yol alan bir isim Savaş Karakaş. Çanakkale Savaşı gazisi olan dedesinin hatıratını okuyarak Çanakkale’nin derinliklerine dalan Karakaş, çektiği Derinlerdeki Tarih belgeseli ile ilgili olarak, “Bana ‘Savaş’ adını koyan dedeme karşı bir vefa borcuydu. Karanlıkta kalmış bu batıklarla sanki dedemin hikâyesini de gün ışığına çıkarttım” diyor. Sadece tarihe ve sualtına dokunmakla kalmayıp yunusların eğlence havuzlarına hapsedilmesine ve ayıların turistik meydanlarda dans ettirilmesine karşı da mücadele veren Karakaş, belgesellerin ceza olarak izletilmesine ise sitem ediyor: “RTÜK tarafından TV kanallarına ceza olarak belgesel gösterimi zorunluluğu getiriliyorsa, fazla açıklama yapmamıza gerek yok. Belgeseller Türkiye’de maalesef hem izleyiciye hem de belgesel yapan kişiye ceza niteliğinde.” Karakaş ile kariyerini ve seçimlerini konuştuk.

Sizi önce TV sunucusu olarak tanıdık ancak ardından belgeselci kimliğinizle ekranlarda yer aldınız. Çocukken hayalini kurduğunuz meslek neydi?

Türkiye’de meslek seçiminin tamamıyla bir yanlışlıklar zinciri olduğuna inanıyorum, bunu bizzat yaşadım çünkü. Bütün çocukluğumu sahil kenarında ağlarındaki balıkları ayıklayan balıkçıları gözlemleyerek, dalgıçlar neler yapıyor diye merak ederek geçirdim. Bunu gören bir ailenin ve okul sisteminin beni denizciliğe yönlendirmesi lazımdı. Bendeki bu merak tamamen engellenerek günümüzün popüler mesleklerinden birine yönlendirildim. Ancak hayatınızı bir defa yaşayacaksınız ve bunun büyük bir çoğunluğunu işinizde geçireceksiniz. Bu nedenle size ne keyif veriyorsa, hangi alanda çalışırken çalıştığınız hissetmeyip, gerçek anlamda hayatınıza anlam katıyorsanız o alana yönelmeniz lazım. Kadıköy Anadolu Lisesi’nden mezun oluktan sonra Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü’ne girdim. Okurken her yaz mutlaka bir teknede yahut dalış merkezinde çalışırdım. Bunu meslek haline getirme aşamasında ise “Bundan meslek olmaz” denildi. İnşaat Mühendisliği’nden mezun olan arkadaşım borsacı; Makine Mühendisliği’nden mezun olan arkadaşım finansçı olarak çalışıyor. Ben iktisat mezunuyum, televizyon ve denizcilik alanında çalışıyorum. Aslında biz başkalarının haklarını çalıyoruz ve mecburiyetten mezun olduğumuz bu bölümleri tamamladıktan sonra yeni baştan bir mücadeleyle kariyer inşa etmeye çalışıyoruz.

Sunucu olma fikri nasıl ortaya çıktı?

Üniversiteden mezun olduktan sonra dalış merkezlerinde dalış hocası olarak çalışıyordum ve kendi dalış merkezimi açmak istedim. O zaman Antalya Manavgat’ta bir oteller zinciri açılıyordu. Bu zincirin içerisinde dalış merkezi açmak için başvurdum ancak dalış etkinliği tek başına yeterli olmayacaktı. O nedenle beni daha geniş kapsamlı bir spor şefliğine yönlendirdiler. İspanya’da bunun için eğitim aldım ve döndükten sonra da iki yıl çalıştım. Oradan Bodrum Halikarnas Disko’ya geçtim. Gece animasyonu, sahne programları yaptım. İşim tamamen sunuculuk ve programcılık olmuştu ama dalış yapmaya devam ediyordum. Sonrasında sunucu olarak TV’de yer almaya başladım ardından da sabah kuşağı başladı. Askere gidene kadar popüler televizyonculuğa devam ettim ama ondan keyif almıyordum.

Neden keyif almıyordunuz?

Televizyonculuğu Türkiye’de sadece Türk insanına yönelik bir zaman doldurma aracı, kendimizi de bunun bir piyonu olarak görüyordum. Yaptığınız TV programını farklı bir dile tercüme edin, o dilde konuşan insanlara ulaşacak mı? Hayır. Oysa ben kalıcı bir şeyler de yapmak istiyordum. Genellikle para kazanıldığı sürece bu durum çoğu insanı rahatsız etmiyor ama beni etti. O yüzden ekranı bıraktım ve askere gittim. 1996’dan itibaren de belgesele yoğunlaştım. 1997’de zaten Derinlerdeki Tarih ile belgeselcilik süreci başlamış oldu.

Sizi belgesel dünyasına çeken şey nedir?

Çocukluğum Kaptan Cousteau belgesellerini seyrederek geçti zaten. Kaptan Cousteau’ya
mektup yazardım… Çocukluk anılarımda yer eden dedem Hafız Hilmi Coşkun, Çanakkale Savaşı gazisiydi. Onun yanmış eli benim için o zamanlar korkutucuydu. Fakat yıllar geçip özellikle dedemin hatıratını okuyup anlayacak yaşa geldiğimde, keşke o elden korkmak yerine kucağında daha çok oturup elini daha sıkı tutsaymışım dedim. Maalesef artık dedem yoktu ve benim de onun ardından yapabileceğim tek şey onun elini sakat bırakan savaş gemilerinin mezarlığına dalarak Çanakkale’nin derinliklerindeki savaş makinalarını ve top mermilerini filme almak oldu. Batıklar üzerine belgeseller çekmeye böyle başladım. Bana “Savaş” adını koyan dedeme karşı bir vefa borcuydu bu ve karanlıkta kalmış bu batıklarla sanki dedemin hikâyesini de gün ışığına çıkarttım. Bu tutku beni Çanakkale Boğazı derinliklerinde yatan Dumlupınar Denizaltısı’na ve oradan da Marmara’ya taşıdı. 1915 yılında Marmara Denizi de bir savaş meydanıydı ve burada da pek çok Çanakkale şehidi anılmayı bekliyordu. Onların hikâyelerini anlatmak üzere Marmara’da çalışmalara başladık, dedemin elini bu kez de Marmara’nın derinliklerinde tuttum. Böylece büyük bir tutkuyla iz sürerek bugünlere geldik.

Hayvan haklarına yönelik konularda da çalışıyorsunuz…

Bir sürü hayvan hakları projesinde yer alıyorum. Çektiğimiz belgeseller yalnızca farkındalık yaratmakla kalmayıp eğitim filmi olarak da tüm dünyada kullanılıyor. Artık dalış konusunda da hayvan hakları konusunda da Türkiye sınırlarında kalmayı değil, Türkiye’den çıkardığım filmleri yurt dışında daha geniş imkânları olan, uzun zamandan beri araştırma yapan kişilere ulaştırmayı hedefliyorum. Örneğin, ayılar konusunda çektiğim belgeseller Dünya Hayvan Hakları Örgütü tarafından eğitim filmi olarak kullanılıyor. Türkiye’de biz ayıları kurtardık ama bu durum hayvan hakları konusunda da sınıf atladığımızı göstermiyor. Ayıları serbest bıraktık ama yunusları eğlence havuzlarına hapsettik. Bu defa da yunuslarla ilgili çalışmaya başladım, Flipper’ı Kurtarmak belgeseli de bu şekilde ortaya çıktı…

Peki, bu belgesellerin yansıması ne oldu?

Avrupa’da en fazla yunus gösteri merkezi olan bir ülkede yaşıyoruz. Bazı olumlu adımlar atıldı. Örneğin, birkaç yunus serbest bırakıldı doğaya… Ama onlar da çok hastalıklı ve şartları çok kötü olan yunuslardı. Bu negatif tarafını görmezden gelirsek bazı yunus gösteri merkezleri kapatıldı. Türkiye’de, Çanakkale batıklarıyla ilgili olarak pek bir şey yapılmadı ama Belçika’da düzenlenen UNESCO toplantısında hem batıkların hem de tüm Gelibolu Yarımadası’nın dünya sualtı kültürel mirasına dâhil edilmesi konusunda sunum yaptık. Avusturalya’nın 100. yılı için War Memorial’da düzenlediği toplantıda Türkiye’den davet edilen birkaç kişiden biri oldum. Selçuk Kolay ile birlikte Derinlerden Yansımalar’ın gösterimini yaptık. İş Bankası Müzesi’nde açtığımız, “Derinlerden Siperlere: Çanakkale 1915” sergisini 120 bin kişi ziyaret etti. Bu yıl sergiyi Avusturalya, Yeni Zelanda, İngiltere’ye
götürmemiz söz konusu. Önemli olan şey şu; biz Türkiye’de kalırsak, ne kadar konuşursak konuşalım geleceğimiz nokta belli. Aynı yerde kalacak! Hâlbuki çalışmalarımızı yurt dışına götürdüğümüz zaman hem biz zenginleşiyoruz hem onlar zenginleşiyor.

Belgeseller eskiye nazaran daha fazla kanalda daha fazla kişiye ulaşıyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Çok fazla yayınlandığı, çok fazla izlendiği anlamına gelmiyor. Önemli olan belgesellerin yapımına verilen desteğin artması. RTÜK tarafından TV kanallarına ceza olarak belgesel gösterimi zorunluluğu getiriliyorsa, fazla açıklama yapmamıza gerek yok. Belgeseller maalesef Türkiye’de hem izleyiciye ceza hem de belgesel yapan kişiye ceza halinde… Planet Earth serisine Türkiye’deki toplam sinema bütçesinden daha fazla para ayrılıyor. Neden? Çünkü bir şeyler öğretmek gibi bir dertleri var insanların ve bunu da doğru anlatmak istiyorlar.

Uzun süredir Sudaki İzler programını hazırlıyorsunuz. Şu an ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?

Sudaki İzler, İZ TV’nin kuruluşu itibariyle ekranda olan bir seri. Program dışında belgesel çekiyorum. Bir yapım şirketim var, kurumsal filmler yapıyorum. Aynı zamanda motivasyon konuşmalarına gidiyorum, özel programlarda sunuculuk yapıyorum.

İlerisi için hedefleriniz, hayalleriniz nelerdir?

Mezun olduğum günden itibaren hayallerimi gerçekleştirmek ve sevdiğim işleri yapmak için
çalışıyorum. 10 yıldır, “Hayallerim nedir, nerelere dalmak isterim?” diye düşünüp, ona göre proje hazırlıyorum. Dalışın ilk kuralı “Asla yalnız dalmayınız”, ikincisi ise “Dalışını planla, planına dal”dır. Ben bunu “Dalışını hayal et, hayallerine dal” olarak değiştirdim ve her sene bunu yapıyorum. Hangi batık var? Nereye gidilmeli? Hangi okuduğun kitapta, hangi bulduğum iki cümlenin izi sürülmeli? Nasıl bir hikâye ortaya çıkarmalı? Buna bakıyorum artık.

*Bu röportaj Aralık 2016 tarihli Kariyer Dergi’de yayınlanmıştır.