Cengiz Özek, Karagöz denilince Türkiye’de ve dünyada ilk akla gelen isimlerden. O, “Biz eskiden Karagöz’le eğlenirdik” laflarını çürüten projelerin sahibi. Çünkü Türkiye ve dünya onun Karagöz’üyle eğlenmeye devam ediyor. Köklü kukla kültürümüzü sürdüren Özek’in, sanat yönetmenliğini yaptığı 12. Uluslararası İstanbul Kukla Festivali Mayıs ayında gerçekleşti.

Cengiz Özek’in Karagöz’le ilk tanışması 12-13 yaşlarına rastlar. Ortaokuldaki resim hocasının Karagöz’le ilgilenmesi ve elişi derslerinde değişik malzemelerden Karagöz figürleri yaptırması sonucu Cengiz Özek bu işe olan ilgisini fark eder. Sadece o değil, hocası da onun ilgisini görünce ona özellikle dana derisinden figür yapmayı öğretir. Özek daha bir bağlanır kukla yapımına ve bilgisini artırmaya çalışır. Topkapı Müzesi koleksiyonu, özel koleksiyonlar, çeşitli bankaların koleksiyonları derken bu konudaki  bilgisini ve görgüsünü artırmaya çalışır. 17 yaşına geldiğinde ise Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nde ilk sergisini açar. O ilk sergisi Hollanda Ulusal Müze tarafından satın alınır. Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi derken sergi sayısı İstanbul’da 30, yurt dışında 10’ ulaşır. Bu sergiler sırasında insanlar artık gösteri de yapmasını isterler. Ve böylece gösteri hayatına da başlar. Bu sanatın bir tiyatro olduğunu algılamaya başladığı dönem konservatuara girer ve tiyatro bölümünde oyunculuk okur. Aslında amacı rejisör olmaktır. Profesyonel birçok tiyatroda, Kenter, Dormen ve Şehir Tiyatrolarında çalışır ama oyunculuktan da pek haz almaz ve daha sonra kendini tamamen kuklaya vererek, sadece kukla gösterileri yapan, kukla prodüksiyonları sahneye koyan, Türk Karagöz’ünü bütün dünyaya tanıtmayı hedefleyen çalışmalara imza atmaya başlar. Cengiz Özek şu an Türkiye’de kukla deyince ilk akla gelen isim. Kendisiyle Cengiz Özek Gölge Tiyatrosu’nun çalışmaları ve Karagöz ile ilgili çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Türk Tiyatrosu geri plana itildi
Aslında Tanzimat’la başlayan bir süreç var Türkiye’de. Batılı tiyatro ve Türk Tiyatrosu çatışma halindeyken uzun süren Kurtuluş Savaşı yıllarından sonra da  Cumhuriyet’ten sonra dışarıdan tiyatro için yabancı hocalar getiriliyor. Bunlar  konservatuarın ve şehir tiyatrolarının başına geliyorlar. Tiyatroda batılı anlamda bir eğitim süreci başlıyor ve Türk tiyatrosu ihmal ediliyor. Yeni yapılanmada da yabancı hocaların yetiştirdiği kişiler de daha sonra konservatuarların başına geliyor. Kim bunlar? Cüneyt Gökçer, Yıldız Kenter ve Müşfik Kenter. 3 ana konservatuvarın başındaki insanlar ve 3ü de aynı hocanın öğrencileri. Ve doğal olarak öğrendikleri şeyleri aktarmaya başlıyorlar ve bunların içinde Türk tiyatrosu  yok. Bir akım başlıyor. Amerikan, Rus, Avrupa tiyatrolarının yer aldığı birçok oyun sergileniyor. Bunlara hangi seyirciler gidiyor? Başkent kültürüne sahip, büyük şehirlerdeki seyirciler gidiyor. Yani beğeni yönlendiriliyor.

Uluslararası İstanbul Kukla Festivali’nin doğuşu…
Gösteri yapıp, bunu insanlara sunduğunuzda bakıyorsunuz ki bir ilgi oluşuyor. Bilmediğin bir şeyi sevip sevmediğini anlayamazsın. Önce tadıp bakacaksın. Biz de var olanı gösterdikçe aslında bunun ölmediğini görüyoruz. Dediğim gibi sadece insanların beğenisi yönlendirilmiş. Ve biz bu beğeniyi yeniden biçimlendirirsek o zaman bu sanatın ya da bu sanatın daha ileri gitmiş türevlerinin ölmediğini görüyoruz. Bunu algılayınca Türkiye’de uluslararası bir festivalin yapılması gerektiğini anladık. Dünyada birçok festivale katılıyorum. Küçücük ilçelerde bile kukla festivalleri düzenliyorlar. İşte bunları görüp de ülkemizde, bunca köklü kukla geleneğine rağmen hiçbir çabanın ve çalışmanın olmadığını görmekten kaynaklanan bir üzüntü ve utanma duygusuyla 1998 yılında Uluslararası İstanbul Kukla Festivali’ni yapmaya karar verdik ve bu şekilde de devam ediyoruz. 

Uluslararası İstanbul Kukla Festivali’nin tüm işleriyle ilgileniyorumFestivalin sanat yönetmenliğini yapıyorum. Bu şu demek; insanları bulup çağırıyorum, kimlerin katılacağını belirliyorum. O yılın konusunu ve konseptini oluşturmaya çalışıyorum. “Kim onur ödülü alacak, o festivali kime ithaf edelim, hangi kişileri çağıralım, gölge mi yoksa ipli kukla ağırlıklı mı olsun, hangi filmleri gösterelim, hangi workshoplar olsun, nasıl bir sergi oluşturalım, kaç tane oyun oynasın ve nerelerde yer alsın?” gibi soruların cevaplarını arıyoruz ve bir yılımızı kapsayan bir süreç demek bu. 5-20 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek olan bu festival bu yıl 2010 İstanbul Kültür Başkenti kapsamında gerçekleşen ender festivallerden biri.

Kukla bir tiyatrodur
Kukla tiyatro olarak kabul edilmeyen bir sanat.  Halbuki kukla tiyatronun bir türüdür. Artık legal bir sanat ve festivali de var. Bir sürü sempozyumu yapılıyor, sergiler açılıyor, bilgiler veriliyor. Artık insanlar bilmiyorsa, bu kişinin cehaleti ve kabahati oluyor bence.Her geçen gün ilgi daha da artıyor. Mesela bizim bütün oyunlarımız doluyor. Bir özel tiyatro bir sezonda 30-50 arasında oyun gerçekleştirir. Biz bir haftada 50 gösteriyi dolduruyoruz. Bu size kuklanın nasıl bir ilgi gördüğü ve ne kadar çok sevildiği konusunda bilgi verir. 

Kukla yeni neslin aradıklarına tam bir cevap

Kukla bir tiyatrodur. Kaldı ki artık modern tiyatronun temelini kukla oluşturuyor. Özellikle de internetin hayatımıza girmesinden sonra her şey görsel ve grafiksel olarak algılanmaya başladı. Uzun laflar dinlemek istemiyoruz. Herkes görüntü istiyor. Yeni neslin ihtiyaçları ve düş güçleri bu yönde. İşte bu görselliğe ve güce sahip bir şey lazım ki, bu da kukladır. 

Türkiye’de artık birçok kukla grubu var

Yeni kuklacılar yetişiyorlar. Şu anda birçok kukla grubu var. Sağda solda küçük festivaller yapıyorlar. Biz bu festivali yapmaya başladığımızda Türk grubu yoktu. İnanın, biz suni olarak gruplar yaratıyorduk. “Aman gel şu videoyu izle, şöyle bir şeyler yap” diyerek biz yaratıyorduk grupları. Samimi söylüyorum. Onlara değişik isimler koyup Türkiye’de de gruplar varmış gibi davranıyorduk. Ama şimdi gerçekten var. Ve şimdi gerçekten ödenekli tiyatrolarda ve özel tiyatrolarda kukla prodüksiyonlarına yer verilmeye başlandı. Şu an size Türkiye’de geleneksel ve modern kukla gösterileri yapan 30-35 grup sayabilirim. 

Yurt dışındaki ilgi inanılmaz boyutlarda

Yurt dışında kuklaya inanılmaz bir ilgi var. Dünyanın her yerinde workshoplar veriyorum. Ve bunlar çok profesyonel gruplar oluyor. 4-5 gün tam gün süren workshoplar yapıyoruz. Hakikaten bu ilgiye şaşırıyorum ve bizi bizden daha iyi tanıyorlar. Bizi de yaşatan, var eden bu yurt dışındaki ilgi zaten. Seminerler veriyorum, workshoplar ve gösteriler yapıyorum. Bütün ekonomik gücümüzü de oradan alıyoruz. Mesela bir hafta sonra Polonya’dayım. Sonra geliyoruz bizim festivali yapıyoruz. Onun hemen akabinde St. Petersburg, Arjantin, Kore, Kenya, Avusturya, Almanya, Fransa var. Yani aralarda İstanbul’a gelip 3-4 gün kalıp sonra tekrar gidiyoruz. Böyle bir yoğunlukta gösteri yapıyoruz.

Yurt dışındaki gösterilerim Türkçe olsa da insanlar her yerde aynı şeye gülüyorlar
Yurt dışında da Türkçe olarak Karagöz oynatıyorum ama hareket ağırlıklı bir Karagöz oynatıyorum ben. Oradaki etki tepki zaten sizi harekete geçiriyor. İnsan her yerde aynı şeye gülüyor. Mesela çocuk nasıldır? Her çocuk bir şeyi itip yere düşürsem güler. Saf insanın tepkisi de aynı. İşte ben de oyunlarımda içimizdeki çocuğa sesleniyorum, bunu bulup çıkartmaya çalışıyorum. Bunu bulup çıkartınca eğer kukla da sizin bedeninizin ve kolunuzun bir parçası olarak hareket etmeye başlıyorsa o zaman  bir can kazanıyor. İşte o can sizi etkiliyor. Bence bunu yapamıyorsanız kuklacı değilsiniz. İşte bütün hünerli olmaya çalıştığımız an orası. İyi manipule etmek kuklayı. 

Karagöz güne uyarlanmazsa Karagöz değildir
Karagöz’ün de zaten güne uyarlanması gerekiyor. Zaten Karagöz bunu yapmıyorsa Karagöz de değildir bence. Çünkü o sadece günü takip eden bir şey, bugünden doğan bir şey. Bunun yanı sıra halk hikayelerini ve gerçeküstü hikayeleri kendi perdesine getirir. Karagöz müzelik bir değer değil, yaşayan bir kültürdür. Bu olmazsa zaten bir işe yaramaz. Biz bunu gösteriyoruz gösterilerimizde.

Kukla oynatırken ben o oluyorum
O anda sadece o oynattığım kukla olmaya çalışıyorum. Onun sesi olmaya çalışıyorum. Onu oynatırken ben de aynı onun gibi hareket ediyorum. Yani buradaki olay şu; sizin bedeninizin bir kısmını ve enerjinizi ona yönlendirmeniz gerekiyor. 45 dakika boyunca dikkat dağıtan hiçbir şey olmaması ve seyirciyle bir iletişiminizin olması gerekiyor. Mesela ben beyaz perdenin arkasındayım ama perdenin önündeki hangi seyircinin dinleyip dinlemediğini, kaçıncı sıraya kadar ulaşıp ulaşamadığımı bilebiliyorum ve hissedebiliyorum. Bu garip bir şey, oynadıkça elde edilen bir alışkanlık.

En büyük hedefim şimdi interaktif bir kukla müzesi kurmak İnteraktif bir kukla müzesi kurmak. Bu müzenin içinde aynı zamanda Karagöz ve Türk kuklasıyla ilgili büyük bir dokümantasyon merkezi de oluşturmak istiyoruz. Burada çeşitli atölyeler açmak ve bu sanatın nasıl yapıldığı, nasıl oynatıldığı ve günümüzle nasıl buluşabileceği konularında çalışmalar organize etmek istiyorum. En büyük düşüm bu şu anda. Bir kukla ya da gölge vakfı kurup, onun çatısı altında böyle bir çalışmayı sürdürmek…