Dara Kırmızıtoprak, Türkiye’nin ve dünyanın aranan, sayılı mimarlarından… Evlerden otellere, yatlardan ofislere kadar birçok mekanın yaratıcısı… O, kafanızda hayalini kurduğunuz mekanları, hatta hayallerinizin bile yetmediklerini gerçeğe dönüştürüp size sunuyor. Size sadece onları yaşamak kalıyor. Kırmızıtoprak’la mimarlık üzerine oldukça keyifli bir sohbet gerçekleştirdik…

Mimarlık kariyeri neler gerektirir?Mimarlık gerçek anlamda sosyal bir meslek. Yani insanların duygularına, düşüncelerine ve hislerine hitap eden bir meslek. Bunu yaparken tabii ki birçok bilimsel parametreleri de kullanan, matematikten, fizikten, hatta kimyadan da faydalanan ve en sonunda güzel sanatlarla bunları harmanlayan bir meslek olduğu için çok yönlü bir eğitim gerektiriyor. Bir mimarın teknik anlamda çok iyi donanımlı olması, problemleri çözmesine ve kullanıcısının hislerine hitap etmesine yetmiyor. Burada bir hayat görüşünden, hayat felsefesinden bahsetmek anlamlı olur. İnsanın kendisini güzel sanatlarla ve yaşam kültürüyle yoğurması ve yaşamın her anında ışıktan, sesten, dokudan, akustikten, renklerden etkilenmesi ve karşı tarafa bunu aktarabilmesi doğru bir yönlenme olmalı. Bunu da teknik bazlı disiplinlerle de kağıt üzerine aktarabilmeli. Bunu müşterisiyle uygulamacılarla, müteahhit gruplarla ve mal tedarikçileriyle paylaşabilmeli. Belli bir disiplin, süre ve bütçe içerisinde, hatta imar mevzuatı ve çevreyle alakalı birtakım kurallar ve kaygılar çerçevesinde müşterinin her türlü duygusunu harekete geçiren bir yapıt elde ediyoruz, ki bütün bu sürecin adı da mimarlık oluyor. Bütün bunların hepsini sağlayacak sosyal ve fen bilimleri tahsili üzerine kurulması gereken bir kariyer, mimarlık kariyeri. 

Müşterileriniz ile proje öncesi nasıl bir iletişim kuruyorsunuz?
Bunca senenin sonunda iyi bir gözlemci oluyorsunuz. Bir aileyle ya da bir firmayla bir araya geldiğiniz zaman kimle muattap olduğunuzu hemen fark ediyorsunuz ve müşterinin önceliklerini ve yaşam kültürünü kavramaya başlıyorsunuz. Biraz zaman geçirmek, onlarla birlikte yemek yemek, evlerine misafirliğe gitmek ya da şirketin içinde o havayı teneffüs etmek mimara çok ciddi mesajlar ve ritüeller veriyor. Bunu kavradıktan sonra, o mekanın kurgusunu yapıp bunu giydirdiğimiz kıyafet ve makyajla perspektifler haline getirebiliyoruz. Tevazu göstermeden söyleyebilirim, dünyada bu tür görselleştirmelerle alakalı olarak Türk mimarlar çok ileri bir seviyede. Biz de onların öncüsü pozisyonundayız. İşin bitmiş halini gösterebilme ve çeşitli açılardan bakabilme açısından hem teknik anlamda hem kreatif anlamda bir takım donanımlarımız var. Müşterinin lehine daha binanın konstrüksiyonu başlamadan birçok detayı sunup hem müteahhitlerin hem müşteri grubunun tamamen aynı sonuca kitlenmesini sağlayacak bir materyal ve arşiv oluşturma şansımız var artık. Dolayısıyla müşteriyle ve imalatı yapacak ekiple hiçbir şekilde bir “acaba”ya yer vermeyecek şekilde sonuca ve hedefe kitlenmeye yönelik bir süreçle başlıyoruz hadiseye. 

Sizin belirli bir tarzınız olduğu için mi müşterileriniz sizi tercih ediyor, yoksa siz mi onların tarzlarını mimariyle ortaya çıkarıyorsunuz?Ben aynı tarz yapılan işlerin tamamiyle bir eksiklik bir zaaf olduğuna inanıyorum. Çünkü herkesin evi, yetişme tarzı, kültür seviyesi farklı. Çeşit çeşit fonksiyonlarda imalatlar yapıyoruz. Bazen oteller, bazen evler, bazen iş yerleri… Yani aynı tarzın devam etmesi bir eksiklik gibi geliyor bana açıkçası. Ben iyi de eğitildiğimizi düşünüyorum. Türkiye’de mimarlık eğitimi gerçekten değerli. Ve onun üzerine ciddi bir şekilde o yaşam kültürünü de katabilmiş insanlarız. Her müşterinin, her ailenin talepleri ve dünya görüşü farklı. Proje verilerini iyi okumak lazım. Aileden veya firmadan gelen bazı özel değerleri iyi değerlendirmek lazım. Binanın ve arazinin pozisyonunu, lokasyonu, bölgesel şartları iyi değerlendirmek lazım. Benim mimarlık felsefem açıkçası her işin özgün anlamda her firmaya, her kişiye özel olarak proje geliştirilmesi üzerine kurulu.

Mimari denilince Dara Kırmızıtoprak ismi gerçek anlamda bir markayı temsil ediyor. Mimarlıkta nasıl marka olunur?
Marka haline gelmenin tek yolu hatasız bir üretim sürecidir. Bu her sektörde böyle. Hatasız, yanlışsız bir süreci imalat ya da organizasyonunuz içine katabilmişseniz o zaman marka oluyorsunuz. Bugün ben kendi ismimin sloganını tamamiyle bunun üzerine kurdum. İnsanların emanet ettiği işi hiçbir şekilde hıyanet etmeden, bir hata ve yanlış yapmadan kendi katkılarımızla birlikte onlara iade edebilmek… Bence markanın anlamı da bu. 

Şimdi hangi projeyle ilgileniyorsunuz?
Şimdi Rusya’da Kazan şehrinin valisinin evini yapıyorum. Ayrıca Kazan’da 2013 Üniversite Oyunları da organize edilecek. Dolayısıyla valiliğin de bu anlamda önemli bir organizasyonu var. O organizasyonun içinde de olma gibi bir çaba içerisindeyiz. Orada da son dönemde birlikte özel bir sinerji yarattığımız sevgili mimar arkadaşım Gökhan Avcıoğlu ile beraberiz. Stadyumlar, oteller ve konuk evleri gibi çalışmalar yapacağız. Yabancı mimarlar var ve onların arasında bir pozisyon kapma mücadelesi de var. Onların epey bir önüne geçtik. 

Mimarlığın uluslararası boyutları yerel mimarları kıskandırmıyor mu peki?
Mimaride kendi yerel sınırları içinde kalan mimarlar, biraz “iş körü” tabir edilen bir problemle karşı karşıya. Bu, hepimiz için geçerli. Dışarıdan gelen mimarlar olaya çok farklı bir boyuttan, onların o mistik değerlerini daha ön plana çıkacak şekilde bakabiliyorlar. Bu değişik bir kan ve nefes. Yani bu tür farklı kültürlerden gelen insanların bizim kendi değerlerimizi ciddiye alarak yapacağı işler daha cesur, daha ikonik olabiliyor. Bu anlamda çok uluslararası davranmalıyız. Bizim ülkemize de yabancı mimarlar gelebilmeli, biz de yabancı ülkelere gidebilmeliyiz. Bütün dünyada artık zaten ideolojiden, siyasetten uzaklaşıp meslek ve hizmet erbabı olma değerleri çok yükseliyor. Sizin derinizin rengi, siyasi görüşünüz, dini tercihleriniz ya da seksüel tavrınız değil, meslek erbabı olmanızla belli bir kariyer yapabiliyor, belli bir saygı görebiliyorsunuz. Uluslararası camiada mesleki yarışmalarda bienallerde görebiliyorsunuz, tamamen yapılan işlere olan hayranlık ve saygı insanların çok önemli işler yapmasını sağlıyor ve böyle de yeni bir ülkeler üstü meslek erbaplarından oluşan bir sınıf oluşmaya başladı. Zaten dünyayı da ileri götüren o yüzde 3-5’lik kitle. Herkes mesleğinin gereğini yerine getirmesi lazım.

Mimarlıkta yapılan taklit işler hakkında neler düşünüyorsunuz?Bu kötü bir şey de değil bence. Çünkü bu kadar iletişim olanaklarının çok olduğu ve internetin her yerinde dolandığı bir ortamda yapılan imalatı saklamanın da bir gereği yok. Biz imalatı zaten geniş kitlelerle buluşsun diye yapıyoruz. Ne kadar geniş kitlelerle buluşursa o kadar takdir görüyor, o kadar eleştiri alıyor. Bütün bunlar da mesleğin ileri gitmesini sağlıyor. Tabii ki esinlenmeler ve bazı taklit işler olacak. Bu konuda küçültücü bir değerlendirmede bulunmamak lazım. Her mesleğin içerisinde mesleği daha ileri götürmek adına bir katkı unsuru bence. Zaten birebir aynı işi yapmak hiçbir iş için söz konusu değil. Farklı proje verileri farklı sonuçlar yaratır. 

Aynı zamanda ofis tasarımları da yapıyorsunuz. Bir ofisin mimarisinde kesinlikle olması gereken en önemli unsurlar nelerdir?
Kesinlikle havalandırma ve aydınlatma. Bu çok önemli. Bu kriterleri ciddiye aldığınız takdirde insanların performansı çok ciddi bir şekilde yükselir. Bunun dışında tabii ki firmanın kendi hedef kitlesine yönelik bir dekorasyonla bezenmesi, ergonomik koltuklar, ergonomik bir iletişim ağının oluşturulması. Bunlar ekstra anlamda verilmesi gereken katkılar. Ama gerçek anlamda havalandırma iyi yapılmadığı takdirde birkaç saat sonra iyi niyetli insanlar bile yorgun, mutsuz, keyifsiz bir hale gelir ve performanslar ciddi anlamda düşer. Buna çok dikkat edilmesi gerektiği kanaatindeyim. 

Mimarlıkta ekip çok önemli. Siz kendi ekibinizi kurarken en çok dikkat ettiğiniz özellikler neler?
Kesinlikle mesleki anlamda iyi yetişmiş, iyi bir donanımla gelmiş olması, iyi bir takım oyuncusu olması lazım. Hem birbirine saygılı hem de birbirine yardımcı olacağı bir atmosfer. Dolayısıyla sosyal anlamda iyi bir diyalogu oluşturacak insanları ofisimizin içine almaya çalışıyoruz. Ödün vermeyecek kadar sert bir disiplinimiz var. Mesela çalışma saatleri bizim için önemli. Bizde böyle sabahlara kadar proje yetiştirmek, fedakarlıklar yapmak filan gibi kavramlar olmadı. Ben kendim de böyle bir adam değilim. Ofis içerisinde normalde 9 saat olan çalışma saati, benim ve birkaç tane özel elemanım için 11 saattir. 9 saatlik süreyi iyi kullanmalılar. Haftasonu tasarım ekibine izin veriyoruz ki sosyal hayatlarına devam edebilsinler. Film seyretsinler, arkadaşlarıyla birlikte yemek yesinler, yemek yedikleri yerde onları rahatsız eden bazı detayları hissetsinler gerek aydınlatma, gerek renk, gerek ölçüler babında. Dolayısıyla yaşamın içinde olsunlar. Hayatla birebir ilişkisi olan insanları arzu ediyorum ofisimde. 

Mesleğinizde hayatınız boyunca “Kesinlikle bunu gerçekleştirmeliyim” dediğiniz bir proje var mı?
Monimental bir yapı, hele de bir cami yaparsam kendimi çok mutlu hissedeceğim. Senegal’de böyle bir başlangıç yapmıştık. Finans problemleri nedeniyle beklemedeyiz. 

İnsanlar artık şehir ve iş yaşamının içinde şehirden kaçma alanları da yaratıyorlar kendilerine. Sizin yürüttüğünüz Checklife Orman Villaları da bu projelerden biri…
İstanbul zaten yeterince renkli, karmaşık hatta kaotik bir kent. Bunun avantajlarından bunun getirilerinden istifade edebildiğimiz gibi zaman zaman da kaybolmak ihtiyacını hissediyoruz, burası şehrin içinde olup da aynı zamanda bu ormanlar arasında kaybolmayı da ifade ediyor benim için… İçinde yarattığımız spa ile sosyal donatı alanları ile gerek aile ile gerek ailenin içerisinde bile kendi özel alanlarını yaratmak suretiyle özel bir yaşam tarzı oluşturmaya çalıştık. Ben kendi hayat serüvenimden yola çıkarak bu projenin tasarımına katkıda bulunmaya çalıştım. Projeyi tasarlarken kendimi de bu tarifin içine koyup kendi yaşantımı da temize çektim. Herkesi özgür kalacağı alanlar ama ailenin bir araya geleceği cazibe merkezleri, kaybolacak kadar büyük, buluşacak kadar küçük, moda olmayacak kadar özgün ve kişilikli malzemelerle bezediğimiz Checklife, ormanların içinde gönüllü kayboluşu betimliyor. “Checklife Orman Villaları; hayatın ilk nefeslendiği devrede insanın kendini ödüllendirdiği, temel ihtiyaçlarını çözmüş, kendi bilinciyle sosyal çevresini kuracağı bir hedef kitleyle özdeşleşti. Bu kitle de nitelikli bir yaşamın gereğine inanan, kent yaşamını seven ama doğadan kopmak istemeyen, kaliteyi fark etmiş, hayatla iddiası olan ama huzurlu, modern ama köklerinin farkında, rahatına düşkün ve özenli kişilerden oluşuyor…