Yaklaşık 4 yıldır yayınlanan Kelime Oyunu adlı yarışmayla milyonları ekran karşısına kilitleyen İhsan Varol, düzgün ve akıcı Türkçe konuşan, tanımadan sevilip izlenebilecek naiflikte biri. Yarışmacılarla kurduğu diyaloglarda hem mesafeli hem de samimi. Medya sektöründe şoförlükten medya amirliğine sayısız iş yapan Varol’un şansı “Kelime Oyunu”nda dönmüş


Passaparola, İkinci Bahar, Cumartesi ve Pazar Sürprizi, Hugo gibi birbirinden farklı programlarda set amirliğinden metin yazarlığına kadar birçok iş yapan İhsan Varol, BloombergHT kanalında yaklaşık 4 yıldır yayınlanan Kelime Oyunu adlı yarışma programıyla ekran karşısına geçti. Önce yarışmanın soru yazarlığı için çağırılan Varol, hazırlık aşamasındaki bir deneme çekiminde soruları yazdığı ve cevaplarını bildiği için sunucu olmuş. Diğer ekip arkadaşları da yarışmacı. Çekilen bölüm yöneticiler tarafından izlenince sunuculuk teklifi hemen gelmiş. Naif ve kibar kişiliğiyle sunduğu yarışmada kendi üslubu ve tarzıyla milyonları ekran karşısına oturtan İhsan Varol’la çekim öncesinde buluştuk.

Eğitiminizi hangi alanda yaptınız?
Açıkçası çokça konuşulacak bir yükseköğretim hayatım olmadı. Liseden sonra Ankara Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü’nü kazandım. Yarım dönem kadar kantinde oyalandım. Ardından 1.5 yıl kadar bir süreyi Ankara’da garsonluk, barmenlik ve işletmecilik yaparak geçirdim. Daha sonra Bodrum’a taşındım. Bir yıl kadar da orada yaşadım ve bir otomobil kiralama şirketinde çalıştım. Bu arada İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’ne kayıt yaptırmıştım. İstanbul’a dönüp medya sektöründe çalışmaya başladıktan sonra da Açık Öğretim Kamu Yönetimi Bölümü’nde 2 senelik bir maceram oldu. Tamamı hüsranla sonuçlandı. Yani pek örnek teşkil edecek bir akademik kariyerim yok. Vakit ve nakit bulursam kırkımdan sonra Antropoloji okumak istiyorum.

Medya sektörüne nasıl adım attınız?
İstanbul’a döndükten sonra oyuncu bir arkadaşım vasıtasıyla… Onun rol aldığı programa prodüksiyon elemanı arıyorlardı ve aradıkları İstanbul’u iyi bilen, ehliyeti olan şuraya git dediklerinde gidebilecek birisiydi. Ben de o sıralarda boştum. Bakalım nasıl bir şeymiş diye işi kabul ettim. Çünkü hiçbir bilgim yoktu. Diziler yaptık, yarışma programları hazırladık. 14-15 yılın, 5-6 senesi prodüksiyon elemanlığı yaparak geçti. Sonra metin yazarlığı ve editörlük yapmaya başladım.

“Kelime Oyunu” piyangodan çıktı
Asıl mesleğiniz editörlük diyebilir miyiz?
Aslına bakarsanız hep onu istiyordum zaten. Televizyon sektöründe çalışırım-çalışmam ama yazı yazarak para kazanmak istiyordum başından beri. Kendimi bildim bileli… Küçükken herkesin olduğu kadar benimde ufak denemelerim oluyordu. Bu işe başlayıp 6-7 sene geçirdikten sonra, bu işi de yapmak istediğim için, buradaki editörlük kısmının bana uygun olabileceğini düşündüm. Zaten yardım da ediyordum, bir eksiklik olduğunda ben tamamlıyordum. Bu iş piyangodan çıkmış bir iş. Ne doğrultuda ilerliyor onun takdiri izleyenin!

Nazik ve tavırlarınızla çoğu izleyicinin sevgi ve saygısını kazandınız…
Kameranın karşısına çıktığım andan itibaren kafamdaki şey şuydu: “Burada ben ne yapacağım belli bir yapının içerisine gireceğim.” Çünkü ben neysem, kamera karşısında da oyum. Kamera kapandığında da, açıldığında da aynı insanım diyebilecek kimse yok, yoktur. Diyorsa da bu noktada yalan söylüyordur. Çünkü ister istemez değişiyorsunuz. Kamera açıldığı zaman bir şey oluyor, kamerayı evin içerisinde bir şey çekmeye çalışsanız, kardeşiniz bile tutsa şöyle bir toparlanıyorsunuz. Çünkü kimin izleyeceği belli olmaz. Televizyon insanların evine zorla giren bir nesne. Ben makineyi alıp kanalları gezerken top sakallı bir adamın karşıma çıkmasını istemiyorum ama çıkıyor. Televizyon bunu bana veriyor. O yüzden de insanların evine zorla giriyorsam eğer, misafir ağırlıyormuş gibi olayım istedim. Yani efendi gibi gözüküyorum onun dışında öyle değilim gibi anlaşılmasın. Nasıl evinize daha önce tanımadığınız biri geldiğinde halinize tavrınıza, oturuşunuza kalkışınıza, konuşmanıza dikkat ediyorsanız ben de o şekilde tanımadığım insanlar geldiği için stüdyoma ve ben ev sahibi olarak yarışmacıları ağırladığım için dikkat ediyorum.

Bazen 1 yıl hiç iş gelmez aç gezersiniz, bazen çok iyi para kazanırsınız  

Medya sektöründe çalışanların yaşadığı temel problemler neler sizce?
Sosyal güvencenin olmaması en büyük sıkıntı. Yetişen çok kişi var. Genç arkadaşlar bizi görüyor; kot pantolonla, tişörtle, spor ayakkabıyla dolaşıyoruz, belli kalıpların içine girmiyoruz. Hiyerarşinin aşılmaz katmanları bizde çok yüksek gibi gözükmüyor. Çalışma ortamının rahat ve eğlenceli olduğunu düşündükleri için televizyon sektörüne girmek isteyen çok insan var. Fakat bu durum yetişmiş elemanı değersizleştiriyor. Bazı işverenler, bir kişiye yaptıracağı işi, o kişiye vereceği paranın çeyreğini vererek iki kişiye yaptırabilirim düşüncesi içine girebiliyor. O yüzden de güvencesi yok.

Medya alanında çalışanlara sunulan kariyer olanaklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Ben bu işte şu kadar çalışırım bir sene sonra şu noktaya gelirim. İki sene sonra da böyle olur” demek televizyoncular için kolay değil. İç yapımlarda yapı biraz daha farklılaşabiliyor. Fakat dış şirketlerde çalışanlar, yapım firmalarında çalışanlar için durum daha da sıkıntılı. Çünkü emek vererek uykusuz çalışarak sağlığınızı tehlikeye atarak bir iş yaparsınız, iyi yaptığınız anda iyisinizdir herkes de iyi yapmışsınız, elinize sağlık der fakat program bir şekilde izlenmez. Pat diye bir anda ortadan kalkıverirsiniz. Bir sene süreceğini düşündüğünüz proje hayal olur siz de işsiz kalırsınız. Ben 15 yıldır bu işin içerisindeyim. Her işi yapmama rağmen 7-8 ay iş bulamadığım çok olmuştur. O yüzden çok fazla sirkülasyonu vardır. İnsanlar girer, 2-3 sene çalışır, sonra yok bu iş bana göre değilmiş deyip bırakırlar. Genç insanlar iş hayatına atılıyorlar sağlıklarını harcıyorlar, zamanlarını harcıyorlar. Sonra bambaşka bir sektöre gidiyorlar.

KELİME OYUNU YILLARDIR AYNI ÇARKI ÇEVİRMEKTEN SIKILAN, KUTUNUN İÇİNDEN NE ÇIKACAĞIYLA İLGİLENMEYEN, EKRANA BAKMAKLA DEĞİL YARIŞMAKLA İLGİLENENLERİN PROGRAMI…

İletişimin kuvvetli olduğu bir sektör aynı zamanda…
Çalışma saatlerinin esnekliği ve çalıştığınız farklı insanların farklı karakterlerini görebilmeniz sosyal acıdan biraz daha hoş. Ama o da bir çemberin içerisine hapsolur ne yazık ki… Örneğin; bizim sektörün yüzde 60-70’i birbiriyle evlidir. Benim eşimde yönetmen. Arkadaşlık duygusu güzel gelişir. Fakat sıkıntılarda o yönde de gelişebilir. Birbirinizi sürekli görüyorsanız kavga çıkma ihtimali de yüksektir. Birbirinize mecbur olduğunuzu da bildiğiniz için o kavgalar çabuk toparlanır.

TV’de programların değeri reytinglerle ölçülüyor

“Kelime Oyunu” izleyiciler tarafından büyük ilgi görüyor. Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?
Bu proje izleyicilere naif geldi. Bangır bangır bağıran, ben geldim diyen bir iş değil. Bu kadar sahiplenilmesinin sebebi öncelikli olarak elbette kanalın sahip çıkması. Günümüzde işler iki ayda beklenilen noktaya gelmediği zaman “tamam olmadı” deyip çöpe atılıyor. Özellikle yarışma programlarına seyircinin alışma süresi vardır. Televizyonda alışkanlık çok önemli. Kanal bize destek çıktı. Zalim reyting yarışının içerisine girmedik. Kendimizi geliştirme şansımız oldu. Biz kendimizi yetiştirirken de ortaya koyduğumuzu izleyen belli bir kitlemiz oluştu. Sonra onlar başkalarına tavsiye ettiler. Sonralarda zap yaparken yakaladığımız seyircilerimiz oldu. Emekliler, bulmaca meraklıları, boş vakti olup da bu tip kelime oyunlarına zaman ayıran kişiler izlemeye başladılar. Bir süre sonra onların çocukları, torunları da o çemberin içine girdi. Şimdi hakikaten herkes beğendiğini söylüyor. Hatta, o şımarıklıkla azıcık köpürttüğümüz sorular oluyor onlara bile hoşgörüyle bakıyorlar.

“Kelime Oyunu” uyarlama olarak Türk televizyonlarına aktarıldı. Programda ne gibi değişiklikler yaptınız?
Öncelikle yapısını değiştirdik. Biraz daha uzun oldu. Programın orijinal formatında 40 dakika. Üç kişi yarışıyor, aralarından bir kişi tekrar ödülü için yarışıyor. Biz bunu bir maraton haline getirdik, çok yüksek bir ödül koymadık işin içine. Haftanın altı günü yayınlanacak insanları belirli bir alışkanlığa sevk edecek bir iş. Bir kişinin mücadelesini ve zaferini izledikten sonra onun devamını da insanlar görebilsin istedik. İlk başta sıkıntı yaratır mı, izleyici devamını getirebilir mi dedik. Ama öyle olmadı. Aralarından kahramanlar çıktı.

Ödüllü bir yarışma olmaması ilgiyi azaltır mı diye endişe duydunuz mu?
İçeriğin samimi olması ödülün çok büyük olmaması insanların sıkıntı duymadan kendilerini açmalarını sağladı. Hem yarışıyorlardı hem de kendilerinden bahsetmekten sıkıntı duymuyorlardı.  Bu sefer izleyenlerde yarışmacılarla daha iyi empati kurmaya başladılar. Bu da farklı bir noktaya getirdi. Sanıyorum dışarda yapılandan daha samimi bir hale getirdik. Zannediyorum dışarda üç ya da dört ülkede yayınlanmış, en uzun 26-27 bölüm sürmüş. Biz 1000. bölüme geliyoruz. Seyirci heyecanlanıyor, bilmediklerinde sıkıntıda yaşıyorlar fakat şimdiye kadar yarışma bittiği zaman mutsuz ayrılan olmadı.

Yarışmaya katılmaya cesareti olmayana ekipten kolonyalı destek

Genelde bulmaca meraklıları ve sözcüklerle arası iyi olanlar mı başarılı oluyor?
Bunun entelektüel birikim, kelime dağarcığıyla alakası yok, oradaki ritmi tutturmanız önemli. Sorunun size uygun yerden çıkmasına bile gerek yok, o ana uygun olması gerekiyor. Çünkü bir anda aklınıza gelmiyor zamana karşı yarışmak da öyle bir şey. Sözlüğü ezberlemiş bir insan da olsanız, olmadık yerden bir sözcük çıkınca kaybedebiliyorsunuz.

Özel bir programda siz de yarışmacı koltuğuna oturdunuz. Neler hissettiniz?
Çok değişik. Her zaman derim kelime oyununu izlemekten daha zevklidir yarışması diye. Hakikaten öyle çok keyif aldım. Çok istediğim bir şeydi. Ama 9 bin üzerine kesinlikle çıkarım diyordum, 8 bin 200 puanda kaldım.

Yarışmaya katılmak için cesareti olmayan izleyicilerinize bir mesaj vermek ister misiniz?
Gelsinler biz rahatlatırız onları. Bütün sıkıntı cesaretse biz rahatlatırız