Pek çok ünlü markanın ürünlerini fotoğraflayan moda fotoğrafçısı Lara Sayılgan, işini neden sevdiğini “Çok heyecanlı, çok hareketli, çok renkli bir iş” şeklinde açıklıyor.
alan Sayılgan, şimdi Stüdyo Plus adlı stüdyosunda ünlü markaların ürünlerini fotoğraflıyor. Her fotoğrafçının kendi yaşam tarzını çalışmalarına yansıttığını söyleyen genç fotoğrafçı, “Bir fotoğrafçı her markayı çekmemeli, çekemez. Ben kendim için de aynı şeyi düşünüyorum” diyor.

Moda fotoğrafları dışında başka tarz fotoğraflar çekiyor musunuz?
İngiltere’de fotoğraf okudum. Okulda moda ve portre üzerine uzmanlaşmıştım. Genellikle moda ve reklam ağırlıklı fotoğraf çekiyorum. Esasında insanın olduğu konular benim ilgimi çekiyor. Profesyonel bir moda fotoğrafçısıyım. Benim amacım etirilen ürünü müşterinin istediği şekilde sunabilmek.Bir albüm fotoğrafı isterlerse ben onu da çekerim ama endüstriyel fotoğraflar benim dalım değil. Biz tamamen bir imaj yaratıyoruz. Ben esasında portreciyim. İngiltere’de portre çok önemlidir. Mesela dergiler için portre çekmek çok mühim bir şey. Bizde henüz portre fotoğrafçılığı konusunda uzmanlaşılmadı. Moda fotoğrafçılığında da çeşitli tarzda fotoğrafçılar ve markalar var. Bana göre markaları fotoğraflayacak olanlar da biraz ayrılmalı. Çok underground yaşayan bir fotoğrafçı daha farklı fotoğraflayacaktır markayı, başka tarzda yaşayan biri daha farklı fotoğraflayacaktır.

Fotoğrafçı kendi bakış açısını da katıyor yani… Kesinlikle. Ne kadar profesyonel olursanız olun bence yaşam tarzı çok önemli. Burada müşteri kendine fotoğrafçı seçerken kendine uygun tarzda seçmeli. Fotoğrafçı için de aynı şey geçerli. Bir fotoğrafçı her markayı çekmemeli, çekemez. Ben kendim için de aynı şeyi düşünüyorum.

Müşteri size geldikten sonra işi teslim alana kadar nasıl bir süreç işliyor? Öncelikle müşteri bize ürünleri ve kendini anlatıyor. Bence zaten müşteri ve fotoğrafçının birbirini anlaması çok önemli. Burda bir ekip çalışması var, saç ve makyajından aksesuarına kadar genel imajı hazırlayacak moda editörleri arkadaşlarımız var. Bir ekip halinde çalışmaya başlıyoruz, ürünleri görüyoruz. Gelen ürünlerden hangilerinin çekilebileceğini belirliyoruz.

Çekimleri ürün çekimi ve imaj çekimi olarak ayırabiliriz. Ürün çekiminde daha fazla adet çekebilirsiniz ama imaj çekiminde daha az adet çekiyorsunuz ve mankenden aldığınız verim çok daha önemli. Çekimlerden sonra müşteriyle birlikte fotoğrafları seçiyoruz. Eğer müşteriyle sıcak bir ilişki kurmuşsak onlar seçimi bana bırakıyorlar. Daha sonra rötuş aşaması var, fotoğrafların temizlenmesi, düzeltilmesi gibi. Ondan sonra teslim ediyoruz.

Çekimi yaptıktan sonra marka her yerde bunları mı kullanıyor?
Evet sezon boyunca aynı fotoğrafları kullanıyor. Kış dönemi için çekim yapmışsak firma kış boyunca kullanıyor bu fotoğrafları.

Türk moda endüstrisini dünyada nerede görüyorsunuz, bu konuda bir yorum yapabilir misiniz?
Tekstil ürününün kalitesi olarak bence çok kaliteli şeyler üretiyoruz. Buradaki çekimlerde çalışmak üzere mankenler geliyor, saç makyaj yapan insanlar, stilistler geliyor. Demek ki bu endüstride para var ki bu insanlar buraya geliyor. Ama yurtdışında markalaşabilen çok az firmamız var. Biz zaten kendi içinde o kadar çok problemi olan bir ülkeyiz ki ve o kadar kalabalığız ki…

Ne tür problemler? Bu işler biraz da parayla olan işler. İnsanlar önce geçimlerini sağlamalı ki ondan sonra giyim kuşamına özen göstersin. Moda bizde biraz lüks oluyor. Önce refah düzeyimizin yükselmesi ve bazı problemlerin düzeltilmesiyle bir yerlere gelebiliriz. Bu ülke başka problemlerini halledecek ondan sonra moda gelecek. Keşke başka sanat ya da spor dallarında ismimizi duyurabilsek, sonra başka öncelikler gelse. Çünkü moda çok riskli.

Moda neden riskli sizce?
Bugün var yarın yok. Bugün yuvarlak burunlar moda, yarın sivri burun moda olacak ama bir spor dalında rekor kırarsanız, satranç şampiyonu olursanız ya da bir sanat dalını çok iyi sergileyebiliyorsak biz çok uzun yıllar tanınırız, bizden sonraki nesiller de bizi tanır. O zaman tabii modacılarımız da tanınır. Bence bizim dalımızı çok ilgilendiriyor bütün bunlar. Çünkü bu bir kültür. Bir ülkeye baktığınız zaman tarımından, giydiğine kadar her şeyiyle bütünleşiyorsunuz. Moda da öyle. Bir kıyafet beğeniyorsunuz bu onlara has diyorsunuz. Mesela eskimo tarz montlar o kültürü anımsatır. Ama bu aşamaya kadar kat etmemiz gereken o kadar çok yol var ki…

Az önce bugün yuvarlak burunlar yarın sivri burunlar moda dediniz, bunu gerçekten kim belirliyor?
Aslında şöyle bir bakarsak hep aynı akımlara geri dönülüyor sonra tekrar ileriye gidiyor, tekrar geriye… Bununla birlikte tabii moda fotoğrafları da aynı şekilde seyrediyor. Ev tasarımları da öyle. Şimdi mesela 70’lerin moda olmasıyla beraber o zamanki grafikler geri geldi. Çok ünlü tasarımcılar bunları belirliyorlar ve herkes tabi bu ünlü tasarımcıların ürünlerini alamayacağı için diğer kişiler de onları takip ediyor. Biraz onlara yakın şeyler yapıyorlar, biraz esinleniyorlar sonra bir bakıyorsunuz hoşlanmaya başlamışsınız. Bizde de bu böyle, hiç hoşlanmadığınız bir şeyi gördükçe çok beğenmeye başlayabiliyorsunuz. Ben bunu hayatta giymem derken bir anda ona adapte oluyorsunuz. Bu sanırım psikolojik birşey. İnsanların üzerinde bir etkisi oluyor. Müzikte de var bu. Sevmediğiniz bir müzik çala çala sizi etkilemeye başlıyor. Müzikte de aynı moda söz konusu, bazen nostaljik şarkılar moda oluyor sonra tekrar başka bir şekle dönülüyor. Çok büyük bir kültürel değişim söz konusu. Demin konuştuğumuz konuyla da çok ilgili. Bu kültürel değişimin içinde biz ne kadar yer alıyoruz ya da düşündüğümüz kadar yer alıyor muyuz? Biz AB’ye girmeye uğraşıyoruz, gerçekten büyük bir kültürümüz var ama biz onu kullanarak ne yapabiliyoruz?

Hiç sergi açtınız mı?
Benim sergim olmadı. O yüzden ben kendime fotoğraf sanatçısı demiyorum. Bence sanatçı olmak çok farklı bir sıfat. Ben ticari bir fotoğrafçıyım. Benim bir projede fotoğrafım beğenilmediği zaman, ben o işte bir şekilde başarısızsam ya da benim çalıştığım ajans başarısızsa bunun bedeli benim için çok ağır olur. Ama ben bir sergi açtıysam ve buna bir kişi bile gelmiyorsa hiçbir problem olmaz. Sergi açmak istiyorum tabii ki. Ama bazı düşünce şekillerini çok kapalı ve geleneksel buluyorum. Mesela fotoğraf sergisine giden insanlar hep bellidir. Fotoğrafta hep beklenen şeyler vardır. Siyah beyaz olması, konusu olması, kuralları olması gibi… Ben aslında merak ediyorum, içinde mankenlerin olduğu bir moda fotoğrafı sergisi açsak nasıl olur? Bence çok iyi olur ama çok da tepki toplarız. Moda fotoğrafçılığı ile magazin fotoğrafçılığı zaman zaman karıştırılıyor. Magazin fotoğrafçılığının da çok ciddi bir yeri var yurtdışında. Pek çok tarz fotoğrafçılık var, moda ve magazin fotoğrafçılığı da bunlardan biri. Belgesel fotoğrafçılığı da bambaşka bir şey. Türkiye’den Ara Güler gibi dünyaca ünlü bir belgesel fotoğrafçının çıkması gurur verici. Ancak Türkiye’de başka fotoğraf dalları ve elbette bu dalların fotoğrafçıları da var. Mesela yemek fotoğrafçılığı çok sabır gerektiriyor. Doğa fotoğrafçılığında da bir hayvanın hareketi için günlerce beklemeniz gerekebiliyor, hayvanları tanıyıp anlamak gerekiyor.

Mesleğinizle ilgili en çok sevdiğiniz şey nedir?
Çok heyecanlı, çok hareketli, çok renkli bir iş. Çalıştığım insanlar genelde renkli insanlar. Çok ağır tarafları da var, mesela gece yarılarına kadar çalışıyorsunuz, iş yetişmiyor. Bazı sezonlarda ekip olarak sabah yedi buçuktan gece üçe kadar çalışıyoruz. Bu stres yaratıcılığınızı etkiliyor ama tek düze bir iş olmaması güzel. Çekimlerde çok eğleniriz. Fotografik olması için dünyanın en güzel yerlerine gidiyoruz. Dünyanın en güzel kadınlarını ve adamlarıyla çalışıyoruz. Maalesef güzel ve çirkin diye bir kavram var, ben buna hayır diyemeyeceğim. Bu güzel kadın ve adamları mümkün olan en güzel giysilerle görüntüleme şansınız var, bu da çok keyifli bir şey. Ama bunların da bir bedeli var. Hiçbir zaman program yapamıyorsunuz. Ben mesela açıkhava konserlerine bilet alırım ve hep o bileti başkalarına veririm. Ama her an telefon çalıp sizi çok heyecanlandıracak bir iş gelebilir, bu çok hoş.

Stüdyo Plus’ı ne zaman kurdunuz? Bir buçuk sene öncesine kadar Fabrika ile çalışıyordum. Oradan ayrıldıktan sonra bu stüdyoyu kurdum. Esasında benim stüdyo kurmak gibi bir isteğim yoktu, çünkü çok sorumluluk isteyen bağlayıcı bir unsur. Ama şartlar böyle gerektirdi. Benimle birlikte iki fotoğrafçı daha var, Emre Ünal ile Ozan Kırmaç. Onlar da genç yetenekler. Asistanlarımız var, onlar da alttan yetişiyor.