Ofisler genelde siyasetten uzak yerler olarak bilinir. İnsanlar görüşlerini kolay kolay açık etmezler, açıklıyorlarsa da sözlerine dikkat ederler. Bu herkesin biraz işinde gücünde olmasından, biraz da aykırı görüşlerin ortama ters düşmesinden kaynaklanır.

Bazılarına göre camdan kuleler, muhafazalı plazalar zaten sistemin eseridir. Dolayısıyla bu hanelerin sakini olup da sistemi eleştirmek yersizdir.

Bazılarına göreyse; evet sistem budur ancak plaza eşrafından olunsa da bu durum sistemin eleştirilmeyeceği anlamına gelmez. Düzen bu olduğundan, insan bordrolu olmaya mecburdur ve bu şekilde yaşamını idame ettirerek, ilkesel mücadelesine devam edebilir.

İşte böyle camdan iş merkezlerinden birine çeviriyoruz gözlerimizi şimdi. Bu iş merkezinde üç büyük firmanın katları var, üstelik İstanbul’un tam göbeğinde.

İnsanlar, akşam haberlerinde seyrettikleri zihinlerinde, bilgisayar ekranlarına kitlenmişler. Ofisin o bildik homurtusu içinde çalışıyorlar. Her şey normal.

Fakat bir süre sonra dışarıdan sesler dolmaya başlıyor içeri. Dış dünyadan iyi yalıtılmış duvarlar engel olamıyor bu bağırtıların ofise dolmasına. En büyük heyecanı yazıcıya kağıt sıkışması olan beyaz yakalı bir anda ürperiyor. O alışık değil mahfazası içinde rahatsız edilmeye. Seslere biraz kulak kabartınca bağrış çağırışlar arasında şirket isimleri seçiliyor. Sadece kendi aralarında duymaya alışık oldukları patron, grup, holding isimleri aşağıda toplanan halkın ağzında yankılanıyor.

Türkiye’de belki de ilk kez bir toplumsal olay ofislere bu kadar yaklaşıyor.

Plazanın bu şirkete ait üst katlarını, koridorlarını sel suları misali hızla ve şiddetle korku dolduruyor.

Plazanın üst katındaki komşu şirketteyse durum daha sakin. Hatta normalden de sakin. Çünkü onların CEO’su daha baştan bu toplumsal olaya destek vermiş. Diğer şirketin şubesi gibi kapılarını göstericilere kapamamış. Burada sanki tüm çalışanlar hemfikir gibi, herkes protestolara destek verip hükümeti eleştiriyor. Hatta toplu olarak Taksim’e gitme planları yapılıyor.

İş merkezinin diğer bloğuna geçtiğimizde bambaşka bir şirket havası hakim. Orada da herkes gergin ve tepkili. Çalışanların bir kısmı tüm bu yaşananları saçmalık olarak değerlendirirken, bir kısmı ise göstericilerin niyetinin farklı olduğu görüşünde. Cam kenarında durmuş, caddedeki kalabalığı kafalarını sağa sola sallayarak seyrediyorlar.

Bu sırada kalabalık da iyice artıp sesler daha gür çıkmaya başlıyor. Göstericilerden aşırıya kaçıp camlara taş atmak isteyenler çıkıyor, fakat diğerleri durduruyor onları.

Üç şirkette de çalışanlar bir şekilde göstericileri seyrederken, üst yönetim katlarında gerginlik hakim. Bir şubesinin yardım isteyen göstericilere kapısını kapatmasının sıkıntısını yaşıyor ilk patron. Bir yandan bunun getireceği itibar ve para kaybını düşünürken, bir yandan da bu krizden nasıl çıkacağını hesaplıyor.

Gösterilere destek veren CEO da gergin, çünkü bu açıklamasının bir hesaplaşması olacağını biliyor.Yaşananları eleştiren şirketse ileride karşılaşabileceği müşteri tepkilerinin ve bunun sebep olabileceği gelir kayıplarının hesabında. Herkesin aslında derdi de hesabı da başka. Hatta her bireyin başka. Fakat ne hikmetse ofis koridorlarında yukarının görüşüne göre genel bir hava hakim gibi.

Aslında üç şirketin de çalışanları arasında farklı görüşte olanlar var. Ama baskın olan genelde üst yönetimle aynı görüşte olanlar oluyor. Bu da ofiste azınlık sorununu kendi kendine ortaya çıkarıyor. Bir de biz beyaz yakalıların demokrasi ve hoşgörü noktasında, kariyer yollarımızdakinden daha fazla desteğe ihtiyacımız olduğunu