refikaRefika Birgül, birbirinden değişik tariflerini televizyon programı, internet sitesi ve köşe yazılarıyla paylaşıyor, kadın erkek birçok kişiyi mutfağa girmeye özendiriyor. Birgül,  ülkemizin çok güzel lezzetleri olduğunu ve uzun dönemli hedefinin bu tatları uluslararası alanda tanıtmak olduğunu vurguluyor.

Refika Birgül’e bir Pazar günü kanallar arasında gezinirken rastladım. Son derece neşeli ve enerjik bir şekilde hem göze hem de damak zevkimize hitap eden Refika’nın Mutfağı programını sunuyordu. Genellikle tarifleri izleyip, ‘bu malzemeleri nereden bulacağız şimdi’ ifadesi yaratan programlardan çok farklı Refika’nın programı. Zaten hakkında biraz araştırma yapınca Refika’nın da farklı biri olduğunu anlıyorsunuz. Annesi ve babası doktor olan Refika, disleksi (öğrenme bozukluğu) rahatsızlığına rağmen son derece başarılı bir öğrencilik geçirir ve Robert Kolej’in ardından Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nü tamamlar. Organizasyon ve hastane yöneticiliği yaparak iş hayatına atılan Refika Birgül, zevk aldığı alanın yemek yapmak olduğunu keşfedince kariyerine bu yönde yön verir. Programlarının çekimlerinin yapıldığı Kuzguncuk’taki mutfağında buluştuğumuz Birgül’le iş dünyasında başlayan ve mutfağa geçen kariyeri hakkında konuştuk.

Yemek yapma tutkunuz nereden geliyor?
Küçüklükten beri yemek yapıyorum. Hem sevdiklerimi mutlu etmek hem de bazı şeyleri ifade etmek adına yemek yaptım. Dışarı çıkmayı, dışarıda eğlenmeyi sevmiyorum. Evimde yemekler yapmayı seviyorum. Disleksi olduğum için de yemek tariflerini adım adım takip edemem. O yüzden 15 yaşımdan beri hep kendi tariflerimi yapıyordum.

İş hayatına nasıl atıldınız?
Mezun olurken okullarda kariyer günleri olur. ‘Kariyer bu mu olmak zorunda’ diye düşünerek alternatif kariyer günleri planladık. İşimi oradan buldum, Kolektif Prodüksiyon diye bir şirkete girdim, Time Out’ta yazdım, İKSV’de çalıştım. Bir sürü iş yapıyordum çok mutluydum. Ailem,  onlarla kendilerinin kurduğu hastanede çalışmamı isteyince orada pazarlama departmanında çalışmaya başladım. Daha sonra küçük bir tıp merkezi açtık. Orada işletme müdürü pozisyonunda çalışmaya devam ettim, genel nüdür oldum. Ben genel müdür olduktan 3 ay sonra ekonomik kriz başladı. 15 ay hiç izin almadan, yoğun bir tempoda çalıştım. Bir bayram tatilinde arkadaşlarla tatile gidecekken sırtıma bir şey saplanmış gibi oldu. Tatile o şekilde gittim ama nefes almakta bile zorlanıyordum. Zona olduğumu öğrendim ardından birkaç kez rahatsızlanınca ‘bana biraz izin’ dedim.

Cooking New Istanbul Style adında bir yemek kitabınız var, yemek kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
Yemeklerimi yiyenler “Böyle yemekler hiçbir yerde yok, bu yemeklerin insanlar tarafından bilinmesi lazım.” derlerdi. Bir gün kadayıf mantı yapmıştım. Arkadaşlarımdan biri, “Bu yemeği bir gün biri yapacak, çok popüler olacak ve çok üzüleceksin benim fikrim diye.” dedi. Arkadaşıma hak verdim ve tariflerimden oluşan küçük bir kitapçık yapmaya karar verdim. O kitapçık fikri büyüdü ve ortaya 300 sayfalık bir yemek kitabı çıktı. Hastanede çalışırken 6 gün çok yoğun bir tempoda çalışıyor, bana kalan tek günümde bununla uğraşıyordum. İşin stresini, yükünü çok da azaltan bir şey oldu. İşten izin aldığım dönemde kitabı çıkardım. Bir de fazla kontrolcü bir insan olarak her şeyi kontrol etmek istiyorum. Yemek öyle bir süreç ki başından sonuna kontrol edebiliyorsunuz. Bu bakımdan bana çok iyi geliyor.

Televizyon programınız Mucize Lezzetler’i yapmaya nasıl başladınız?Kitaptan sonra belli firmalar benimle televizyon programı yapmak istediler. O şekilde Arçelik’le “Mucize Lezzetler” programına başladık. 2011 yılından beri her Pazar 13.30’da NTV’de yayınlanıyor.

Program çekimleriniz ne kadar sürüyor? Öncesinde prova yapıyor musunuz?
Her programın çekimleri bir tam gün sürüyor. Prova yapıyorum çünkü program akışında 25 dakikaya üç tarif sığdırmam gerekiyor. Geçişler nasıl olacak diye hazırlanıyorum.

Program ekibi kaç kişi?
Ekip olarak 4 kişiyiz, bir de gönüllülerimiz var. Mutfakta bir matematikçimiz var bir de aşçılık mezunu 2 kişi var. Kalabalıklaştıkça sorumluluk artıyor. Sorumluluk arttıkça yaratıcılık azalıyor. Bu yüzden küçük kalmayı tercih ediyoruz.

Programınızı sizce özellikle kimler izliyor?
Kameraya baktığımda bir insanın gözlerine bakıyor gibi olduğum zaman mutlu oluyorum. Bu 5 yaşında bir çocuk da olabiliyor, 90 yaşında bir teyze de. Aldığım izleyici görüşleri beni memnun ediyor, mesela Ankara’da bir keman sanatçısının 5 buçuk yaşındaki kızı çizgi film olmasına rağmen beni izliyormuş. Yaptığım yemekler herkese başka türlü hitap ediyor. Örneğin; kadayıf böreği genç için yeni ve enteresan bir şeyken kadayıfla tatlı yapan bir teyze için bambaşka bir tarafı var.

Tariflerinizi oluştururken nelere önem veriyorsunuz?
Malzemelerin basit malzemeler olmasına dikkat ediyorum. Önemli olan mutluluğun elindekilerle bir şey yapabilmekte olduğuna inanıyorum. Zenginlik ve mutluluğun neye sahip olunduğuyla değil neye ihtiyaç duyduğumuzla ilgili olduğunu düşünüyorum. Elindekiyle mutlu olabilmek insanı zenginleştiren bir şey. Bu düşünceyi yemek üzerinden insanlara hissettirerek yavaş yavaş hayatlarının diğer alanlarına da entegre etmelerini istiyorum. Bunu yemekle yapabildikten sonra diğer alanlarda da böyle oluyor. İnsanın içindekini gerçekleştirme ve içindeki güzelliği dışarı çıkarabilme duygusu bunlardan çok daha kıymetli.

Yemek tariflerinizde lezzetin yanı sıra tasarım vurgusu da olduğunu görüyoruz. Yemek için tasarım neden önemli?
Yemeğin tam bir tecrübe olduğunu düşünüyorum, 5 duyuya hitap eden bir tecrübe. Tat bunlardan sadece bir tanesi.  Dokunmak, duymak, koku ve görsellik de var. Tattan da daha yaygın olan şey görsellik. Görsellikle  tattan önce belli bir beklenti yaratıyorsunuz. Türk mutfağının en önemli eksiklerinden biri görsellik. O yüzden sunumun dünya mutfağıyla yarışmamızda en büyük eksikliğinden biri olduğunu düşünüyorum. Sunumun diğer parçası olan çok güzel kaplarımız var, aksesuarlarımız ben onları kullanıyorum. Gelenekle modernin birlikte var olabileceğini göstermek istiyorum. Geleneklerin üzerinde katı kurallar var onların bir sonraki kuşağa akmasını zorlaştıran. Katı kuralları kaldırsak gelenekler daha kolay uygulanabilir hale geliyor. Geleneklerden güzellikleri alıp angarya kuralları çıkarıp onları günlük hayatta uygulayabilir hale getirmeye çalışıyorum.

Çalışmalarınızı yürüttüğünüz Kuzguncuk Simotas Apartmanı’nın da ilginç bir hikayesi var, biraz bilgi alabilir miyiz?
1920’lerden kalma bir bina, yıllardır boştu ve çok büyük paralara ihtiyaç vardı. Çok büyük değişiklik yapmadan kabul edilebilir bir altyapıyla düzenlemeye çalıştık. Öyle bir şey olması lazım ki bu binayı sevecek ve bu binadan beslenecek insanlar olmalı, diye düşündüm. Bunun üzerine bir sistem kurduk. 40 yaş altı işini yeni kurmuş başka yerlerde çalışıp tecrübe edinmiş ama kendi ayakları üzerinde durmak için ekstra bir güce ihtiyacı olan kişiler için bir nevi kuş yuvası gibi bir yer haline getirdik burayı. Yaratıcı, sanatçı ve zanaatkârların birleştiği bir sistem oluşturduk. Aramızda; mimar, reklamcı, dansçı, avukat, web-tasarımcı, heykeltıraş, oda projesi, şehir için projeler üreten ekip var.

 “İmece Usulü Yemek ve Yaşam Atölyesi”nden bahseder misiniz?
İşbirliği içinde yemek yapmak benim en büyük hayallerimden biriydi. Şehirleştikçe yalnızlaşıyoruz. Bu sosyal olarak ağır ve geri dönüşü zor olan bir şey. Bizde bir birlikte olma değeri varken bu ellerimizin arasından kayıp gidiyor. İmece usulünde bir gün birini salçası kaynatılıp bir gün diğerinin yufkası yapılır. Normalde salça 5-6 günde yapılabilecekken onu 1 güne indirmeyi denedik burada. Atölyeye katılanlar arasında; psikolog, doktor, bankacı, reklam müdürü var. Bu atölyeler bir seri olsun istiyoruz. 1 buçuk yıl içinde seri bittiğinde, sirke, turşu, erişte, salça hepsi tamamlansın istiyoruz. Belki bu seriyi bir kitap haline de getiririz.

Yeni projeleriniz var mı?
Ben çok uzun maratonları 100 metre gibi koşmaya çalıştım. O yüzden yaymak istiyorum planlarımı. Şu anki isteğim televizyon programın anlımın akıyla çıkması. Diğer programların kalitesini yükseltmesini, örnek olmasını istiyorum. İnsanlar tarafından algılanması ve yayılmasını hedefliyorum.

Sevdiğiniz restoranlar hangileri? Restoran açmayı düşünüyor musunuz?
Nur Osmaniye’de Vedat Başaran’ın yaptığı bir restoran var. Oraya gitmeyi heyecanla bekliyorum. Pangaltı’da Adana Ocakbaşı keşfettim. Didem Şenol’un Karaköy’deki Maya lokantası ve Nişantaşı’nda Şemsa’nın Kantini’ni seviyorum. Hizmet sektöründe kaliteyi tutturmak için bambaşka bir çaba gerekiyor. Kendi geçimimi sağlayabilecek parayı bu işten sağlayabildiğim sürece yapmamayı tercih ederim.