İstanbul Suadiye’de orta halli bir ailenin kızı olarak doğup büyüyen Göksel Demirpençe, üç kardeşten en büyüğü. İlkokuldayken anne babasına şiirler yazan, ortaokul dönemimde gitar çalan, besteler yapan Göksel, üniversitedeyken müziğin büyülü dünyasıyla tanışıyor. Felsefe eğitimini bırakıp, küçük yerlerde sahne alarak sanat yaşamına adım atıyor. Sahneye çıkmanın çok zorlayıcı, yıpratıcı yönleri olsa da Göksel, tüm bunları göze alarak sahnede olmayı çok seviyor.
Ailem müziği hobi olarak görürdü
Ailemde profesyonelce müzikle ilgilenen kimse yok. Ailemdeki herkes şarkı söylemeyi sever, herkesin sesi güzeldir ama müziği meslek olarak kabul etmezler. Müziğin, hobi olarak yapılmasından yanadır ailem. Derslerimde her zaman başarılıydım, ailemin benden beklentisi okulumu bitirip, sabit bir işe sahip olmamdı. Küçükken bir keresinde anneanneme şarkıcı olmak istediğimi söylemiştim. Çok ayıp demişti. Lisedeyken de şarkı söylemek, sahnede olmak istiyordum ancak bu isteğim için mücadele etmem gerektiğinin de farkındaydım. Bu mücadeleyi verecek gücü bulamıyordum kendimde.
Felsefe eğitimimde aradığımı bulamadım
Üniversite hayatı erken yaşlarda başlıyor, 16-17 yaşında meslek seçimi yapmak zorunda kalınıyor. Psikoloji ve felsefeye merakım olduğu için bu alana yöneldim. Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü kazandım ve okumaya başladım. Ancak 20’li yaşlarda üniversitede aradığımı bulamadığıma karar verdim. Üniversitenin bana kattığı özgürlük duygusuyla çocukluğumdan beri istediğim işe yani müziğe yöneldim.
Herkes üniversite havasını solumalı
En iyi yapabileceğim işin en çok sevdiğim iş olduğunu fark ederek hayallerimin peşinden gitmeyi tercih ettim. Üniversite eğitimimi yarım bıraktım ama beni mutlu etmeyeceğini anlamıştım. En çok istediğim şeyi yapmak istedim. Bugün geriye baktığımda çok doğru bir karar verdiğimi söyleyebiliyorum. Bence herkes üniversite havasını solumalı, üniversiteye gitmeli, yapmak istediği işin eğitimini almalı.
Kendimi ve müziğimi geliştirdim
İlkokuldayken şiir yazardım, ortaokul dönemimde gitar çalmaya, besteler yapmaya başladım. Konservatuara gitmeyi düşündüm ancak benim zamanımda, konservatuarlarda müzik tarzıma uygun bölümler yoktu. 1989 yılında Aroyo Odo Çok Sesli Korosu’ndaydım. İstanbul Üniversitesi öğretim görevlisi Gül Sabar ve İran asıllı müzisyen Evlim Bahçeban’dan özel dersler aldım. Dışarıdan eksiklerimi tamamladım. Profesyonel anlamda ilk bestem ilk albümündeki “Dön” adlı parçamdır.
Hayatımın kırılma noktaları         
Üniversitede beraber okuduğum Kıvanç Kurtuluş’la beraber grup kurduk. Levent’te küçük bir yerde sahne alarak mesleğe adım attım. Giderek edindiğim tecrübeyle daha büyük mekanlarda sahne alarak daha fazla dinleyiciye ulaşmaya başladım. Genelde vokalistlikten solistliye geçilir bende tam tersi oldu. 1992-95 yılları arasında solistlik yaparken Onno Tunç’la tanışarak Sezen Aksu ve Sertap Erener’e vokal yapmaya başladım. Herkesin hayatında kırılma noktaları vardır, benimde hayatımın kırılma noktası Onno Tunç’la tanışmamdır. Onno Tunç, prodüktör olarak keşfedilecek yeni yetenekler arıyordu. Beni tavsiye etmişler, yanına giderek kendi yazdığım şarkılarımı seslendirdim. Onno Tunç’un şarkılarımı beğenmesi bana destek vermesi, bu işin başlangıcında beni çok ümitlendiren, cesaretlendiren bir gelişmedir.
Ve ilk albüm “Yollar”…
Onno Tunç’la tanışmamla beraber bir albüm çalışmasına başladık.  Ancak Onno Tunç’un talihsiz bir kaza sonucu ölümüyle aramızdan ayrılması, albümümün gecikmesine neden oldu. Müzikal deneyimimi artırarak geçen iki yılın ardından ilk albümüm Yollar’ı 1997 yılında çıkardım. İlk albümümdeki 10 şarkıdan 8’inin sözleri bana aitti, Sezen Aksu ve Onno Tunç’a ait “Kurşuni Renkler” ve “Yakışıklı” adlı iki şarkıyı da yorumlamıştım.
Sahne çok zor ama çok zevkli
Sahneye çıkmanın çok zorlayıcı, yıpratıcı yönleri var. Sürekli onaylanma isteği, bütün gözlerin üzerinizde olması çok zor. Sizin çok beğendiğiniz bir şarkıyı herkes beğenmeyebiliyor. Bütün bunları göze alarak sahneye çıkmayı yine de çok seviyorum, sahnede kendimi buluyorum. Şarkı söylemeseydim, müzik yapmak aklımı çelmeseydi, üniversite öğrenimime devam ederdim. Ne yaparsam yapıyım işe dört elle sarılır ve severdim, ama müzik kadar çok sever miydim bilmiyorum.
Hem iş kadını hem sanatçı olmam gerektiğini anladım
İlk albümüm ismini ben seçmemiştim. Bu beni hala çok üzer. Artık tüm albümlerimin ismini ben seçiyorum. İçime sinmeyen hiçbir şeyin olmasına izin vermiyorum. Ben yazıyorum, söylüyorum, sahneye çıkıyorum ama birçok insanla ortak iş yapmak zorundayım. Birçok kişiyi organize etmek, dengeyi sağlamak kolay değil. Bu işin püf noktası sanatçılığı kaybetmeyip, iş kadını gibi de çalıştığım kişileri organize edip, herkesi manevi anlamda da tatmin edebilmek. Herkes bir şeyler üretiyor, onları da dinlemek onaylamak lazım. İlk başlarda organize olamıyordum, şimdi bunu öğrendim. İş hayatının içinde olmayı, buna da iş gibi bakabilmeyi öğrendim. Yaptıklarımı iş olarak görmüyor, uğruna tüm hayatımı feda etmem gereken bir şey olarak görüyordum. Zamanla profesyonelleştikçe bunun da bir iş olduğunu ve iş hayatı kurallarına uymam gerektiğini anladım.
Şarkı sözlerimin hepsi insana dair
Hem şarkı sözü yazarken hem de dinlerken didaktiklikten hoşlanmıyorum. Şarkılarım hayatımın parçası olduğu için elbette benim tecrübelerimi içeriyor. Mümkün olduğunda sade sözler yazmayı seviyorum. Hiçbir şey anlatmayan uzun, süslü kelimelerle söylenen karmaşık şarkıları sevmiyorum. Hayata bakışımında aynı şey var, içi boş ve abartılı şeyleri sevmiyorum. Şarkı sözü yazmam ruh halimle çok alakalı, genellikle geceleri çok sık şarkı yazıyorum. Fırtınalı dönemlerin sonunda olaylara dışarıdan bakarak yazıyorum şarkılarımı. Şarkılar birikiyor yaklaşık olarak tüm şarkılar aynı döneme geliyor. Kendime ait şarkılar yazıp söylediğim için başkalarına şarkı sözü veremiyorum. Çok bana ait şarkılar yapıyorum, başkaları için istesem de şarkı yapamıyorum. Müziğimle pop müziğe alternatif getiriyorum. 97’de ilk albümüm piyasaya çıktığı zaman müzik tarzım çok eleştirildi. Zamanla tarzımın benimsenmesiyle bu fark benim için avantaja dönüştü. Sadece pop ve rock şarkıcısı olmayan ortada buluşan şarkıcılar artık tüm dünyada var.
Popüler olmak artık daha zor
Teknoloji sayesinde insanlar evlerinde müzik yapabiliyorlar. Çok iyi gençler yetişiyor, kendi albümlerini evlerinde kayıt edebiliyorlar. Artık müzik yapmak daha kolay ancak popüler olmak da bir o kadar zor. Müzik piyasasında var olmak gerçekten çok zor, herkes şarkı söylemek istiyor. Birçok isim ortaya çıkıyor, çoğu piyasada tutunamıyor.
Turnelerimden çok keyif alıyorum
Normal zamanlarda 10 gibi kalkarım, güzel bir kahvaltı ve spor yaparak güne başlamayı seviyorum. Bunun dışında provalarım, röportajlarım, sahne hazırlığım gibi işlerimle ilgileniyorum. Spor anlamında hocamla fitness yapıyorum, tek başıma kaldığımda da koşuyorum, bisiklete binmeği de seviyorum. Turneler benim için çok önemli, seviyorum turne dönemlerimi. Turne zamanında başka birine dönüşüyorum. Geçtiğimiz yaz 18 şehirden oluşan turne yaptık genelde de boş günümüz yoktu. Her gün farklı şehir, insanlar, o şehrin kendine ait dokusunda sahneye çıkmayı çok sevdim.
Farklı şeyler yapmak istiyorum
Yıllardır Fiona Apple’ı dinlerim. Sertap Erener, Hande Yener, Şebnem Ferah, Teoman beğenerek dinlediğim şarkıcılar. En son Amy Winehouse’un albümünü aldım. Mekan olarak Babylon ve Studio Live’da sahne almayı seviyorum. Hep farklı, yeni bir şeyler denemek istiyorum, konserlerim sürecek.
Uzakdoğu tatili planlıyorum
Yeni yılda uzun bir tatil planı yapıyorum, dinlenmek ve yenilenmek istiyorum. Uzun seyahatlerin müziğime olumlu katkıları olacağını düşünüyorum. Avrupa şehirleri dışında fazla ülke gezemedim önümüzdeki yıl, Tayland yada Kamboçya’ya giderek uzun süre kalmayı düşünüyorum.
Güzel yaşlanmak istiyorum
Hayattaki en büyük idealim aslında güzel yaşlanmak. Hayattan haz almış, mutlu olmuş, sahnede yaşlanan bir kadın olmak istiyorum. Edindiğim tecrübeleri gençlerle daha fazla paylaşmak istiyorum, bir nevi öğretmen olmak istiyorum.