Kerem Görsev, Türkiye’de caz denilince ilk akla gelen, dünya çapında bir isim. Bunun nedeni, hiç kaybetmediği tutkusuyla caza adadığı yaşamı. Parmaklarıyla, piyano tuşlarının buluştuğu yerde siz de cazı buluyorsunuz.

Yaz mevsimi için şaşırtıcı derecede serin bir günde Kerem Görsev’in evinin yolunu tuttuk. Yağmur bulutları yavaş yavaş yaklaşıyor. Emirgan’ın meşhur Çınaraltı Çay Bahçesi’ni geçip yeşil konağı buluyoruz. Bahçede ilk Bebop çıkıyor karşımıza. Kerem Görsev’in bir tanecik Dalmaçyalı cinsi köpeği… İçeri girince merdivenlerden hemen yukarıda bir piyano göze çarpıyor. Merdivenlerden çıkarken Bebop da yanımızda. Ve bir hoş geldiniz sesi… İşte Türkiye’de caz denince akla gelen ilk isim, Kerem Görsev! Karşılıklı oturup röportaja başlıyoruz. Her şeyi hikaye gibi anlatıyor Görsev. Anlatırken bazen dalıp gidiyor, belli ki o zamanlara dönüyor. Gelecekte yapmak istediklerini anlatırken de bir o kadar heyecanlı. Hepsinden önemlisi her hareketinde müziğe olan tutkusu kendini belli ediyor. Röportaj bitip de ofise dönerken İstanbul bu kış hiç görmediği kadar yağmur damlasının altında eziliyor. Yağmurda Görsev’in Allan Harris’le yaptığı son albümü ‘Back Again’i dinliyorum ve Görsev’in anlattıklarını bir kez daha anımsıyorum.

Grundig teyp, ilk piyano, ilk dersler…
Doğduğumdan beri evde klasik müzik dinlenirdi. Anne karnından kundağa, çocukluğum boyunca hep klasik müzikle yaşadım. Babamın Grundig bir teybi vardı. O teypten Rahmaninof’lar, Shostokovich’ler, Beethoven’lar, Chopin’ler dinlerdik. Evin içerisinde sürekli piyano konçertoları, operalar, traviatalar… Babam yüzünden 24 saat kültür içeren bir evdi bizimkisi. Büyümeye başladığımda, 1967 yılında 6 yaşımda kendimi bir anda İstanbul Belediye Konservatuar’ında buldum. Konservatuara girmemden birkaç hafta sonra babam bana o zamanın şartlarıyla bir piyano aldı. Bir duvar piyanosu. Hiç unutmam; Üsküdar’da Ermeni bir ailenin ahşap konağına gittik. Bir kamyona koyup getirmiştik piyanomu. Ondan hemen sonra da dersler başladı. Artık ben oyun mu oynuyordum, ders mi yapıyordum bilmiyorum, oyun gibi gelmişti bana çünkü. Rahmetli Rana Erksan çok asil bir İstanbul hanımefendisiydi. Nişantaşı’nda Topağacı’nda otururdu. Yazlığı da Göztepe’deydi. Güllerin içinde tek katlı bir yazlıkları vardı. Yazları dersler için annem oraya götürürdü. Kışın Çemberlitaş’a konservatuara giderdim. Sabahtan öğlene kadar da ilkokula. Koşuşturmacalı bir müzik yaşantısına o yaşlarda başladım. Aynen devam ediyor o koşuşturmaca. Çünkü bana göre durmak, ölmek demek.

İlk caz deneyimi ve ilk görüşte aşk
Ağabeyimin arkadaşları çok entelektüel çocuklardı. Onların içinden özellikle bir tanesi beni cazla tanıştırdı. Ali Arif Ersen. Ressam ve fotoğrafçıdır kendisi. Biz Esentepe’de oturuyorduk, onlar Gayrettepe’de. Onların evine gidip gelirdim. Bana kasetler, plaklar verirdi. Kaliteli ve entelektüel bir müzik olan cazı onun sayesinde dinledim. İlk görüşte aşk diye bir şey vardır. Onun yüzünü görürsünüz, kalbiniz atar, heyecanlanırsınız. Terlersiniz, yutkunursunuz, yaklaşmak istersiniz. Böyle duygular kaplar sizi karşı cinse karşı. Caz da bende bu duyguları uyandırdı. Ben bu müzikle uğraşmak istiyordum. Bu müzik bana hayal kurduran bir müzik, beni mutlu eden bir müzik, tebessüm ettiren bir müzikti. Bir anda iyi bir caz dinleyicisi olmaya başladım. Hala çok iyi bir caz dinleyicisiyim. Çok güzel bir caz arşiv, koleksiyonum var. Sürekli konserlere gidiyorum.

80’lerin sonu, Türkiye’de Amerikan cazı esintisi Neşet Ruacan, kızkardeşi Nükhet Ruacan, Nilüfer Verdi, Ateş Tezer, Aydın Esen, Mahmut Yalay, Can Kozlu, Murat Verdi, Selim Selçuk, bu kişilerin hepsi 80’lerin başında Amerika’daki Berklee Müzik Okulu’na gittiler. Bitirip dönenler, bitiremeyip dönenler, orada kalanlar oldu. Bazıları 80’lerin sonlarına doğru, bazıları da 90’larda geri geldi. Böylece 80’li yılların sonlarına doğru disiplinli caz, Amerikan standartları Türkiye’ye gelmeye başladı. O zamanlar İstanbul’da çok iyi caz klüpleri vardı. Ama özellikle Korukent Caz Bar ve Çırağan Q Bar, Amerika’daki iyi müzisyenleri buraya getiriyordu. Onlarla çaldım. Jam session’lar yaptık. Oralarda ben Amerikan müziğinin geleneğini Amerika’ya gitmeden öğrenmeye başladım. Her 15 günde bir, başka bir müzisyen geliyordu. Onlarla çalıyordum. Repertuar öğreniyordum. Kariyerimi yükseltecek pek çok müzisyenle çalıştım. Özellikle Çırağan Q Bar benim hayatımdaki önemli bir yol ayrımıdır. Orada tanıştığım müzisyenlerle hala arkadaşlıklarım devam ediyor ve hala Amerika’ya gittiğimde beraber çalışıyoruz. Müzikal yaşantımı soluk almadan, stratejik hatalar yapmadan devam ettirmeye çalışıyorum. Kendimi geliştirmeye çalışıyorum ama hatalar oluyor tabii. İnsanlar hata yapa yapa daha az hata yapmayı, kendisine ve çevresine daha az zarar verecek hatalar yapmayı öğreniyor. Hatasız bir yaşantı yok.

Türkiye’de caz iyiye gidiyor
Gidin görün işte konserleri. Yerlerde oturuyor insanlar. Harbiye Açıkhava’daki Caz Festivali konserlerinde insanlar merdivenlerde oturuyorlar. İstanbul Jazz Center’da iki senedir büyük dünya starları gelerek konserler veriyorlar. Dünyanın hayal edemediği insanları Jazz Center’a getirerek dinleyiciyle buluşturduk. Bu demek ki ne ekerseniz onu biçiyorsunuz. Caz müziği size böyle kovalarla para kazandıran bir şey değil ama çok onurlu ve şahsiyetli bir şekilde hizmet edebileceğiniz, size birtakım nimetler sunan bir müzik tarzı. Caz müziğinin destekçilerine çok ihtiyacı var. Sponsorluk olduğu zaman iyi bir beraberlik oluyor.  Dünya starlarını getirerek toplumla iyi bir sinerji paylaşıyorsunuz. Türkiye’de cazın gidişatı çok iyi.

Ne varsa gençlikte var
Anadolu’da üniversitelere, liselere gidiyorum. Arada ilkokullarda da çalıyorum. Ne varsa gençlikte var. Gençliği bu güzel kaliteli müzikle etki altına alıp onlara bu müziği dinletebilirsek, onların ileri jenerasyon çocukları da Türkiye’nin belki kilit yerlerinde yer alacaklardır. Çünkü caz ve klasik müzik dinleyen insanların ruh yapısı başka oluyor. Yaratıcı, dingin, uzlaşmacı, matematik ve fizik zekası yüksek, toplumda kendini hemen davranışlarıyla ön plana çıkartan şahsiyetler gelişiyor. Bu Türkiye için de önemli. Her zaman Türkiye’yi yurt dışında temsil edebilecek entelektüel, dik duruşlu, ne dediğini bilen, kararlı, eğitim almış, kişisel özgüveni gelişmiş insan tipine ihtiyaç var. Benim kızımın olmasını istediğim insan tipi de bu. İyi eğitimli, birkaç lisan bilen, spor ve sanatla iç içe, mesleğinde başarılı, entelektüel, yurt dışına gittiğinde Türkiye’yi en iyi şekilde temsil edebilecek görünüm ve kültüre sahip Türk gençliği hedefliyorsak bunun temellerini şimdi atmak lazım.

Türk olduğuna inanmıyorlar
Yurt dışına çıktığımda kendi bestelerimi çalıyorum. Ve konserden sonra insanların etkilendiğini fark ediyorum. Konser başlamadan önce insanlar geliyorlar, “Hımm Türk’müş” filan diyorlar. Konser başladıktan sonra birinci, ikinci parçada görüyorsunuz, tebessüm etmeye, daha bir değişik bakmaya başlıyorlar. Sonra soruyorlar size “Siz Türkiye’de mi doğdunuz yoksa Avrupa’da doğmuş büyümüş bir Türk müsünüz? Nerden bu müzik?”.  Türkiye’de daha hala deveyle falan yolculuk edildiğini zanneden insanlar var. Ben onlara CD’lerimi verdiğim zaman bir sene sonra aynı şehirde başka yerlere çalmaya çağırıyorlar.

Besteleri, yaşananlardan çıkıyor
Beste neden çıkar? Uzun yaşanmışlıklardan. Bir olayı yaşamazsanız, o olay sizi kalbinizden beyninizden, hücrelerinizden, damarlarınızdan etkilemezse o müzik olarak ortaya çıkmaz. Ben hep yaşadığım olayları müziğe çevirmeye çalışıyorum. Besteyi de yazıyorsunuz, kontrol ediyorsunuz çaldıktan sonra hamile gibi hissediyorsunuz kendinizi. Belgeleyip kayıt yaptıktan sonra da doğum yapmış gibi hissediyorsunuz. Beste önemli bir şey. Çok dikkatli stratejiler yapmanız lazım besteyle ilgili. Çünkü bunlar kalıcı şeyler olacak ve uzun süreçte geriye dönüp yargılayacaksınız.

En önemlisi geride bırakılan eserler
Hepimiz günün birinde buradan gidiyoruz. Yapılan eserler adam gibi bir şey olursa sizden sonra onu tekrar basarlar, piyasada olur, toplum paylaşır, dinler. Topluma bir şeyler verebilirsiniz. Amaç bu. Topluma ne bırakacağız? Ben milliyetçi bir insanım. Onun için de bazı şeyler bana çok ters geliyor, çok ağırıma giden olaylar oluyor bu memlekette. Ben de bir Türk vatandaşı olarak elimden gelen tek şeyin bu olduğuna inanıyorum ve bunu da en iyi şekilde yapıp bu ülkenin kalkınması ve tanıtılması için elimden geleni yapıyorum.

Bill Evans, Ella Fitzgerald…
Sevdiğim caz artistlerinden onlarca isim verebilirim. Ama bir tane gurum vardır, idolüm dediğim. Bill Evans. Bende 85 tane albümü var. Türkiye’deki her röportajımda herkesin bir iki tane Bill Evans albümünün olması gerektiğini söylerim. Kadın sanatçılardan sesini dinlemekten en çok zevk aldığım ise Ella Fitzgerald.

Boşa hayal kurmamak
Zaten arzu ettiğim, hayal ettiğim şeylerin ben adım adım hepsini yapıyorum. Zamanı gelince yapmak istediğim şeyleri de yapacağıma inanıyorum. Çünkü ben boşa hayal kurmuyorum hiçbir zaman. Yapılabilecek şeylerin hayalleriyle uğraşmak güzel bir şey. Hayal ettiğim çok büyük bir albüm projem var. Amerika’da dünyanın birkaç tane efsanevi aranjöründen biri var. Kerem Görsev Song Book bitince ona yollayacağım ve istediğim parçaların büyük orkestrasyonlarını yazmasını isteyeceğim. “Bunu yapmak zorundasınız, yazmak zorundasınız” diyeceğim. Ondan sonra o projemi dünyanın en büyük efsanevi orkestrasından birine götüreceğim. İsim vermiyorum. Bu bütçesi çok büyük bir şey ama yapmak zorundayım bunu.

Piyanist olmasaydı ya tüccar ya balıkçı olurdu
Bu mesleği yapmasaydım ben iyi tüccar olurdum. Hayatımda hiç kimseye kazık atmadım, hiç kimseye yalan konuşmadım. İyi ticaret yapardım. Dürüst, namuslu karakterli bir tüccar olurdum. Yahut da balıkçı olabilirdim. Denizi çok seviyorum çünkü.

Son albümü Back Again’
Back Again’le, 40, 50, 60’ların dünyada unutulmayacak caz parçalarını Allan Harris’le bir araya getirdik. Bu birlikte yaptığımız ikinci albüm. 50-60 yaşındaki insanların gençliğindeki parçaları hatırlamaları ve genç jenerasyonun bu parçaları bilmesi çok önemli. Bu parçaların içerisinde felsefe var, güzel müzik var, dünyanın ekolojik dengesinin bozulmadığı zamanlarda yaşayan çok güzel kadın erkek ilişkilerinin hikayeleri var. Parçaların sözlerinde çok güzel şeyler var. Onun için gençlerin de bu parçaları bilmeleri lazım. Vokal caz, caza başlamak için çok iyi bir basamaktır. Kolay dinlenebilir, her yerde dinlenebilir. O nedenle biraz da toplumu düşünerek, insanlar bol bol müzikten yararlansın diye, bu albümü yapmaya karar verdik.