Sualtına ilgisi çocukken başladı, ardından fotoğraf tutkusu geldi. Bir yandan eğitimine de devam eden Ali Ethem Keskin, hem bilişim sektöründe hem de sualtı fotoğrafçılığı alanındaki kariyerinde başarıyla ilerliyor. 3000’den fazla dalış yapan başarılı dalgıç ve fotoğrafçı, uluslararası yarışmalarda aldığı ödüllerle hedeflerini gerçekleştirmeye devam ediyor. İki farklı alanda başarılı bir kariyere sahip olmasını titiz ve profesyonel çalışmasına bağlayan Keskin, “İş dışında bu tür faaliyetlerle ilgilenmek insanın vizyonunu, çevresini, bakış açısını genişletiyor, yaşamına renk katıyor. Yaptığı işten daha fazla zevk almasını sağlıyor” diyor.

Sualtı fotoğrafçılığına ilginiz nasıl başladı?

7 yaşındayken Kaptan Cousteau’nun Sessiz Dünya filmini seyretmiştim. Ondan çok etkilendim, annem babam da bana şnorkel, gözlük ve palet aldı. 7-8 yaşındayken serbest dalış yapmaya başladım. Üniversiteyi bitirdikten sonra bunun kursunu alıp ciddi anlamda tüplü dalışa başladım.

Aynı zamanda bilişim sektöründe çalışıyorsunuz…

Evet, şu anda benim iki tane mesleğim var. Kare Bilişim’de Pazarlama Müdürü olarak çalışıyorum. Ayrıca Atlas dergisinin fotoğrafçısıyım. 20 yılı aşkındır da dalıyorum. Dalışa başladığım sıralarda fotoğrafa da merak saldım, İFSAK’a üye oldum. Orada baktım ki her fotoğrafçının bir stili var. Bir İzzet Keribar’ın bir Nusret Nurdan Eren’in, Ali İhsan Gökşen’in kendilerine ait bir imzası var. Ben anladım ki bir stil sahibi olmak zorlamayla olmuyor, 10 fırın ekmek yemem lazım. Benim böyle bir tarz yakalayabilmem için bir ilham gelmesi lazım, ben de fotoğraftan bir süre soğudum. Yıllar sonra bir arkadaşımın teşviğiyle 1992 yılında amatör bir fotoğraf makinesi aldım. 1993 yılında ODTÜ’nün düzenlediği Sualtı Görüntü Avcılığı Yarışması’na katıldım. O yarışmada aldığım mansiyon ödülü beni cesaretlendirdi. Ondan sonra sualtı konusunda ihtisas yapmaya karar verdim.

İlk fotoğraflarınız yine sualtıyla mı ilgiliydi?

İlk çektiğim fotoğraflarda hep yangınlar, trafik kazaları çekmişim. Ama fotoğrafçılık sadece bir anı yakalamak değil, ona bir de anlam yüklemek lazım. Burçak Evren bana başından geçen bir hikayeyi anlatmıştı. Soğuk Savaş zamanlarında Burçak Evren gazeteciliğe yeni başlamış, Rus donanması Boğazlar’dan geçecek. Bütün gazeteciler Çamlıca tepesine çıkmışlar, Boğaz ve filoyu çekecekler. Ama Fransız bir fotoğrafçı Salacak’a gitmiş. Önde Kız Kulesi, arkada donanma ve onun da arkasında Aya Sofya Camii’sini çekmeyi planlıyor yani tam bir İstanbul silüeti. Dolayısıyla donanmanın İstanbul’dan geçtiğini özetleyen en iyi fotoğraf o olmuş. Doğru zamanlama, doğru yer ve doğru bakış açısının fotoğrafta çok önemli olduğuna dair bu dersi bana Burçak Evren verdi.

Sualtı fotoğrafçılığının zorlukları neler?

Fotoğrafçılık çok keyifli bir şey ama onun da zorlukları var. Örneğin bir görüntüyü yakalayabilmek için sabah 5’te kalkıp, dalış kıyafetlerinizi giyip soğuk suya girmeniz lazım. O ışığı ancak o saatte yakalayabiliyorsunuz çünkü. Göründüğü kadar eğlenceli değil ama kopmak da mümkün değil.

Katıldığınız yarışmalardan bahseder misiniz?

Yıllar önce ODTÜ’nün Görüntü Avcılığı Yarışması adı altında düzenlediği yarışmalara katılıyordum. Yarışmalar aslında insanı geliştiriyor. Çünkü rakipleriniz var, orada güzel bir şeyler çıkartmak için plan yapıyorsunuz, kendinizi geliştiriyorsunuz, ekipmanlarınızı ona göre ayarlıyorsunuz. Bu benim gelişimime çok büyük katkıda bulundu. Caddebostan’da Balıkadam Klubü’nün yarışmaları oluyor. Sualtı Sporları Federasyonu var onların yarışmalarına katılıyordum. Şu anda uluslararası yarışmalara katılıyorum. Onlar da iki türlü oluyor. Ya bir yıl içinde çektiğiniz fotoğraflarla katılıyorsunuz, geniş açı ve makro kategorilerinde yarışıyorsunuz. Ya da shoot-out dediğimiz şekilde olabiliyor. Size film veriyorlar, dalıp o filmi çekip, çıkıp banyo ediyorsunuz ve o filmlerle katılıyorsunuz. Dünyanın en iyi fotoğrafçılarıyla yarışıyorsunuz. Ama şöyle bir dezavantajınız var: onlar dünyanın en güzel, canlı çeşidinin en çok olduğu tropik denizlerinde bir yıl boyunca olağanüstü görüntüler yakalıyorlar. Sizse kısıtlı zamanda iyi bir şeyler çıkarmaya çalışıyorsunuz. Bunu şöyle dengeliyorum. Tatlı su kategorileri var. Türkiye’de göller ve tatlı sular çok elverişli ve güzel. Gidip özellikle inceleyip bulmaya çalışıyorum. Örneğin bu yaz Kaçkarlar’da Büyük Deniz Gölü’de çekimler yapacağım. Orada buzlar yavaş yavaş çatlayıp erimeye başladığı anda, onların altında bu ışığın kırılmasının fotoğrafını çekeceğim. Ortaya çıkan görüntülerle de uluslararası yarışmalarda yarışacağım.

Mağara dalışlarına katılıyor musunuz?

Mağara dalışı konusunda eğitim aldım. Sualtı Araştırmaları Derneği Mağara Dalış Araştırma Grubu (MADAG) üyesiyim. Onlarla beraber ekip halinde çeşitli projeler yapıyoruz. Bunlardan bir tanesi Türkiye’de denizlerdeki tatlı su deşarjları. Onlar da mutlaka bir mağaradan kaynaklanıyor. NASA’dan alınan termal uydu fotoğrafları oluyor. Tatlı su deşarjı olan yerlerde soğuk su olan yerler koyu gözüküyor. O noktaları GPS’le saptayıp o suların nereden çıktığını araştırıyoruz, büyük ihtimalle mağaralardan çıkıyorlar. Gidip o mağaraları inceliyoruz. Orada örnekler topluyoruz, kimyasal özelliklerini araştırıyoruz, nasıl bir mağara, nasıl oluşmuş gibi sorulara yanıtlar buluyoruz. Deniz Mağaraları Araştırma Projesi diye adlandırdığımız bu projeye şimdi TÜBİTAK da sponsor oldu.

İyi bir dalgıç olmak bazı kişisel ya da fiziksel özellikler gerektiriyor mu?

En azından üç yıldız dalgıç olmak, iyi bir dalış eğitimi almak ve en az 100 dalış yapmak gerekiyor. Çünkü kontrol çok önemli. Sualtına fotoğraf çekerken konsantrasyon çok önemli, onun için ortama yabancı olmamanız lazım. Fiziksel olarak bir gereklilik yok. Ancak nereden baksanız 3-5 bin dolarlık bir fotoğraf ve dalış malzemesi almanız gerekiyor. Dalış malzemesini bir kere alıp yıllarca kullanıyorsunuz ama fotoğraf dipsiz kuyu. Devamlı yeni bir teknoloji çıkıyor. Hepsini almak istiyorsunuz, dediğim gibi fotoğraf yatırımı dipsiz bir kuyu. Ama bu işe gönül verdiyseniz onu yapıyorsunuz.

Amatörler için şunu tavsiye edebilirim. Çok profesyonel bir makine almaları gerekmiyor. Eskiden amfibik makineler ve Nikonos V gibi makineler vardı, sırf sualtında çekim yapmak için. Bir de normal makinelerin aliminyum kapları var, dışarıdan idare ediyorsunuz makineyi. Mesela fazla film çekecekseniz sık sık film değiştirmemek için birden fazla makineyle inmeniz gerekiyor. Bir de flaşlar var tabii. Suyun altında her metrede sarı ve kırmızı renkler kayboluyor, bir tek mavi ve yeşile çalıyor renkler. Dolayısıyla flaşla o renkleri tekrar ortaya çıkarıyoruz.

Dalıştan önce ne tür hazırlıklar yapıyorsunuz?

Mağara dalışı olsun, irtifa dalışı olsun, çok antremanlı olmak lazım. Örneğin Kaçkarlar’da 3500 metre yükseklikten bahsediyoruz. Bundan iki hafta önce Uludağ zirvesinde kamp kuracağız ki o yüksekliğe alışalım. Ama dalışlar fiziksel bir efor gerektirmiyor, tam tersi orası rahat bir ortam.

Sualtında ne tür tehlikelerle karşılaşıyorsunuz?

Her türlü dalışta derinlik limiti 30 metredir ancak 42 metreye kadar dalınabilir. Dalışları 30 metreye kadar planlamanız ve 30 metreye indikten sonra yavaş yavaş su yüzüne çıkmanız gerekir. Bu limitlere uyarsanız hiçbir tehlike ile karşılaşmazsınız. Profesyonel dalışta da havayla en fazla 60 metreye inebilirsiniz ama amatör dalgıçların bu kadar derine inmemesi gerekir. Benim başıma çok az tehlikeli olay geldi, onların hepsi de insandan kaynaklı kazalardı. Mesela Marmara Adaları’nın arkasında dalarken, “burada dalış yapılıyor” diye şamandıra koyuyoruz. Bu demektir ki “buraya 50 metre yaklaşma”. Onu gördüğü halde adam teknesiyle üstümüze geliyor, yani bu tür tehlikelerle karşılaşıyoruz.

Türkiye’de hangi sahiller dalış için uygun?

Kaş, Kemer, Çeşme ve Saros bölgesi çok güzel yerler. Saros İstanbul’a yakın olduğu için batıklarla karşılaşmak mümkün. Ayvalık’ta çok güzel mercanlar var. Kuşadası, Marmaris, Bodrum ve Datça da çok elverişli ve güzel.

Hangi derneklerle çalışmalar yürütüyorsunuz?

Türkiye Sualtı Federasyonu Görüntüleme Kurulu üyesiyim. Bir de Sualtı Araştırma Derneği’nin Sualtı Fotoğraf ve Video Birimi’nin başkanlığını yürütüyorum.

İş yaşamında bu tür faaliyetlere katılanların daha başarılı olduğuna inanıyor musunuz?

Kesinlikle. Bir defa tekdüzelikten kurtarıyor insanı. Bu herhangi bir şey olabilir, dans, spor… Zaman zaman vakit bulamayabilirsiniz ama kesinlikle bırakmamanız lazım. İnsanın vizyonunu, çevresini, bakış açısını genişletiyor, yaşamına renk katıyor. Yaptığı işten daha fazla zevk almasını sağlıyor.