Yaklaşık 50 yıldır okuyucu kitlesinin desteğiyle sadece yazı yazarak yaşamını sürdürdüğünü dile getiren Selim İleri, bu durumdan ötürü okurlarına büyük bir şükran duyduğunu vurguluyor. Olumlu eleştirilerden daima mutlu olduğunu belirten ileri, yazı dünyasının içinde kalıcılığın zamanla anlaşıldığını söylüyor.

selimileriÇok uzun zaman olmuştu biriyle karşılıklı Zeynep Kerman’dan, İnci Enginün’den, Mehmet Kaplan’dan bahsetmeyeli… Hele ki, iki sene sonra yazarlığının 50. yılını dolduracak, Türk edebiyatının önemli isimlerinden Selim İleri’yle olunca, karşısında heyecanlanmadığımı söylemem doğru olmaz. Tüm nezaketiyle beni ağırlayan İleri’yle geçmişten günümüze edebiyatı pek çok boyutuyla değerlendirme fırsatı bulduk. Özellikle eski Türk edebiyatının, kendi kimliği üzerinden derin etkileri olduğunu belirten İleri, yazarlık hayatı boyunca yaşadığı pişmanlıkları, içinde kalanları ve gelecek dönem planlarını açık bir şekilde bizimle paylaştı.

Son kitabınız “Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu” sizin gözünüzden Türk roman tarihinin kısa bir özeti diyebilir miyiz?
Demesek daha doğru olur, o kadar iddialı olsun istemem. Hem ben edebiyat tarihçisi değilim ama iyi bir roman okuruyum. Yarım yüzyıla yakın okumanın sonucu bu kitap. Bunları paylaşmak istedim çünkü bizim geçmişteki romanlarımıza ait çok az bir bilgi birikimi var. Oysa sevdiğim bu romanlar bana bir ömür boyu yoldaşlık etti, ben de onlara borcumu ödemeye çalıştım.

Bu fikir aklınıza nereden geldi?
Vaktiyle daha dar kapsamlı bir roman antolojisi yapmıştım. Birincisi, bu şekilde romanlara daha geniş bir perspektiften yaklaşma imkanı olacaktı. İkincisi de, belleğim yerli yerindeyken bunların hepsi kağıda geçsin diye düşündüm. Geçmişteki unutulmuş birçok eseri hatırlatmak imkanı olur umuduyla yola çıktım.

Farklı dönemlerden romanlar değil mi?
Farklı dönemlerden tabii…

Peki, romanları nasıl seçtiniz? Duygusal bir bağdan bahsedebilir miyiz?
Tamamen duygusal bir bağ. Ben sevdiğim kitaplarla yetinip, sevmediğim kitaplardan söz açmamayı tercih ediyorum. Sevmediğim kitapların aleyhine yazmak bana yanlış geliyor çünkü onlara da emek veriliyor. Ben sevmeyebilirim ama siz sevebilirsiniz. O emek birikimini kırmak da bana insancıl gelmiyor. Kırıcılıktan hep uzak kalmaya çalışan birisi oldum. Burada sadece benim yaşamımda, anılarımda iz bırakmış olan eserler olsun istedim. Ölçütüm buydu.

Çok genç yaşta ilk hikayenizi yazdınız. Neydi sizi yazmaya sürükleyen şey?
Çocukken Reşat Nuri Güntekin’in Kirazlar adlı hikayesi beni çok etkilemişti. Sanıyorum edebiyatla ilk haşır neşirliğim o hikaye aracılığıyla oldu. Bir de, o zamanlar Perşembe akşamları İstanbul radyosunda bir tiyatro programı olurdu. Tennessee Williams’ın Sırça Kümes adlı oyunu radyofonize edilmiş ve Yıldız Kenter, rahmetli Müşfik Kenter, Genco Erkal ve Çiğdem Selışık seslendirmişti. Hem eser hem de onların seslendirmesi beni çok etkilemişti, hâlâ kulağımda yankıları var. O akşam, ben de bir şeyler yazacağım, insan acılarını kaleme getireceğim şeklinde bir isteğim olmuştu. Ayrıca, ilkokul son sınıftayken ilk kez pekiyiyi bir kompozisyon ödevinden almıştım. Onun da özgüven açısından bir etkisi oldu.

Farklı türlerde yazıyorsunuz, kendinize en yakın hissettiğiniz tür hangisi?
Her zaman romanı daha yakın hissettim kendime. Tuhaf bir şekilde hikayeyle başladım ama ağır basan roman oldu.

Şimdiye kadar size gelen tepkiler ne yönde oldu?
Her şey söylendi. Türkiye’nin en büyük romancısı da dendi, en kötü romancısı da dendi. Gençlik yıllarımda siyasi meselelerin daha yaygın olduğu dönemde burjuva romancısı dendi. “Her Gece Bodrum” beni en çok ünlendiren kitap olmuştu. Onun aleyhine o kadar çok yazı çıkmış ki, zaman geçiyor bakıyorsunuz o yargıların hepsi geçip gidiyor.

Etkileniyor musunuz peki bu eleştirilerden?selimileri2
O yıllarda etkilenmiştim. Şuna bir şükran borcum var ki, Türkiye’de yazar olarak, sadece yazı yazarak yaşamını sürdürebilmiş çok sayılı edebiyatçıdan biriyim. Çok varlıklı bir yaşamım olmadı, zaten bir edebiyatçıda olması gerektiğine pek inanmıyorum. 48 yıl boyunca okur beni alıp götürdü, o okur kitlesine daima büyük bir şükran duyuyorum. Kalıcı mısınız, geçici misiniz? Bunun kararını zaman veriyor. Bu arada olumlu eleştirilerden de daima mutluluk duydum.

Kendinizi bu yola adadınız denebilir mi, başka işler yapmayı düşündünüz mü hiç?
Gerçekten yazı yazmaktan, yazının içinde yaşamaktan mutluluk duydum. Bu bir adanmışlık mıdır bilmiyorum. Yol tıkalı olsaydı bu kadar emek verir miydim, verebilir miydim onu da bilmiyorum.

Ya tıkansaydı o yol, ne yapardınız başka?
Hukuk fakültesini ailemden gizleyerek bıraktım, sadece yazı yazacağım diye hareket ettim. Bugün düşündüğümde bir çılgınlık yapmışım diyorum. Türkiye’de yazarlık bunca yıl sonra bile mesleki bir şey olarak gözükmüyor. Hukuku yapabilir miydim bilmiyorum, o gençliğin getirdiği ateşle tercih ettiğim bir şey oldu.

Eski edebiyatla günümüz edebiyatını kıyaslarsanız; sizce insanların duyguları mı, bunu ifade etme şekli mi değişti?
Hem duygu, hem ifade şekli. İkisini de söylemek gerek. Ben edebiyatımızın en güzel aşk romanı hangisi diye sorsanız hâlâ Eylül derim. Bugün o duygular değişti mi, onu çözmek biraz zor fakat ifade etme şeklinde kesin bir farklılık var. Eski roman, öykü üslubuyla bugünkünün arasında uçurumlar var. Genç romancıları da elimden geldiğince okumaya çalışıyorum. Yeni bir jargon gelişiyor anladığım kadarıyla, her şeye biraz eğlence havası verilsin isteniyor ve biraz argo giriyor işin içine. Bunlar edebiyata yakışmıyor gibi bir şey söylemiyorum ama her şey bir örnek olmaya başlıyor, bu tehlikeli. Geçmiş benim için çok daha zengin o anlamda.

Teknoloji edebiyatı öldürür mü sizce?
Hayır, zaten Türkiye’de edebiyat küçük bir alanda kendi kendine nefes alıp vermeye çalışıyor. Ben öldüreceğini düşünmüyorum. Kitap okuru her zaman kitap okumaya devam edecek.

Türkiye’de edebiyatın verimlilik ve ilgi açısından Avrupa’nın gerisinde olduğunu düşünüyor musunuz?
Verimlilik olarak da gösterilen ilgi olarak da Batı yayıncılığı bizden çok daha üstün. Hem bilgi birikimi hem de planlama açısından bizden çok farklı bir yerdeler. Türkiye’de kendimizi küçümseme hastalığı var. Batıda kitapların tanıtımı çok daha ustaca yapılıyor, bizde birçok kitap arada kaynıyor. İyi bir yayıneviyle çalışmayan birçok kişi eriyip gidiyor. Bunun haksızlık olduğuna inanıyorum.

Belki de çok yetenekli insanları kazanacağımıza onları kırıyoruz bu şekilde…
Kesinlikle. Dediğiniz gibi kırılıyorlar. Özellikle hikaye alanında yazan, emek veren genç arkadaşlar…

Siz kimleri takip ediyorsunuz?
Şimdi Eylül’ü oku deseniz koşarak okurum ya da Halid Ziya’nın tesadüfen bugüne kadar basılmamış bir şeyi bulunsa, onu okumaktan büyük bir mutluluk duyarım. Behçet Necatigil, Oktay Rifat, Attilâ İlhan da sık sık dönüp okuduğum kişiler.

Yaptığınız işler arasında keşke yapmasaydım dediğiniz bir şey oldu mu?
Gençlik yıllarım her yıl yeni bir kitap yeni bir romanla geçti. Onların bazılarını keşke yazmasaydım, keşke yayımlamasaydım diyebilirim. Bir dönem, bir gazetede bana ait sütunum vardı, şimdi moda haline gelen yarı magazin tarzı yazıları ilk ben yazdım. Hayatımın en büyük pişmanlığı odur; fakat mecburdum, ekonomik şartlar oraya yönlendiriyordu.

Peki, tam tersi içinizde kalan keşke bunu da yapsaydım dediğiniz…
Tiyatroyu çok seviyordum, üç tane oyun yazdım. Bunlardan sadece ikisi sahne yüzü görebildi. Cahide Sonku’ya ait Ölüm ve Elmas oyunu sahne yüzü göremedi. Hâlâ kafamda oyunlar var, bunlardan iki tanesi ukdedir içimde ama artık yazacağımı sanmıyorum.

Neden?
Hem vakit açısından, hem de Türkiye’de bir oyunun peşinden koşmak, onu sahneye koymak çok zor artık, o heves kaçtı. 20 yıla yakındır senaryo yazmıyorum. Şimdi bir iki tane yazdım ama onları da kime vereceğim bilmiyorum. Yazı alanında tiyatro ve senaryo istediğim kadar verimli olamadı.

Bundan sonra neler yapacaksınız?
Son bir roman yazmayı düşünüyorum. Herkes son olmayacağını, devamının geleceğini söylüyor ama sanmıyorum. Biraz otobiyografik bir şey olsun istiyorum. Henüz başlamadım, sonbaharda başlayabilirim. Onun dışında bir iki tane öykü var kafamda yazabilirsem onları yazacağım. Bir de oynansın ya da oynanmasın iki piyesten bir tanesini yazmayı çok istiyorum. Siyasi görüşler üzerine kurulu bir oyun. Nihal Atsız ve Suat Derviş aynı evde oturuyorlar. Bir mayıs gecesi Deniz Gezmiş geliyor. Üçünün arasındaki büyük ödeşme… Ülkemizdeki siyasi fırtınaların bedelinin yeterince ödendiği halde bir çözüme, birleşime varamadığını düşünüyorum.

Umutlu musunuz peki?
Hayır, değilim. Maalesef, daha uzun yıllar çok büyük acılar yaşanacak gibi geliyor.