Bir kahve fincanının sapındaki küçücük bir çiçek deseni neler anlatabilir? Rengiyle kullanılan malzemeyi, formuyla yapıldığı dönemi, hatta belki onu yapan zanaatkarı… Antikacılar işte bu ipuçlarından yola çıkarak ellerine geçen her değerli nesneyle ayrı bir serüvene adım atıyor. Eski bir eşyanın izini sürerken eski sahiplerinin hayatları, o dönemde ülkede geçen önemli olaylar, trajediler, kutlamalar, hüzün ve mutluluklar gelip o küçücük çiçek deseninde toplanabiliyor. Geçmişin romantik tadına müzayedelerin heyecanı da eklenince antikacılık heyecan dolu bir serüvene dönüşüyor. Antikacı Bingül Tezer de bu heyecandan vazgeçemeyenlerden. Mesleğine sevgisini sözcüklere sığdıramayan, özellikle eski Osmanlı sanatına çok düşkün olan Tezer, belki de bu yüzden Osmanlı’nın tüm asaletini bakışında, duruşunda taşıyor. Tezer’e antika sevgisinin nasıl doğduğunu sorduk ve başladı anlatmaya…
Antikalara duyduğunuz bu sevgi nasıl doğdu?
Ben kendimi bildim bileli hep çok sevdim antikaları. Cağaloğlu’nda okurken Kapalıçarşı’daki müzayedeleri izlemeye giderdim büyük bir hevesle. Derken kendimi müzayede yaparken buldum. Ayrıca benim annem hattattı. Üstelik icazetli hattattı, yani ustalık belgesine sahipti. O zamanda bir kadın için bu çok büyük bir şey. Çok da güzel resim yapardı. Sanıyorum böyle bir ortamın içinde büyüyünce de insan biraz sanata yatkın oluyor. Resim sanatından, aslında bütün sanatlardan hep büyük zevk aldım. Tarihten büyük zevk aldım. İstanbul’da yaşıyor olmak da büyük bir şanstı benim için. İstanbul tarihi çok köklü bir şehir, nereye baksanız tarih görüyorsunuz. Etrafımdaki bütün bu zenginlikler beni de etkiledi tabii ki.
 Ne zaman meslek olarak seçtiniz?
Meslek olarak antikacılığa başlamam 30 yaşımdan sonra oldu. Ondan önce müzik öğretmeniydim ve çocuklarımı büyütmekle vakit geçirdim. Bir oğlum, bir de kızım var. Oğlum şu an ünlü bir caz müzisyeni. Dediğim gibi, 30 yaşımdan sonra İstanbul’da müzayedeler düzenlemeye başladım, bir de İzmir’de küçük galerim vardı o zamanlar. Eşimin işi dolayısıyla bir süre İzmir’de yaşadım. Daha sonra bunları İstanbul’a naklettik. Bir süre de sağlığım nedeniyle ara verdim ama şu an Alif Art’la yine devam ediyorum.
İzmir’de İstanbul’u özlemediniz mi?
Evlendikten sonra eşimin mesleği nedeniyle 10 yıl İzmir’de yaşadım. O sırada İstanbul’da olmamanın pek de sıkıntısını çekmedim açıkçası. Ailecek tarihe çok önem verdiğimiz için rehberlik kursları gördük. Kızım eğitiminin yanı sıra lisanlı turist rehberi oldu o dönemde. İzmir’de tarihle iç içe o kadar güzel vakit geçirdim ki anlatamam. Çok önemli hocalarla çalıştık. Bakmayı bilirseniz insan her yerde ayrı bir hazine bulabiliyor. Her şey insanın kafasının içinde. 10 yıl İzmir’e yetmedi.
 
Mesleğinizde nasıl ustalaştınız? Bu alanda uzmanlaşmak isteyenlere ne tavsiye ediyorsunuz?
Bu aslında bir derya, ne kadar öğrenseniz, ne kadar bilseniz hep bir şeyler eksik kalıyor. her şeyi bilmek mümkün değil. Bence tecrübe çok önemli. Ne kadar çok eser görürseniz, ne kadar çok müze gezerseniz, o kadar kıyaslama yapma imkanınız oluyor. Araştırmanın ve teorik bilgilerin yanında bu tecrübenin olması şart. Çünkü ancak o zaman kıyaslamayla sağlıklı bir fiyat belirlemesi yapabiliyorsunuz. Teorik bilgiyi edinmek için de çok okuyacaksınız ve araştıracaksınız. Örneğin ben yurtdışında, yurtiçinde birtakım eğitimlere katıldım ama asıl ustalığımı deneyimle, çok eser görerek kazandım. Günümüzde internet gibi imkanlar sayesinde dünya çok küçük. Fransa’da olmak için Fransa’ya gitmeniz gerekmiyor örneğin. Oradaki bir müzayedeye İstanbul’daki bilgisayarınızın başında katılabiliyorsunuz.
Antikanın maddi değeri nasıl tespit ediliyor?
Birçok faktör var bir antikanın değerini belirleyen. Öncelikle kullanılan malzeme, ait olduğu dönem, benzerlerine göre içinde bulunduğu durum ve tabii ki yıpranmış olup olmadığı… Öncelikle benzerleriyle bir kıyaslama yapılıyor ve buna göre karar veriliyor. Bir de borsa gibidir antikaların fiyatlarının belirlenmesi. Belirli trendler var, bunları yakalayabilirseniz büyük maddi kazançlar elde edebiliyorsunuz. Zaman zaman bazı antikalara talep artıyor, bu yüzden de fiyatları yükseliyor. Sadece yatırım amacıyla belirli bir türde antika toplayıp sonra bunların yükselişe geçmesini bekleyebilirsiniz, örneğin.
Son zamanlarda antikada yükselen trend hangisi?
Birkaç yıl önceye kadar Osmanlı tuğralı gümüşleri çok revaçtaydı. Bir evde bu tuğralı gümüşlerden bulunması büyük prestij getiren bir şeydi. Şu aralar ise tombaklara büyük rağbet olduğunu görüyoruz. Tophane seramikleri de yükselen bir trend diyebilirim. Osmanlı ressamlarının tabloları da hiç olmadıkları kadar gündemde bu aralar. Aslında genele baktığımızda, Osmanlı sanatının yeniden keşfedildiğini,yükselişe geçtiğini görüyoruz. Batı da fark etti Osmanlı sanatının güzelliğini. Eskiden müzayedelere serpiştirilmiş parçalar konurken artık sadece Osmanlı sanatına özel müzayedeler düzenleniyor. Demek ki bütün dünyada güncel.
Antikaların korunması adına şu an sizce neredeyiz?
Bahsettiğim gibi, Cumhuriyet’in kurulmasını takiben Osmanlı sanatı bir süre çok gölgede kaldı. Bu süre zarfında da yabancılar birçok Osmanlı eserini alıp yurtdışına götürdü. Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul işgal edildiği zaman İngiliz ve Fransızlar’ın Kapalıçarşı’dan birçok eser alıp götürdüklerini biliyoruz. Bunları satın alarak Türkiye’ye geri getirmeye uğraşıyoruz şimdi. Fakat dışarıya gidenler korunmuş, biraz isabet olmuş diyebiliriz. Birçok eserin kaybolmasının diğer bir nedeni de İstanbul’daki deprem ve yangınlar. İstanbul defalarca savaşlarla, depremlerle yıkılmış, yangınlarla tahrip olmuş bir kent. Birinci Fatih Yangını, İkinci Fatih yangını adı verilen çok büyük yangınlarda neredeyse bütün şehir kül olmuş. O zamanlarda büyük hattatların eserleri de yok olmuş. Kapalıçarşı’nın tarihine bakarsanız defalarca yanıp yıkılıp yeniden inşa edildiğini görebilirsiniz. Binaların ahşap oluşu da yangınları tetiklemiş. İşte tüm bu nedenlerden dolayı bazı eserlerimizi kaybetmişiz. Ama son zamanlarda özellikle Osmanlı sanatı konusunda büyük bir aydınlanma yaşandığını söyleyebilirim.
Sizce Osmanlı sanatının en güzel yanı ne?
Osmanlı, sanatını başka bir ülkenin kültüründen de alsa daime en yalınını yapmış. Formalr çok güzel, çok yalın. Hat sanatında gerçekten de bizim düzeyimize erişen yok. Bazı pers sanatçılar var ama çok az. Osmanlı sanatı İslam sanatı kapsamında değerlendiriliyor ama bence İslam sanatının en güzel örneklerini de Osmanlılar vermiş. Birçok kültürden gelen formlar Osmanlı’da en saf, en güzel halini bulmuş. Tıpkı camilerin mimarisinin kiliselerden etkilenmesi ama sonuçta baktığınızda camilerin daha güzel olması gibi. Osmanlı’nın büyüklüğü de buradan geliyor bence, bir doruk noktası gibi, zamanın ötesine geçen sade ama gelişmiş formlar yaratmışlar. Mimaride, hat sanatında, dokumacılıkta… Osmanlı’nın çok özel bir kültür olduğunu düşünüyorum. Tüm bu kültürler öyle bir sentez yaratılmış ki, çok başarılı bir sonuç ortaya çıkmış.
Geriye dönüp baktığınızda “keşke” dediğiniz bir şey var mı?
Arkeolog olmak isterdim. En çok olmak istediğim şey bu. Bir de çok iyi bir ses sanatçısı olmak isterdim, çok güzel şarkı söyleyen insanları çok kıskanıyorum. Daha doğrusu gıpta ediyorum. Sonra ressam olmak isterdim… Sanatın her dalına meraklıyım açıkçası. Hepsini birden olmak isterdim.