Her sezon çalışan kadına yönelik, yüz parçadan oluşan bir koleksiyon hazırlıyordum. Ama o yıla gelene kadar da zaten hep annemle çalıştık. Kim ne giyer? Kime ne yakışır? Kombinasyonu nedir? Mal nasıl seçilir? Sezon nasıl yapılır? Ben bu konularda farkında bile olmadan iyi bir tecrübe edinmiştim. Fakat ben daha farklı bir yol tercih ettim bir müddet sonra. Kendi adımla; “Dilek Hanif Line” adıyla böyle bir koleksiyon çıkarmaya başladım. Daha sonra altı senelik bir çalışmam oldu; Türkiye’nin belli yerlerinde; Adana, İzmir, Mersin, İstanbul ve Ankara gibi şehirlerde, belli ‘corner’larda benim Dilek Hanif Line koleksiyonum satıldı. Bunun arkasından abiyeye bir yönelme oldu. Hülya Avşar’la çalışmaya başlamam, onun ardından gelen talepler, taleplere verdiğim cevap ve müşterinin bana müşteriyi geri getirmesi gibi bir döngüden geçtim diyebilirim.

Hülya Avşar’la çalışmaya başlamanız kariyerinizde bir dönüm noktası oldu sanırım…

1997 senesi olması lazım. Ama ben tarihleri aklımda tutamam, işimi yapıyorum hep… Hülya Avşar’la gündeme geldikten sonra, dediğim gibi, bazı müşteriler gelip beni bulmaya başladılar atölyede. Onlara bazı giysiler hazırladım. Onlar da bunları düğünlerde, kalabalık mekanlarda giydiler. Giysiler çok beğenilince bana üç beş kişi daha geldi, o üç beş kişi başkalarını getirdi… Derken iş öyle bir hale geldi ki, günlük koleksiyonlarla bu özel tasarımlar arasında bir seçim yapmak zorunda kaldım. Çünkü ikisi de çok yoğun olmaya başlamıştı. Ama kişiye özel tasarımdan ve abiye çalışmaktan daha çok keyif aldığımı anladım. İlk başlarda yaptığım tabii ki houte couture çalışması değildi, sadece hazır abiyeydi. Hazır abiyeden coutur’e geçişim de bir süreç içinde oldu. En az üç sene boyunca hazır abiye yanında couture çalışan bir iki kişilik bir grubum oldu. Zaman içerisinde hazır abiyeyi, yani makineyle olan dikiş işçiliğini tamamen bırakıp, kadroyu ona göre değiştirip, tamamen couture üzerine daha derinlemesine çalışma yapmaya başladık.

Tasarım üzerine resmi bir eğitim aldınız mı?

Tasarımla ilgili bir eğitimim yok ama sonradan Mimar Sinan Üniversitesi’nden bir hocayla, sadece karakalem çizim üzerine bir özel ders aldım; o da koleksiyonları hazırlarken kendimi daha iyi ifade edebilmek için. Ama hala çizimdense kumaşı elleyerek, elbiseye dokunarak çalışmayı çok daha fazla seviyorum. O kadar sene atölyelerdeki çalışma hayatım bana o kadar çok şey öğretti ki, bu deneyim, hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar değerli. Bir de dünya çapındaki modacılara baktığınızda aslında birçoğunun tasarım üzerine eğitim almadıklarını görürsünüz; Dior, Chanel gibi isimlerin bu konuda resmi bir eğitimi yoktur.

Siz kendi başarınızı neye bağlıyorsunuz?

Bilfiil bu işin içinde 25 yılımı geçirdim ve artık ne olduğum, hangi çizgide olduğum, ne yapmak istediğim belli. Zamanla tasarımcının kendini bulup, kendi tarzını, stilini oturtması gerekiyor ki bugün artık bu benim için böyle. Kadının vücudunu tanımak, proporsiyonları iyi bilmek çok önemli bir şey. Kime ne yakışacağını ben daha çok küçük yaşlarda annemin mağazasında öğrendim. Orada çünkü insanlar geliyor, giyiniyorlar, kendilerine bir şey seçiyorlardı. Daha küçücüktüm ve ben orada gözlüyordum. Kime neyin yakıştığını, neyin yakışmadığını yaşayarak öğrendim ve sonraki yıllarda benim için çok büyük avantaj oldu. Bir de böyle bir yeteneğim varmış. Resmim de çok iyiydi, ortaokulda derecelerim vardı yarışmalardan. Çok iyi karakalem ve yağlıboya tablolar yapardım. Bunun gerçekten bir yetenek, Tanrı’nın bazı insanlara bulunduğu lütuflardan biri olduğunu düşünüyorum. Çünkü bunu zorlamayla yapmaya imkan yok. Bir yerde takılırsın, biter. Ben her gün bir şey yaratabiliyorsam, her gün bir şeyleri birbirine kombin edebiliyorsam bu demek ki tamamen Tanrı’nın bana verdiği ve içten gelen bir şey.

Birine özel bir giysi tasarlarken neler düşünüyorsunuz?

Müşteri de bana geldiği zaman öncelikle oturur, konuşurum. Sosyal yaşantısı nasıldır, ne tarz giyinmeye daha çok alışıktır, nelerin içinde rahat eder, bence bunları bilmek çok önemli çünkü kişileri kendi kişiliklerinden çok koparan kıyafetler yapmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Bir kere, tasarımcıyı seçerken kendilerine yakın buldukları birini seçmeliler. Eğer bir değişim geçirmek istiyorlarsa, o değişimde bile kendilerine yakın olan tasarımcıları seçmeleri gerek… Olabilir, bir kadının daha önce daha farklı bir tarzı vardır ama başka bir tarzda beğendiği bir tasarımcı vardır. Ben onun tarzında bir değişim geçirmek istiyorum derse, o zaman tamam. Onun dışında kendilerinden çok uzak tasarımcılarla çalışmalarının doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü kıyafet bence kadının kendi kişiliğinizi yansıtmalı muhakkak. İçinde rahat edebileceğiniz, kendinizi iyi hissedeceğiniz kıyafetler olmalı. Bunların hepsini göz önünde bulundurup, kişinin vücut ölçülerini, proporsiyonlarını göz önünde bulundurarak, sezonu, giyilecek yeri ve ortamı düşünüp, buna göre gerekli tavsiyelerde bulunuyorum.

Müşterinizin isteğinde yanlışlık olduğunu bildiğiniz zamanlarda ne yapıyorsunuz?

Müdahale ediyorum. Müşterimin çoğu zaten artık beni tanıyor. Bu konuda hiçbir problemimiz olmuyor. Yeni gelen müşterilerde muhakkak mulage’a gireriz. Yani amerikan bezinden müşterinin ölçülerine göre hazırlanmış bir kalıp çalışmamız vardır. O mulage’da kendi üzerinde gösteririm. Yani boynu çok darsa, göğüs ve boyun arasında çok az mesafe varsa ve illa ki de V yakalı, dekolte bir şey giymek istiyorsa kendisi için bunun doğru olmadığını ona göstererek onu ikna ederim. Kendi üzerlerinde gördükleri zaman zaten ikna oluyorlar. Ben de isterim ki, imzamı taşıyan elbise çok iyi bir sonuç alsın. Onların iyi görünmesi için çalışıyorum; onlarla aynı yerdeyim… Tabii ki ikna oluyorlar.

İşinizin işletme kısmıyla nasıl mücadele ediyorsunuz?

Ben o mücadeleyi 10 sene önce imalat döneminde yaşadım, hem de çok sıkı bir şekilde. Zaten bugün hala ayakta kalmamın nedeni o günlere çok iyi dayanmış olmam. Çünkü çok çökme noktasına geldim ama çökmedim. Bu yüzden çok iyi biliyorum o mücadeleyi. O yüzden şimdi her şey daha kolay ve düzenli. Tabii ki kendime göre iş kurallarım vardır. Çok iyi bir iş disiplinim vardır. Bunlar herkesin çok bilmediği ama iş hayatınızda olduğunuz sürece sanatçı-tasarımcının dışında işi çok iyi bilen iyi bir işletmeci olmak gerekiyor. Son söz hep bendedir ama çok iyi bir asistanım var. Bir atölye şefim, muhasebeme ve diğer işlere bakan iki ayrı insan var. Bu tarzda belli noktalarda çok güvendiğim insanlarla bir ekip çalışması yapıyorum. Ama onların bağlı oldukları kararları hep ben veririm, sonra uyarlamayı birlikte yaparız.

İş yaşamıyla sanatı bir arada yürütmeniz gerekiyor, değil mi?

Tabii ki… İkisini yürütemeyen çok insan var ve bu onların başarılı olmasını engelliyor aslında. Çok yetenekli olanlar var ama yaptıkları çalışmalar çok uçuk, çok fazla sanatsal oluyor. Yani tamamen kendileri için üretiyorlar. Halbuki eğer iş hayatını bilirseniz, yaptığınız işin muhakkak doğru yere ulaşması gerektiğini bilirsiniz. Bu tercih meselesi tabii ki ama bana göre yaptığım işin bütçe olarak da beni ayakta tutması gerekiyor. Mesela Tom Ford’un bana göre en önemli özelliklerinden biri, yaptığı kıyafetlerin kadınların satın alabileceği, tamamen giyilebilecek kıyafetler olması. Hem çok iyi tasarımlar yapıyor, hem de modanın iş tarafını düşünüyor.

Fransa’daki houte couture haftasına katılan ilk Türk modacısınız. Bu haftayla ilgili izlenimleriniz neler?

2002’deki Aya Irini’deki defileden sonra hedefim bundan sonra Paris’e gitmek demiştim. Öyle de yaptım. Tamamıyla kendi olanaklarımla gittim. Paris’te hiç kimse beni bilmez. İlk Paris’te couture haftasına bugüne kadar Türkiye’den hiç katılan olmamış çünkü couture haftasına katılmak çok zor bir şey. Futbol federasyonu gibi bir federasyona bağlısınız ve onların sizi onaylamaları gerekiyor. Belli kriterleri var. Buraya para yatırmıyorsunuz ama tüm defilenin organizasyonunu kendiniz yapıyorsunuz. Tabii bu çok ciddi bir bütçeydi. Ama bu benim hedefimdi. Ayrıca bu meslekte nerede olduğumu görmek adına gittim ve gördüm. Kendi adıma çok büyük bir imtihandı. Ülkem adına öyleydi çünkü cauture her zaman kişiye prestij getiren bir şeydir ve bir ülkenin couture haftasında olması o ülkeye prestij getirir. Çünkü moda sektörü tanıtım açısından çok önemli. Ben de Paris’e özellikle Osmanlı’dan, Türk motiflerinden esinlendiğim bir koleksiyonla gittim. Kendimi övmekten hiç hoşlanmıyorum ama çok çok iyi geçti. Ülkem adına sevindim, kendi adıma da mesleğimde bu kadar zamanı boşa geçirmediğim için mutlu oldum. Ama yurtdışında bir kariyer edinebilmem için orada sürekli olmam gerekiyor.

Osmanlı giysilerinde en çok hoşunuza giden şey ne?

Osmanlı kadın giysilerinde beni en çok etkileyen şey, kadınların kat kat giyinip hala çok seksi görünebilmeleri. Kumaşların dokuları, renkler ve elbiselerin kesimleri bu etkiyi yaratıyor. Bir de Osmanlı kıyafetleri aslında birçok kültürün izlerini taşıyor. Örneğin hareme gelen Avrupalı kadınlar kendi giysilerini getirmişler ve saray kıyafetleri tüm bunlardan etkilenmiş. Dediğim gibi, kullanılan kumaşların kendine has dokusu da çok özel. Ben defile için bu kumaşlardan dokutmaya çalıştım ama artık maalesef bunları yapmak mümkün değil.

Gelecekte vaktinizi Paris’le İstanbul arasında bölüştürmek gibi bir planınız var mı?

Orada küçük bir showroom yapmam gerekiyor. Oradan müşteri talepleri oldu, Londra’dan buraya gelenler oldu ama Paris’te böyle bir yerim olursa bana çok daha rahat ulaşacaklar. Şu an çok erken ama önümüzdeki zaman içinde böyle bir şey düşünüyorum.

Özel olarak giysi tasarlamak istediğiniz hayalinizde biri var mı?

Sanırım yok. Zaten öyle ayağı yere basmayan hayaller kuran biri olmadım hiçbir zaman. Benim için hayaller değil, somut şeyler önemli olmuştur. Görebilmeli, dokunabilmeliyim.