devrimerbilSanatın tüm insanlık için ortak bir bağ yarattığına inanan usta ressam Devrim Erbil, Anadolu’nun kültürel bereketinin çok büyük ve değerli olduğunu söylüyor. Erbil’in 60 yıllık sanat hayatı aralıksız ve çok önemli eserlerle dolu olarak sürüyor

Türk çağdaş resim sanatının yaşayan en önemli temsilcilerinden olan Devrim Erbil, 60 yılı aşkındır sürdürdüğü sanat hayatında bugün hala günde 16 saat çalışarak üretmeye devam ediyor.
1954 yılında girdiği Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu başta olmak üzere birçok önemli isimden dersler alan Devrim Erbil, akademik hayatında 50 yıl boyunca profesör kimliğiyle dersler verdi ve genç sanatçılar yetiştirdi. Dünyanın dört bir yanında sergiler açan ve uluslararası sanat çevrelerinde adından büyük bir saygıyla söz edilen Erbil’in sayısız ödülü bulunuyor. Resmin yanı sıra baskı, marküteri, mozaik, seramik, vitray ve halı resim alanında da birçok önemli esere hayat veren Erbil, tüm bunların birleşimini sanatın yaşamla bütünleşmesi olarak nitelendiriyor. Erbil bugün “Yaşarken müzemin tamamlandığını ve eserlerimin gelecek kuşaklara aktarıldığını görmek istiyorum” diyerek büyük bir titizlikle İstanbul Suadiye’de kurulacak Devrim Erbil Müzesi’nin hazırlıklarını yapıyor.

Bizi de Suadiye’deki dairesinde ağırlayan usta sanatçı Erbil, sanat kavramını, bir ömür süren sanat yolculuğunu, çalışmalarını ve gelecek kuşaklara olan inancını paylaştı.

Bugün hem yurt içinde hem de yurt dışında çalışmalarıyla çok önemli çalışmalara imza atmış bir sanatçı olarak sizin sanatla tanışmanız, kendinizi ilk keşfedişiniz nasıl oldu?
Ben ilkokuldayken yeteneğimin farkında değildim doğrusu. Güzel harita çiziyordum ama asıl ilgi alanım şiirdi. Balıkesir’de okuyordum ve oraya kitaplar ulaşabiliyordu. Ben de sanata karşı duyarlılığımın karşılığını edebiyatta gördüm. Şiir okumaya başladım, öykü okudum, şiirler yazdım, roman müsveddeleri çıkardım. Ancak, sanat insanın içine girdiğinde bir alışkanlık, bir tutku bir sevgi gibidir. Benim de ortaokulda sanatçı kimliğine sahip hocalarım ben keşfettiler ve beni yönlendirdiler. Liseye geldiğimde artık bir tutku halinde resim yapıyordum. Lisedeyken sergiler açmaya başladım, Aslına bakarsanız çok parlak bir öğrenciydim, mimar olabilirdim, doktor olabilirdim. Ama kendi niteliklerimi biliyordum ve sıradan bir insan olmayı göze alamayacağımın farkındaydım. Biliyorum ki siyaset okusaydım da başarılı olacaktım. Tereddütsüz bir şekilde akademiye girdim. Bu işi severek yaptığım sürece mutlu ve başarılı olacağımı biliyordum. Çünkü severek yapılan bir işin başarı getirmemesi mümkün değil.

Üniversite hayatınız nasıl geçti? Aileniz sizi destekledi mi?
Annem dikiş nakış öğretmeniydi. İlk başta büyük tepkileri oldu. Çünkü o zaman akademi umut veren bir meslek değildi. En çok bir ortaokulda resim öğretmeni olabilirdiniz. Tabii ben kendim de bilmiyordum akademiye girdiğim zaman orada profesör olacağımı, devlet sanatçısı olacağımı, hem yurt içinde hem yurt dışında ünlü olacağımı, resimlerimin para edeceğini, hayatımın çok daha farklı olacağını… Ben sadece resim sevdiğim için girdim. Ve hâlâ da çok seviyorum resim yapmayı. Üniversite yıllarım çalışmakla geçti. Genellikle hocalarımın yanında, fuarlarda çalıştım. İzmir’deki, Balıkesir’deki fuarlarda dekor işlerine yardım ederdim. Hatta demiryollarında saati 60 kuruşa işçilik yaptım. Yani hem çalıştım hem okudum. Ama bu eğitim dönemi benim hayata karşı özgüvenimi artırdı. Kendi ayaklarımın üzerinde durabileceğimi öğrendim.

Yaratım süreçleriniz nasıl gelişiyor?
Elbette sanat bir yaratıcılıktır. Temelinde özgünlük farklılık vardır. Fakat bu yaratıcılık zekâ ister, birikim ister, dünyayı tanımak ister, kendine özgü bir dünya görüşünün olmasını ister. Daha doğrusu sabır gerektirir, ısrar gerektirir, inat gerektirir. Bu yaratıcılık bütün bunların bir araya gelmesiyle ortaya çıkar. Akademide belki benden daha yetenekli arkadaşlarım da vardı. Ama ısrar edemediler, sabredemediler, mücadele edemediler, göğüs geremediler. O yaratıcılık dediğiniz güç, yani eskilerin ilham perisi dedikleri kavram elbette sizi bir gün gelip yakalayabilir. Ama o geldiği zaman sizin de çalışma halinde olmanız gerekiyor. Hatta artık zamanımın azaldığını düşünüp daha fazla çalışıyorum. 75 yaşındaki bir insan günde 16 saat çalışır mı? Ben çalışıyorum ve çalışmayı hiç bırakmıyorum ki, ben çalışırken esin perisi beni bulabilsin.

Geriye dönüp baktığınızda kendinizi nasıl bir sanatçı olarak tanımlıyorsunuz?
Ben belki Türkiye’de en çok eser vermiş sanatçılardan biriyim, birçok ilkleri yaptım, yüzlerce sergi açtım. Elli yıl üniversitede hocalık yaptım. Şu anda geriye dönüp eleştirel bir gözle baktığımda, belki diyorum hoca olmasaydım bütün zamanımı resme verseydim, belki çok daha farklı şeyler yapabilirdim. Üstelik 4 yıl da 13 tane yer değiştirerek, sıkıntılar içinde yaptım. Öte yanda eğitmenlik sanatın yaygınlaşması adına önemli. Çünkü ben sanat sadece elit bir zümre içinde kalsın istemiyorum, halkın içine de girmeli. Tekniklerle uğraşmam, hocalık yapmam da bu yüzden. Bu çaba sadece benim verdiğim bir çaba değil. Benden önceki kuşak da bu çabayı verdi. Hocam Bedri Rahmi de Cumhuriyet Gazetesi’nde yazıyordu, konferanslar veriyordu. Cemal Tollu, Yeni Sabah’ta yazardı. Nurullah Berk, müze müdürüydü, yazı yazardı. Ben de kendi adıma bir koltukta üç beş karpuzu taşıdım. Müze müdürlüğü, sanat yazarlığı, sanat etkinlikleri içinde bulunma, hocalık, sanatçılık, konferanslar… Bunlardan hangilerini atmalıydım, hiçbirisini atamazdım. Artık resme daha çok zaman ayırmak istiyorum. 50’li yıllardan beri sanatın içindeyim ama doyamadım doğrusu.

Gençlerin sanatla olan bağını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Anadolu Uygarlığını bir bütün olarak ele almalıyız ve bu uygarlığın çok büyük bir kültürel berekete sahip olduğunun bilincinde olmalıyız. Burada yaşayan insanlar ister istemez geçmişten bu yana aktarılan o uygarlığın etkisinde ve o nedenle de özel bir duyarlılığa ve yaratıcılığa sahip bireyler. Akademide yetenek sınavı yaptığımızda 30-40 kişi çıkardı ki başvuranlar içinde ne sanat eğitimi görmüş ne yeteneğini geliştirici bir kursa gitmiş ne de bir müze görmüş. Öyle yetenekliler vardır ki içlerinde bugün tanınmış bir ressamın çizemeyeceği şeyleri yapabilecek yetenektelerdi. Bu yetenek genlerden geçiyor. Anadolu sanatçının yetişmesi için çok büyük bir ortam ama o yetenek tek başına yeterli değil. Bugün Türkiye’de pek çok devletin kurduğu 19 tane güzel sanatlar fakültesi, 55 tane güzel sanatlar lisesi var. Eğitim fakültelerinin resim bölümleri var. Yani sanat Anadolu’ya yayılmaya başladı ama bu çocukları o kurumlarda yetiştirecek eğitmen sıkıntısı var. İnanıyorum ki İstanbul kısa bir süre sonra önemli sanat merkezlerinden biri olacak ve Türkiye de bu sanatın vazgeçilmez beşiği olacak.  Ben de kendi atölyemde yetenekli çocuklardan oluşan 20-25 kişilik bir ekiple çalışıyorum. Şu anda ben sizle konuşurken Türkiye’nin birçok yerinde Uşak’ta, Balıkesir’de, Kütahya’da benim halılarım dokunuyor ya da pleksilerim yapılıyor.

Çok önemli bir halı koleksiyonunuz var. Bu konuda yaptığınız çalışmaları aktarır mısınız?
Aslında halı çalışmalarım sanatın yaşamla bütünleşmesi düşüncemden kaynaklanıyor. Anadolu’da halı kültürü çok yaygın ve her bölgede farklı farklı halılar vardır. Ben Anadolu’nun bu potansiyelini değerlendirmeye çalışıyorum. Sanat eseri halı Türkiye’de şu anda pek kimsenin umursadığı bir şey değildir. Oysa halıdan niçin sanat eseri dokunmasın? Benim elimde hiç sergilemediğim 30-40 parça halı var. Bunları büyük bir sergiyle ortaya koyacağım. Bunları bir proje olarak 2 yıl sonra “Gelenekten çağdaşa” isimli bir halı atölyede sergilemek istiyorum. Türkiye’de bu işin sistemleşmesi gerekiyor. Yaşayıp yaşamama sınırında olan halı sanatı artık canlandırılmalı. Büyük sergiler yapmayı, onu bütün dünyada dolaştırmayı planlıyorum. En az resimlerim kadar onların da ilgi çekici olduklarına inanıyorum.

Son dönemde çok önemli sanatçıların eserleri Türkiye’ye geliyor ve büyük şirketlerin sponsorluklarıyla sergiler açılıyor. Sanatın değerinin daha iyi anlaşılmaya başlandığını düşünüyor musunuz?
Yaşamımıza anlam katan yön veren güdülerdendir sanat. Çağdaş dünyada da sanatın insanların mutluluğu ve estetik ihtiyacı için bir gereksinim olduğu bir gerçek. Bugün pek çok iş adamı koleksiyon yapıyor. Hem Türkiye’den hem dünyadan önemli eserler alıyor. Artan bir değere sahip olmak adına sanat eseri yatırım araçları içerisinde yer alıyor. Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada, iyi seçilmiş bir sanat eseri altın, döviz, gayrimenkul, hisse senedinden daha yüksek gelir getirir. İster bir gelir amacıyla baksın, ister evinde sanat eseri olduğu zaman o kişi sosyal statü bakımından iyi hissetsin, yine de çok önemli. Ayrıca, Türkiye’de bir sergiyi dört-beş gün içinde 60 bin kişinin dolaşması çok kolay bir şey değil. Bütün bunlar sanatın evrensel yapısı içinde oluyor. Eskiden önemli kentler oradaki mimari eserleriyle anılırdı. Köln Katedrali denirdi, Selimiye Camii Edirne’nin simgesiydi. Bugün dikkat edin büyük kentler oradaki önemli çağdaş müzeleriyle anılıyor. Bunun anlamı şu: Sanat insanlar arasında ortak bir bağ. Ben insanlar arasında da sevginin, güzelliğin, iyi niyetin ancak barış yoluyla gelebileceğine ve dirlik düzenliği oluşturacak en önemli kurumlardan birinin sanat olduğuna inanıyorum.