Kadınlar onu yakından tanıyor, ağzından çıkan tavsiyeleri dikkatle dinliyor. Mesleğinin 25. yılında Modacı Cengiz Abazoğlu, sanata ve estetik duygusuna olan bağını sürdürüyor. Abazoğlu, çocukluğundan bu yana işin üretim tarafına daha fazla ilgi duyduğunu söylüyor.

 

Kumaşlar, renkler, kalıplar, ölçüler, tasarımlar yani kısaca moda… Türkiye’nin çok tanınan modacılarından biri olan Cengiz Abazoğlu, bu kavramlarla çocukluğundan bu yana iç içe ve o yaşlardan itibaren de işin içerisinde. Meslek hayatının 25. yılını yaşayan Abazoğlu, artık neredeyse tüm Türkiye tarafından tanınıyor, her gün televizyon ekranlarından evlere konuk oluyor, kadınlar için çok önemli kıyafet tavsiyeleri veriyor. Modaya sanat olarak bakışının dışında iş dünyası ve sektörüyle ilgili de önemli tespitleri bulunan Abazoğlu, modanın bugün geldiği yeri ticari bir olgu olarak tanımlıyor. Dünden bugüne moda sektörünün en önemli kırılma noktasının Halkla İlişkiler’le (PR) tanışmak olduğunu söyleyen Abazoğlu, yıllar içinde modada her şeyin denendiğini ve bugün artık markanın değerinin öne çıktığını söylüyor.

 

Yoğun iş temposunun arasında tüm dinamikliğiyle bize vakit ayıran Abazoğlu kendi moda hikayesinden yola çıkarak hem kendi kariyerini anlattı hem de iş dünyasına bakışını paylaştı.

 

Öncelikle elbette modayla tanışma hikayenizi merak ediyoruz. Nasıl oldu kumaşlarla ve tasarımlarla tanışmanız? 

Moda sektöründe yol almamda ailemin etkisi büyük oldu. Babam 1950 – 60’lı yıllarda Sultanhamam piyasasında bilinen önemli tüccarlardandı. Ayrıca Bursa’da kumaş üzerine üretim yapan fabrikalarımız vardı. Bir yıl önceden planlanan kumaş üretimi için o dönemlerde annem babama Avrupa seyahatlerinde eşlik ederdi. Avrupa’daki desinatörlerle görüşüyorlardı. Bu tabi eve de yansıyordu. Benim de çok ilgimi çekiyordu, okuduğum kitabın, defterlerimin satır başlarında muhakkak ya desenler ya da o dönemin öğretmenlerimin tanımıyla kız resimleri olurdu. Aslında onlar birer eskizdi, tasarımdı.

 

Babanızla birlikte mi çalışmaya başladınız? 

Biz ailecek yaz tatillerinde Heybeliada’ya yazlığa giderdik. Ben daha 13 – 14 yaşlarındayken sabah 07.00 vapuruyla babamdan önce işe inerdim, o kumaşlara kavuşmak isterdim. Malzemelerini bizden alan konfeksiyoncuların neler ürettiğini merak eder, onların atölyelerine giderdim. Üretme tarafı hep daha çok heyecanlandırdı beni. O ürünlerden neler yapıldığını, nelerin ortaya çıktığını görmek isterdim. Ayrıca annem ve babamın geniş bir sosyal hayatları vardı. Annem o dönemin büyük moda evlerinden giysiler yaptırırdı. İleriki yıllarda rakiplerim diyebileceğim ustaların atölyesine çocukluk yaşlarda annemin provaları dolayısıyla hep giderdim. Ailenin tek erkek çocuğu olduğum için şımarabilecek bir çocuktum fakat hep disiplinli, çalışmaya hedefli bir hayatım oldu.

 

Mesleğe profesyonel olarak ilk adımınızı ne zaman attınız? 

İlk paramı babamla çalışarak haftalıklarımla kazandım. Sonrasında babamın arkadaşlarından ihracat yapan bir konfeksiyon firmasında yardımcı tasarımcı olarak işe başladım. Doğrusu hiç kayırma oldu diyemem. Koli de taşıdım, kumaş da aradım. Yaşım 22 civarındaydı. Bir gün patronumun annesi, gerçekten dikişten anlayan bir hanımdı, bana “Orada stilist bir kız var, senin ondan öğreneceğin çok şey var” dedi. Hem motive ediyor, hem etmiyor, hem bir İngiliz edasıyla laf söylüyordu. O bana çok dokundu ve Almanya İgedo Fuarı’na tasarımlar hazırladığımız dönemde ben çift taraflı, iki tarafın rengi farklı sweatshirt’ler tasarladım. Oysa bana sadece 5 – 6 parça hazırlatmışlar, üstelik fuara bile götürmemişlerdi. Fakat tasarladığım o swetshirt’ler çok ilgi gördü, firma 60 bin adet sipariş aldı. Sonra ben de o hanıma dönüp “Dersimi iyi çalışmış mıyım” dedim.

 

Kariyerinizin dönüm noktası bu mu oldu? 

Tekstil sektörü çok büyük gözükse de aslında çok küçük ve herkes birbirini tanır. Sonra yine bu firmada iç pazar için bir koleksiyon hazırladım. 1988 yılında dört modelle bu koleksiyonun tanıtımını yaptık ve o zaman o kadar çok yapılan bir şey değildi. Müşterileri aynı saatte oraya toplayarak, müziklerle, ikramlarla birlikte sergiledik. Bu konuda tamamen içgüdüsel olarak patronlarımı ikna ettim. Sonra da çok büyük bir rakama merkezi Brüksel’de olan bir firmaya transfer oldum. O dönem transfer ücretim çok konuşuldu. İlk aldığım maaşla kendime son model bir araba almıştım. Hatta ücretimin hepsini muhasebeden almazdım, patronum bilinmesini istemezdi. İki üç ayda bir gelir benim maaşımın tamamını öderdi. İşe 12’de gelirdim, 4’te çıkardım, ertesi gün hiç gitmezdim, ama koleksiyon zamanında hazırlanırdı, çok büyük sipariş alırdı. Diğer çalışanlar bunu anlamazlardı. Aslına bakarsanız hep iyi patronlarım oldu ve beni çok özgür bıraktılar.

 

İlk defile heyecanınızı hatırlıyor musunuz? 


1989 yılında Mısırlı ailesiyle ortaklaşa Rumeli Caddesi’nde Hot Couture salonumu açtım. Ortaklığımız sırasında o dönemde Kamil Şükun’ün organize ettiği Vizon Show’a ilk kez katıldım, bütçem 8 tane elbiseye yetti. Benim ismimi orada anons ettiklerinde salondan kopan alkışı da duyunca kız kardeşimle birlikte çok ağladık. O koleksiyon daha ilk basın provasının ertesi günü gazetelerin birinci sayfalarındaydı. Türkiye’de ekonomiye yön veren isimlerin eşleri, kuzenleri, halaları, teyzeleri hep müşterim oldu.

Çok güçlü meslektaşlarınızın arasında kendi tarzınızı nasıl oluşturdunuz?

1990’ların başında, Suat Aysan, Übeyde Bozyiğit, Yıldırım Mayruk, Cemil İpekçi, Sadık Kızılağaç, Vural Gökçaylı, Hakan Elyaban gibi isimler gerçekten çok güçlü atölyelerdi ve çok güçlü müşterileri vardı. Ben o atölyelerin arasında çok modern asimetrik kesimli, hiç alışık olmadıkları bir tarzla kendimi gösterdim. O tarz özellikle genç kızları mıknatıs gibi çekti. Bu tarzı oluştururken birkaç yaptığım seyahat bana ilham verdi. Ben daha o yaşlarda resim koleksiyonu yapan, aldığı maaşın dörtte birini resme veren, seyahatlerinde her boş anında, oradaki müzeleri gezen sanat tutkunu biriydim, hâlâ da öyleyim. Sanata ve estetik duygusuna bir bağım var. 90’ların başında bu formda giysiler yaparak dikkat çektim ve hiçbir zaman klasik bir tasarımcı olmadım.

 

Moda dünyasında o günden bugüne neler değişti? 

Çok şey değişti, ama öncelikle moda dünyası PR ile tanıştı, bunun önemini keşfetti. Fakat kısa vadede PR bir markayı popüler hale getirse de şöyle de bir gerçekle karşılaştırdı ki altı boş olan PR sonuca ulaşmıyor. Öte yandan moda dünyası teknolojinin etkisini gördü. Modayı 1700’lü yıllardan ele alırsak, artık günümüze yapılmamış bir şey kalmadı. U yaka, V Yaka, bebe yaka, belden kesik, basenden kesik, belde kemer, basende kemer, geniş paça dar paça, düşük bel yüksel bel… Şu anda olmayan en önemli şey; markanın o kadına ne hissettirdiği. Doğru malzemeyle doğru buluşmuş kuplar kadının vücudunu bir heykeltıraş gibi sarabiliyorsa o kadın size gönülden bağlanabiliyor.

 

En klasik soruyla devam edecek olursak, moda ve tasarım kavramı sizin için ne ifade ediyor?

Bu soruya bundan 10 yıl önce çok farklı bir cevap verebilirdim. Şimdi ki cevabım moda kesinlikle ticari bir olgudur. Elbette bir sanat dalıdır ve popüler bir sanat dalıdır, 6 ayda bir değişir, yok olur gider. Arkasında binlerce insana istihdam sağlayan çok büyük bir sektördür ve onun için de sık sık değişir. Aslında tuhaf da bir sanat dalıdır. Altı ay önce yapılan sonra beğenilmemeye başlanır. Ben şanslı insanlardanım çünkü defilelerimde gerçekten ticari bir kaygı olmayan giysileri de yapmak gibi bir şansım var. Onlar da zaten kostüm diye tanımlanıyor. Fakat onun dışında katıldığım fuarlarda koleksiyonum beğenilmeli, sipariş almalı, onlar zamanında üretilmeli, ilk ürün numunesi gibi aynı kalitede üretilip zamanında teslim edilmeli gibi çok önemli ayrıntıları var. Aslında büyük bir orkestranın şefidir tasarımcı.

 

Sizin tasarım idolünüz kim?

Ben Christian Lacroix hayranı bir tasarımcıydım, çok kostüm ağırlıklı tasarımlar yapıyordu ve ticarete döndüremedi. 2009 yılında ben Paris’te Couture haftasına ilk katıldığım yıl o da son koleksiyonuyla moda dünyasına veda etti. Tasarımcı iyi bir planlamacı olmalı, yaptığı koleksiyonda onu izleyen moda çevresini bir büyü altına almalı, sizden elbise satın alanlara o elbiseyi gardrobunda hayal ettirmeli, gelen basın da yapılan gösteriyle etkilenmeli.

Son olarak ofis hayatı için birkaç küçük öneri rica etsek…

Özellikle hızlı modaya hizmet eden firmalar var ve bu firmalardan çok mantıklı bütçelerle harika kombinler yapılabilir. Genel bir önerim şu olabilir, alışverişinde zorlanan kadın için en büyük kolaylık mağazadaki kombini yapmaktır. Kendi bir şey katmaya uğraşmasın. Direk kombiniyle beraber ürünü satın alırsa, şık olacaktır. Ve vücudundaki defoları korkusuzca kendine itiraf edebilmeli.

 

En sevdiğiniz renk?

Siyah

Bu yılın rengi nedir?

2013 kışı için şarap yaz için turkuaz

Kıyafette en çok neden hoşlanmazsınız?

Üç rengin üzerindeki tonlarla kombinlenmiş hiçbir şeyi sevmem ve zorlama bulurum. Kadını da zorlar ona bakanı da zorlar.