Pinhani grubunun üyeleri Sinan Kaynakçı ve Selim Aydın, önceliklerinin yolda yürüyemeyecek kadar meşhur olmak değil, müzik yapmak olduğunu söylüyor. Grup Üyeleri ayrıca müzik piyasasının içerisinde özveriyle var olmayı tercih ettiklerini anlatıyor.

pinhani290x150Bir yerlerde kulağınıza çalındığında şarkılarını çok iyi bildiğinizi fark edersiniz, özellikle “Hele Bi Gel” şarkısının melodisi kimin kulağında tanıdık değildir ki? Pinhani çok görünmeden, çok bilinen ender gruplarındandır Türkiye’nin…

Örneğin kişisel Pinhani hikayem çok eskidir, diziden de önce küçük bir İzmit konserine kadar gider. 2007 yılında Bulutsuzluk Özlemi konseri öncesi çıkan bu müzisyenler de kim deyip, ertesi gün uzun bir arama yaptığımızı ve hayranlıkla dinlediğimizi hatırlıyorum…

Sonra Kavak Yelleri dönemi gelir, artık onları neredeyse tüm Türkiye tanıyordur. İşte o günden bugüne geçen yıllarda başarısını sürdüren, sakin ama emin adımlarla ilerleyen bir grup olan Pinhani’nin iki ismiyle; Sinan Kaynakçı ve Selim Aydın’la Kadıköy’de bir araya geldik. Diziyle tamamen tesadüfen buluşmalarını, gerçekten sakin kalmaya verdikleri özeni ve en önemlisi de asıl amaçlarının müzik olduğunu ayrıntılarıyla anlatıyorlar. Sinan Kaynakçı’nın tek başına yürüttüğü bir türkü projesi de var. Kısacası çok çalışıyorlar, Mayıs ayında tüm bölgelerde konser vermeyi planlıyorlar. Pinhani’nin kariyer macerasını onlardan dinledik.

Pinhani nasıl bir araya geldi?               

Sinan Kaynakçı: Biz Selim’le uzun süredir beraberiz aslında. Daha önce Van Basten adında bir grubumuz vardı. Daha doğrusu 2001 yılında ben o gruba katıldım. O grup 2004 yılı başına kadar devam etti. Tam o sırada yeni bir ekip kurma arayışına girmiştik. Zeynep işin içine katıldı ancak o arada Selim mühendislik için gitti. Akın Eldes ekibe eklendi. Biz ondan 2004’te bizim çıkaracağımız albüme destek istedik aslında. Çalarak ya da düzenlemelerde bize destek olmasını bekliyorduk.  Ama o albümü sahiplendi ve bütün parçalara çaldı. Sonra da konserler başladı. Konserlerin yeni başladığı dönemde de davulcumuz Hami tanıştık. İlk albümde Cem Aksel çalıyor, biz onu da grubumuzun üyesi olarak sayıyoruz. Konserler başlamadan hemen önce Selim mühendislikten çıkıp geldi. Böylece grup tamamlanmış oldu.

İlk albümün oluşmasından bahsedelim biraz…Parçaların seçilmesinden kayıtlara kadar süreç nasıl ilerledi?                               

S.K: Van Basten zamanında o şarkılar vardı zaten, evde demolar kaydediyorduk. Aslında şarkılar çok eskiden bu yana elimizde var. Biraz okullardan dolayı, biraz kararsızlık, biraz da daha iyisini yapma isteği… Hep daha güzel parça yakalamak için birtakım şeylerin ertelenmesi, bazı şeylerin belirsizlikler içerisinde olması gibi vakit kayıplarımız oldu. Normal şartlar altında 2003 yılında kayda girebilirdik. Ama ancak 2005’te kayda girdik ve albüm 2006’da çıktı.

Şarkıları beraber mi hazırlıyorsunuz?

S.K: Şu ana kadar yaptığımız şarkıların 4-5 tanesi hariç hepsini ben odada tek başıma yaptım. Kalan 4-5 tane ise Akın Abi’nin müziğinin yazdığım sözler şeklinde ilerledi. Ben kabaca gitarla hazırlıyorum, sonra grupta Selim ritmiyle ilgili bir katkı yapıyor ya da bir başkası basları şu şekilde olsun diyor. Kısacası herkes fikir beyan ediyor. Aramızda kim ne çalıyorsa sadece onunla ilgili fikrini söyler gibi bir durum yok.  Bu şekilde üç stüdyo albümü hazırladık, son olarak bir canlı kayıt albümü yaptık.

Buradan Kavak Yelleri dönemine gelelim. Dizi sizin kariyerinizde nasıl bir yer ediniyor?

S.K: Aslında dışarıdan görünüşü ile bizim bakış açımız arasında farklar var. Biz parçalar elimizdeyken de birçok şeyin farkındaydık. Genelde müzik piyasasındaki bütün albümleri biliyoruz ve bu piyasa bir şeyleri insanlara kabul ettirmeyle yürüyor. Bir klip çekiliyor, defalarca gösteriliyor ve insanlar öğreniyor. Biz elimizdeki şarkılara zaten çok güveniyorduk ve en başından bu yana ucunu bırakırsak yolda yürüyemeyecek kadar meşhur olacağımızı biliyorduk. O yüzden de ilk günden itibaren bir şeyleri kontrolümüzde tutmak istedik, çünkü temel amacımız yolda yürüyememek değil, müzikten geçinebilecek kadar para kazanıp, müziğe devam edebilmek. Sıkılmadan, bunalmadan bunu yapmak istiyorduk. Teklif ilk geldiğinde bu yüzden kabul etmedik. Bunun bizim kariyerimiz için bir tehlike oluşturabileceğini düşündük. Elbet bir patlama gerçekleştirecektik ama o patlamanın olabildiğince küçük küçük, basamak basamak olması gerektiğine inanıyorduk. Bize ilk gelen teklif  “Hele Bi Gel” şarkısının jenerik olarak kullanılmasıydı. Aradan geçen 2-3 ay sonra yeni tekliflerle geldiler. Ama o sırada biz de bayağı bir ilerlemiştik. Daha çok konser verebilmeye, daha çok insana ulaşabilmeye başlamıştık.  İlk olarak Hele Bi Gel’in klibi çekilmişti ve yayınlanıyordu. Belli bir dinleyici kitlemiz vardı. Artık bizim için çok büyük bir tehlike teşkil etmeyeceğine karar verdik.pinhani250x150

Sonra dizinin bütün müziklerini yaptınız değil mi?

S.K: Ona da kariyer planlamasının bir parçası olarak baktık. Biz bu dizi müzikleri ya da film müzikleri işini iyi yapabiliriz ve bizim için deneyim olabilir, diye düşünüyorduk. Karşı tarafa da sadece tüm müzikleri biz yapacağız diyerek kabul ettik.  Çünkü bu işi öğrenmek istiyorduk. Bugünkü koşullara göre çok komik bir paraya bu dizinin müziklerini yapmayı kabul ettik. Gerçekten çok faydası oldu. Müzikleri tamamen kendimiz, hatta enstrümanları da kendimiz çalarak, çalışarak inşa ettik. Çekilmiş bölümler geliyordu ve onun üzerine çalışıyorduk. Asıl olarak hesap edemediğimiz şey o dizinin patlayacağıydı. Çünkü emin olamıyoruz, hangi dizi patlar hangi dizi tutar, müziğimizden eminiz ama dizi tutacak mı onu bilmiyoruz. Sanırım biraz müziğin de etkisiyle dizi patladı.

Tam kitlesini buldu sanırım…

S.K: O da yapımcının başarısı, ikisini üst üste oturtabilmek. Dizi beklemediğimiz kadar ilgi gördü.  4,5 yıl sürdü. Tabi böylece bir anda iş değişti. Biz büyük şehirlerde müziği iyi takip eden kitlenin grubuyken, bir anda yediden yetmiş yediye herkesin bildiği bir grup haline geldik. O zaman da bizim ilk işe başlarken hedefimiz olan her köyde çalabilme hedefimize ulaştık. Albümü çıkardıktan 1 -1,5 yıl sonra hedeflerimiz gerçekleşmiş oldu. 10 yıl -15 yıl sonra ulaşmayı düşündüğümüz şeylere kısa zamanda ulaşmış olduk.

Ama o sırada yine de şöhretle ilgili bir otokontrolünüz oldu sanırım, çünkü çok fazla televizyonda gözükmediniz.

S.K: Kavak Yelleri başladıktan sonra televizyona çıkmadık. Ondan evvel çıkıyorduk. Bir iki kere çıktık ama sonra bıçak gibi kestik. Bizim kariyer planımız yavaş yavaştı.

Selim Aydın: Bir de televizyon bizde olmuyor sanki. Televizyon ışığı çok başka…

Müziği seçme isteğinizi ne zaman fark ettiniz?

S. A: Aslında ben hep müzik yapayım diyordum ama bir yandan da düzenli bir gelirim olsun da diyordum. Onun için de baktım ki çalışmak gerekiyor. Bir dönem mühendislik yaptım.  Pinhani’de değil de Beyoğlu’nda barda cumartesileri çalan bir grupta olsaydım, belki o şekilde de devam ederdi. Fakat Kavak Yelleri’nin de etkisiyle grubun mesaisi birden artmaya başladı. İkisinin birlikte yürümeyeceğini yaklaşık bir yılda fark ettim. Tercihimi müzikten yana kullandım. O sırada çalıştığım şirkette beni muhasebeye göndererek beni biraz yönlendirdi aslında. Bu belki de kendime itiraf edemediğim bir şeydi. Ufak bir dürtme bekliyordum. Çünkü ben hiç tereddüt etmedim. Dediler ki “Bugüne kadarki çalışmalarınız  için teşekkür ederiz”  ben ilk olarak “Oh tamam artık müzik” diye düşündüm.

Grup olmaktan bahsedelim biraz da, nasıl bir çalışma disiplininiz var?

S.K: Grup olmak zor iş. Bir kere evlilik gibi ama 5-6 kişinin evliliği gibi. Bir arada komün bir yaşam. Bu tabi ki öncelikle saygıdan geçiyor. Bunun azaldığı noktalarda zorluklar başlıyor. Mesela birisi öbürünü bekletmemek için uğraşmalı. Onun ihtiyaçlarını ben düşüneceğim, benim ihtiyaçlarını o düşünecek. Hepimiz zaman zaman sıkıntılar yaşayabiliyoruz. Hastalanabiliyor, ailevi sıkıntılar yaşayabiliyoruz. Birbirimizin açıklarını kapatıyoruz ve kapatabildiğimiz ölçüde grup oluyoruz. Bunu ne kadar çoğaltabilirsek grup olmak o kadar kolay bir şey haline geliyor. Aksi takdirde örneğin Selim devamlı geç kalıyor, ben devamlı onun yerine onun yükünü çekiyorsam, o zaman grup olmak giderek zorlaşır.

Müzisyen egosu diye bir kavram var mı? Bu grupta nasıl yönetiliyor?

S.A: Bizde devasa egolar yok aslında. Ama genel olarak gruplarda egolar çok daha serbesttir. Bir popçunun arkasında çalıyorsanız belli bir egonun üzerine çıkmak isterseniz hemen engellenirsiniz.

S.K: Gruplar daha demokratik aslında. Diğer tarafta otokrasi var oysaki. Az veya çok. Gruptaki en az söz hakkı sahibi olan adam bile bir popçunun arkasında çalan bir adamın söz hakkından çok daha fazlasına sahiptir.

Türkiye müzik piyasasındaki en büyük sıkıntı nedir sizce?

S.K: Her yerde olduğu gibi hile, hurda çok dönüyor tabi.  Bunu meslek olarak yapan insanlar var. Belli insanlar, belli adamlar bütün her şeyin kararını veriyor. Bu hafta bu grup patlasın, bu ay bu grubu servis ediyoruz gibi… En büyük avantajımız ise biz işimizi büyük bir özveriyle yapıyoruz ve o özveriyi gösterebilecek neyse ki çok az müzisyen var piyasada. O konuda şanslıyız. Genelde müzisyenlik yan gelip yatmak isteyenlerin tercih ettiği bir meslek çünkü. Onlar da hileye daha çok başvuruyor. Çünkü adamın çok büyük bir müzik yapayım gücü yok,  bir şey yapayım onu tanıtarak patlatayım gücü var. Parayla, tanıdıkla, lobiyle vs. Biz en başından bu yana müziğimize o kadar güvendik ki diğer kısmını tamamen boşladık. O zaman da hak etmediğimiz şeylerle karşılaştık.

Örnek verecek olursak…

S.K: Mesela bir klibimiz vardı, çekmeyi başardığımız en güzel klip ve en güzel parçalarımızdan biri. “Yitirmeden” şarkısının klibi. Biz hep bağımsız şirketlerden albümler yayınladık. Hatta zaman zaman sadece Youtube’ da klibi koyduk. O klibimizi yayınlamadılar, başka bir grup tarafından yapılsaydı o seneki bütün ödülleri toplardı. Bu yıl bizim klibimizin aynısı çeken biri Kral Tv müzik ödüllerinde “ En iyi klip” kategorisinde aday. Parçayla ilgili bir yorum yapmayacağım tabi, o çok öznel çünkü. Ama aslında klibi çeken kişi bir takım değişiklikler yapmış ve onun bunu düşünmesi gerekmiyor. Sorun o klibin çekilmesi değil. O klibin “En iyi klip” dalında aday gösterilmesi. Çünkü daha önce yapılmış bir şey, ben sanatçıyı eleştirmiyorum, hiç görmemiş de olabilir. Ama müzik kanalı olarak bilinmemesi mümkün değil. Biz de kafaya takmadan işimizi yürütüyoruz aslında, sadece zaman zaman dile getiriyoruz.

Son olarak hazırladığınız Canlı Yayın albümü ve evde kaydedilme fikri nasıl ortaya çıktı?

S.A: Benim evimde olması en son kararlaştırıldı aslında. Biz bir canlı kayıt yayınlamayı düşünüyorduk, mekanlara çok fazla baktık. Sonra tabi bizim kendi imkanlarımızla yaptığımız bir albüm olduğu için bizim kontrolümüzde olsun istedik. Arkadan mesaj sesi gelmesin, çatal kaşık sesi gelmesin istiyorduk. Bu arada provalar da bizim evde yapılıyordu. Fikir de Akın Eldes’ten bir espriyle ortaya çıktı. “ Şurada yapıverelim “ dedi.  Onun  da evi yakındı tabi… Önce “Olur mu öyle şey” diye düşündük.  Mekan baktıkça ama ev fikrine yaklaştık. Yapılabileceğine karar verdik.

Konser programınız nasıl?

S.K: Mayıs ayında 7 bölgede de konser vermeyi planlıyoruz. Her yerle görüşüyoruz, her yere ulaşmaya çalışıyoruz. Normal şartlarda ayda 5-6 konserimiz oluyor ama Mayıs ayında 10 ile 15 konserimiz oluyor. Üniversiteler, lise şenlikleri, Belediye şenlikleri gibi. Albüm olarak da iki single yayınlamayı planlıyoruz arka arkaya, ertesi yıl da albüm çıkaracağız. Benim bir de tek başına yürüttüğüm türkü projem var, “Yalnız Türküler” adıyla konserler veriyorum.