Osmanlı sanatına olan ilgisini mesleğe dönüştüren Serdar Gülgün, dünyanın önde gelen Osmanlı sanatı uzmanlarından. Osmanlı’yı tasarımlarıyla yaşatan Gülgün, Osmanlı değerlerinin günümüze adapte edilmesi gerektiğini söylüyor. Osmanlı Sanatı Uzmanı Serdar Gülgün, şimdiye kadar birçok başarıya imza atmış bir isim. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Osmanlı’ya olan tutkusunun peşinden giden Serdar Gülgün, Londra’da İslam Sanatı okumuş. Şimdiye kadar 8 sergi açan, Osmanlı yaşamı üzerine belgesel hazırlayan ve Macar Porselen firması Herend için yaptığı Osmanlı desenleriyle adını duyurmuş olan Gülgün, halen Vakko’nun Osmanlı kumaşları tasarımcılığı, antikacılık, danışmanlık ve Osmanlı tarzı dekorasyon yapıyor. Londra Üniversitesinde de ders veren Gülgün’ün yaşamında A’dan Z’ye Osmanlı var. 

Osmanlı sanatına yönelmeniz nasıl oldu?Bunu aslında bana hep soruyorlar ama cevap vermesi güç bir soru. Osmanlı sanatıyla ilgilenmeye başlamam için belli bir olay olmadı. Çocukluğumdan beri çok meraklıydım. Müzeleri gezerdim, bu tür konuları araştırırdım. Fakat çocukluk yıllarımda bunun bir meslek olabilceğini düşünmemiştim. Bugünler için bile enteresan bir iş. Ben her zaman başka bir iş yapacağımı bunun benim hobim olacağını düşündüm.

Aslında işletme mezunusunuz…
İşletme okuduktan sonra Londra’ya gittim. Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Sanatları Bölümü’nde İslam sanatı master programına gittim. Orada çok başarılı olduğumu düşünüyorum, çünkü çok sevdiğim bir konuyla iç içeydim. Hocalarım orda kalmamı istediler fakat ben İstanbul’a döndüm. İstanbul’a dönünce bu işle ilgili faaliyetlere başladım. İlk döndüğümde Kültür ve Sanat Varlıklarını Koruma ve Tanıtma (KÜSAV) Vakfı ile birlikte Osmanlı Sanatı sergileri düzenlemeye başladım.

Şimdiye kadar kaç serginiz oldu?
8 tane sergim oldu. Bu sergiler Topkapı Sarayı Alay Köşkü binasında oldu. Bu sergilerin hepsinin bir konusu vardı: Osmanlı’da hat, Osmanlı’da karalamalar, nakışlar. Osmanlı sanatının değişik alanlarının üzerine eğilen sergilerdi. 1992-1994 yılları için çok başarılı sergiler oldu. O dönem için çok enteresan sergilerdi. Çok beğenildi ve benim kariyerimin oluşmasında çok büyük bir yeri oldu. Hem isim olarak bilinmem hem de Türkiye’deki koleksiyonerlerle tanışmam için aracı oldu. Daha sonra da her zaman içinde Osmanlı sanatının oldu işlere daldım.

 


SERDAR GÜLGÜNÜN HER KÖŞESİNDE OSMALI İZLERİ TAŞIYAN EVİ, GEÇTİĞİMİZ YIL DÜNYACA ÜNLÜ WORLD OF INTERIORS DERGİSİ’NDE TANITILDI. DERGİ İLK KEZ TÜRKİYE’DEN BİR EV İÇİN 10 SAYFA AYIRDI.

Vakko ile çalışmaya nasıl başladınız?
Vitali Hakko’nun bana bir teklifi oldu. Kendisiyle KÜSAV Vakfı’nın düzenlediği bir dekorasyon fuarında tanıştık. Osmanlı hat sanatı ve kumaşları benim aslı uzmanlık alanım olduğu için bana “Siz eski kumaşları biliyorsunuz, yeniyi de yaparsınız” dedi. O güne kadar hiç düşünmemiştim yapıp yapamayacapımı ama onun teşvikiyle başladım ve hala devam ettiğim 10 senedir süren çok başarılı bir iş halini aldı.

Londra Üniversitesi’nde ders veriyorsunuz. Türkiye’de de ders vermeyi düşünür müsünüz?
Londra’daki hocalarım orada yarı zamanlı olarak ders vermemi istediler. Türkiye’den öyle bir teklif gelmedi. Eğer öyle bir teklif gelirse düşünebilir. Doğru insanlarla doğru yerde olduktan sonra neden olmasın.

Bir de Osmanlı üzerine belgesel hazırlamışsınız…
1999-2000 yılında NTV için bir belgesel yaptım. O da çok severek yaptığım bir işti. Osmanlı’da yaşam üzerine bir belgeseldi. Her hafta Osmanlı’da yemek, Osmanlı’da giyim gibi başka bir konuyu işliyorduk. Ben hem yazıp hem sunuyordum. Programda konunun uzmanlarıyla röportajlar yapıyordum ve arada kendim de anektotlar anlatıyordum.

Diğer çalışmalarınızdan bahseder misiniz?Macar porselen firması Herend’den bana bir teklif geldi. Porselenlere Osmanlı desenleri oluşturmamla ilgili bu proje başlamış oldu. Onlar için de iki grup desen hazırladım, Osmanlı laleleri ve Osmanlı karanfilleri. Dünyanın her yerinde benim adıma satılıyor bu nedenle çok mutluyum ve çok gururluyum. Son yıllarda yaptığım en önemli şeylerden biri de dekorasyon işleri. Dekorasyonu Osmanlı tarzı yapıyorum ve genelde tarihi binaların, tarihi yalıların, köşklerin içini dekore ediyorum. Ayrıca modern binaların içini de Osmanlı tarzı dekore ediyorum. Geçen yıl Antalya’da 500 odalık bir otelin dekorasyonunu yaptım. Şu anda da bir yalı ve bir köşkün dekorasyonunu devam ettiriyorum. Vakit bulamadığım için sergi yapamıyorum. Louis Vuitton’un Avrupa Şehirleri Rehberi’nin İstanbul kısmını 4 yıl boyunca yazdım, o benim için bir hobiydi. Ayrıca ilk günlerden bu güne kadar devam eden antikacılık ve koleksiyonerlere danışmanlık faaliyetlerim hep devam ediyor.

Osmanlı’yı günümüze uyarlayarak yaşatmak gerektiğini söylüyorsunuz… Evet benim inandığım şey bu. Ben tabii ki Osmanlı’yı birebir uygulayalım demiyorum. Ama uluslararsı arenada bir farkımızın olması gerekiyor. Herşeyin kendi memleketinizden çıktığı zaman faydası var. Mesela bir Fransız’a Fransız yemeği satamazsınız, Fransız dekorasyonu satamazsınız. Ama bir Fransıza çok iyi bir Osmanlı desenli kumaş satabilirsiniz. Artık globalleşme sebebiyle bütün yemekler, bütün insanlar, giyimler birbirine benzemeye başladı. Dolayısıyla artık yerel kültürler yükselen değer olmak zorunda ve öyle de olacak. Osmanlı değerlerini bugüne adapte ederek günümüze taşıyabilirsek Osmanlı’nın yaşama şansı var. Osmanlı tatlarını, dekorlarını, adetlerini bugüne taşımanın mümkün olduğunu düşünüyorum ve buna kafa yormak gerektiğine inanıyorum. Osmanlı kültürü müzede kalmamalı.

 


“MACAR PORSELEN FİRMASI HEREND İÇİN HAZIRLADIĞIM OSMANLI DESENLİ PORSELENLER DÜNYANIN HER YERİNDE BENİM ADIMA SATILIYOR. BUNDAN DOLAYI ÇOK MUTLUYUM VE GURURLUYUM.”

 

Son zamanlarda Osmanlı sanatına yönelme var. Bunu yurtdışında başlayan Osmanlı ilgisinin bize yansıması olarak görebilir miyiz?
Evet bizde böyle bir durum oluyor. Batı’nın onayladığı şey bizde kıymetli oluyor. Batı’daki bir marka için birşey yaptığınızda burdaki markalar sizi daha çok beğeniyor. Böyle bir rahatsızlık var. Bu da kendimize güvensizlikten kaynaklanıyor. Batı’da olduysa bu işte bir hikmet vardır diye düşünüyoruz. Bir de dünyada minimalist yaklaşımdan maksimalist yaklaşıma doğru bir trend olduğunu düşünüyorum. Müzikte, yemekte bir doğu modası hakim. Batıdaki herşey artık fazlasıyla keşfedilmiş, görülmüş ve artık sıkıcı bir hal almış vaziyette. Dolayısıyla dünyanın neresinde bir enteresanlık varsa o tarafa doğru bir ilgi başladı. Türkiye ve Osmanlı da bunun için çok iyi bir kaynak. Her bakımdan tam kararında egzotiklikte bir kaynak. Çok egzotik olan birşey Batı’ya anlaması güç geliyor. Türkiye ve Osmanlı anlaşılabilecek kadar batılı ama özellik sahibi olacak kadar farklı.