Suç nedir? Bir olay yerinde çarşaflar neden yıkanmaz? Peki, DNA hangi durumlarda çok bilgi verici olur? Prof. Dr. Sevil Atasoy, bilgisini yıllardır ekranlarda ve yazılarında tüm Türkiye ile paylaşıyor. Atasoy, bilinç seviyesi yükseldikçe adalet kalitesinin artacağını söylüyor.

Türkiye’nin adli bilimlerle tanışması eskidir elbette, ama toplumun DNA analizleri, olay yeri inceleme ekipleri, delil toplama teknikleri konusuyla tanışması çok yeni ortaya çıkmış bir durum. Prof. Dr. Sevil Atasoy kuşkusuz ki birçok kişinin bu kavramlarla tanışmasına sebep olan en önemli isimlerden. Türkiye’de adli bilimler alanında çok önemli başarılar elde eden Atasoy, tecrübelerini uzun bir zamandır televizyonlarda ve kitaplarında kitlelerle paylaşıyor.
Alman Lisesi mezunu olan Atasoy, aslında o yaşlarda mimar olmaya merak saran bir çocuk olduğunu anlatıyor bize. Sanata karşı olan ilgisinin her zaman olduğunu söyleyen Atasoy, 60’lı yıllarda bir çocuğun kendi istediği mesleği seçmesinde çok özgür olmadığını paylaşıyor. Türkiye’nin ilk özel biyokimya laboratuvarlarından birinin sahibi olan annesi ve Adli Tıp Kurumu Müdürü babası olan Atasoy, hal böyle olunca bu alanda ilerlemesi ve laboratuvarın başına geçmesinin uygun görüldüğünü söylüyor. Her ne kadar o laboratuvarın başına geçmese de bu alanda çok önemli başarılar elde eden Atasoy, bugün geldiği noktada bildiklerini toplumla paylaşmasının çok önemli olduğunu dile getiriyor. Atasoy’dan sanata olan ilgisinden biyokimya gibi bir alanla geçen hayatına kadar kariyer hikayesini öğrendik.

Mimarlık okumayı düşünürken ailenizin isteğiyle kimya alanını seçtiniz. Sonrasında size bu alanı sevdiren ne oldu?

Öncelikle aldığınız Alman eğitimi size her mesleğin iyi yapılabileceğini öğretir. Yani bir seçim şansınız yoktur. Verilen görevi iyi yapmanız gerektiği öğretilir. Sevmek ya da sevmemek diye bir şey yoktur, bir görev vardır ve siz o görev tanımına en iyi biçimde uyarsınız. Sevmek ya da sevmemek daha sonraki bir unsurdur. Böyle bir eğitimden geldiğiniz zaman öncelikli olarak yaptığınız işi en iyi yapabilmeniz için uğraşmak gerekir. Kimya genel olarak sevilen bir branş değildir. Ama aslında çok keyif alınması gerekir çünkü, düşünmesini öğretir. Bunu ben çok çabuk fark ettim, çok ilginç yazarlardan kimyanın aslında ne kadar cazip bir alan olduğunu öğreten yayınlar okuma fırsatını yakalayabildim. Bir ezber bilim olarak değil de bir neden-sonuç ilişkisi ve bir düşünme tekniği öğrettiğini gördüm.

Adli Tıp ve biyokimya alanına babanızdan dolayı mı geçiş yaptınız?
Aslında tamamen bir başka hocamın tavsiyesidir. Öncelikle biyokimyanın, kimyadan da farklı olarak insanı ve evreni başka türlü bir pencereden görmeyi ve anlamayı öğreten bir bilim olması beni çok etkiledi. Biyokimyayı adaletin tecellisi için kullanmak gibi başka bir uygulama alanına ise bir tesadüf eseri girdim. Prof. Dr. Alaattin Akçasu’nun Türkiye’de adli tıp alanında bilim yapmak için henüz yeterince kaynağın olmadığını ve biyokimyadan faydalanarak adli tıbba bir faydamın dokunabileceğini anlatması üzerine adli tıpta ek görevle çalışmaya başladım. Babamın yanında çalışıyordum ama babamın bunda en ufak bir katkısı olmadı. Sonra da oradan kopamadım, çünkü hakikaten Türkiye’de bu konuda yapılabilecek çok şey olduğunu ve bir fark yaratabileceğimi gördüm.

Başka bir meslek seçmemişsiniz, hatta sanata olan ilginize karşı anneanneniz küçükken şiirlerinizi yırtmış. Sanata olan ilginize yapılan bu girişim sizi küstürmedi mi?
Tabi bunlar aşk şiirleriydi. 14-15 yaşlarındayken yazılan şiirlerdi. Kimin için ya da ne için yazdığımı bile tam hatırlamıyorum. Çünkü bazen insan hayali sevgiliye de şiirler yazar. O yıllarda flört ettiğim kişiye mi yoksa hayali bir sevgiliye miydi, bilmiyorum. Bunları anneannem gördüğünde ve daha sonra ben o defteri bulamadığımda bana “Yırttım, böyle saçma sapan şeylerle kaybedecek vaktin yok, sen otur derslerine çalış” demişti. Çok uzun yıllar elime kalem almadım. Hürriyet’in 2000 yılına mektuplar diye bir eki vardı, orası için uzay çağında yaşanan bir kadının bir erkeğe yazdığı mektubu kaleme almıştım. Basılmıştı ve çok beğenilmişti. Sonra da Hürriyet Pazar ekinde beş yıl devamlı yazdım. Şimdi de popüler adli bilim yazıyorum, kuşkusuz hayali uzun öyküler romanlar yazabilecek kadar da iyi yazabileceğime de inanıyorum. Polisiyeler de yazabilirim, aşk öyküleri de yazabilirim ama popüler adli bilim yazma misyonumu devam ettirmek istiyorum. Çünkü toplumun gerçekten bilgilenmeye ihtiyacı var.

Gazete yazılarına nasıl başladınız?
Bir akşam Adli Tıp Enstitüsü’nde çalışıyordum. Çok ileri bir saatlerdeydi. Ofiste yalnızdım, telefon çaldı. Ertuğrul Özkök’ü daha önceden de iyi tanırdım, birlikte seyahatlerimiz olmuştu. Bana “Yazmak ister misin?” diye sordu. İyi yazdığımı biliyordu çünkü değişik vesilelerle Hürriyet’e yazılar yazmıştım. Bir Uzakdoğu seyahati dönüşünde bana Hindistan’dan ölü yakma seramonisi yazdırmıştı. Onu da yine didaktik bir gözlem olarak değil de sanki yakılan kişinin oğlunun ağzından bir hikaye gibi yazmıştım. Köşenin adını Delil Avcısı koyduk. Sonra onları yavaş yavaş kitaplaştırdım. Ona paralel televizyonda Kanıt ve Okan Bayülgen’le yaptığımız Muhabbet Kralı oldu. O sırada ben BM Uyuşturucu Komitesi Kurulu’na seçildiğim için Viyana’ya gidip geliyordum. Beş yıl da o görevi yaptım. Enstitü müdürlüğü de devam ediyordu. Çok yolculuk edilen bir dönemdi.

Kanıt nasıl başladı?
Abdullah Oğuz bir gün beni çağırdı, “Bir polisiye yapalım ama içine girip konuşacaksan yapalım” dedi. Fikir onundur. Ben önce didaktik olmaz mı diye düşündüm, ama o çok ilgi çekici olacağını söyledi. Hakikaten ilginç oldu ve diğer bütün polisiyelerden farklılaştıran da o oldu. 100 bölüm oldu, hâlâ izleyeni çok var. Şimdilerde ona benzeyen başka bir şey yapmak istiyorum.

Kanıt izleyici için ne kadar öğretici oldu?
İnsanlar televizyonda bir hoca yani güvenilen birisi bir şeyler söylediği zaman onu hap edilmiş bilgi olarak dinliyor, neredeyse ezberliyor hatta not alıyor. Ben biliyorum ki, benim söylediğim şeyleri oturup yazan ev kadınları var. Mesela AVM’de gezerken çocuklarınızın elinden tutun, kaçar ya da kaybolursa çocuğun kime gitmesi gerektiğini daha önceden ona öğretin, üniformalıları öğretin ve böylece tanımadığı insanlardan gidip yardım istemesin, Türkiye’de DNA analizi denen şeyin en ücra köşelerde dahi babalık tayini için yapıldığını bu dizilerle öğrendi insanlar.

Bütün bunları zaten çok iyi bir kariyere sahipken yaptınız. Sizi tetikleyen ne oldu?
Doğru, kariyerim vardı ama yetmiyor, nedir yetmeyen biliyor musunuz? Bir şeyler biliyorsunuz ve bu bildiklerinizin bu memlekete faydası olduğunu görüyorsunuz. Bu fayda üniversitede bir öğrenci kitlesine ulaşıyor. Uzun yıllar sadece bu kitleye bir şeyler öğretmeye çalıştım. Bunlar polisler, savcılar, hekimler, fen bilimlerinin değişik dallarından gelenler… Yargı sisteminin içinde olan insanlar. Ama diyorsunuz ki; aslında bu anlattıklarımı herkes bilmeli, sokaktaki insan da bilmeli. Çünkü herkesin başına bir şey gelebiliyor. Bu bilinç ne kadar artarsa adalet kalitesi de o kadar artacak.

Şu andaki çalışma temponuzun içinde neler var?
Öncelikle son olarak yayınlanan Yer Altındaki Melekler Yer Üstündeki Şeytanlar kitabım bir ayda dördüncü baskıyı yaptığı için mutluyum. CnnTurk’te yayınlanan Suç ve Delil programı var. Ondan mutluyum. Benzer bir programı hafta içi için yapmak istiyorum. Daha hafif daha popüler bilim; yine telekinezi, rüyalar, uykular, ruhlar gibi simetri tutkusu gibi konuları ele alacağız. Adli bilimin daha popüler ve merak edilen konuları. Dünyanın her yerinde çok merak edilir. Bir başka projem ise benimle belki çok ilgisiz ama çok yapmak istiyorum. Örneğin, “Mozart’ı kim öldürdü?” diye yurt dışına yapılacak bir Viyana turunun tek gününe ben katılmak istiyorum. Turistik bir tur ama bir gününe ben dahil olarak “Sevil Atasoy’la Mozart’ı kim öldürdü?” gibi bir şey yapacağım. Ya da Roma’da “Melekler ve Şeytanların izinde” gibi bir gezi.

Yabancı dizileri seyrediyor musunuz?
Hepsine bakıyorum. Homeland’a de CSI’ların hepsine bakıyorum. CSI’ların hepsi gerçek suç öykülerine dayanır. CSI’ların ilki yani Las Vegas olan, aslında benim de üyesi olduğum bir derneğin içinde bulunduğum bir yönetim kurulu toplantısında alınmış bir kararla başladı. “Biz bunlara dosya verelim” dedik. Çünkü CSI’ın Amerikan meclisinden polis suç laboratuvarları için daha fazla bütçeden pay ayrılmasına yarayacağını umduk. Ama öyle olmadı, orada gösterilenlerin hepsini gerçek zanneden Amerikan halkı, benim davamda bulamadılar diye kızıp daha az para verdi. Çünkü Amerikan laboratuvarları çok sıkıntıdadır. 400 tane kriminal polis suç laboratuvarı var ve bunların çok azı iyi durumda.

Kısa kısa….
•    Keyifle yemek pişirir keyifle araba kullanırım. Ve elbette müzik dinlerim, hatta arabada müzik dinlemeyi tercih ederim.
•    Ömer Faruk Tekbilek’ten ortaçağ müziğine dair her şeyi dinlerim. İnsan sesi dinlemeyi severim, dini müzik de dinlerim.
•    En son Dan Brown’un Cehennem kitabını okudum.